Harita metot
Kızıl Elma'yı gösteren adam Ömer Seyfettin
Bundan 23 sene evveldi Ömer Seyfettin'le ilk tanışmam. Elimde Bomba adlı kitabı vardı. Hemen girişte hayatını okuyunca, babama koştum ve "Baba bak Ömer Seyfettin öldüğünde senin yaşındaymış" dedim. Annem biraz çıkışarak; "Yaşı benzemesin, deme öyle" dedi. Ömer Seyfettin'e dair ilk anım budur. Sonraları hikâyelerini okudum ve atlara dair de ilk sevgim Kaşağı hikâyesinden sonra başladı. Şimdi 30 yaşındayım ve Ömer Seyfettin hâlâ o çocuk saflığıma ait bir yerde benim için. 36 yaşında vefat eden bir yazarın, bir ülkenin çocuklarının hafızasında bu kadar yer etmesinin hikmeti nedir diye sorulduğunda verilebilecek tek bir cevap var: Samimiyet! Ömer Seyfettin, vatanın ve milletinin değerlerinin tehlikede olduğunu düşündüğü bir zamanda bütün varlığını, inandığı değerlere vakfetti ve eserlerini bu yolda meydana getirdi. Bugün okunuyorsa ve yarın da okunacaksa hep bundandır.
Balıkesir Gönen'de doğdu Ömer Seyfettin. İlköğretimine burada başladıktan sonra Askeri Baytar Rüştiyesi'ni tamamladı ve ardından Kuleli Askeri Lisesi'ne kaydoldu fakat Kuleli'yi istemeyerek Edirne Askeri İdadisi'ne geçti.
Edirne Askeri İdadisi'nin ardından İstanbul'a Mekteb-i Harbiye'ye gelir. Okul yıllarında yazı ve şiire ilgi duymaya başlar. 1900 yılında, Mekteb-i Harbiye'nin birinci sınıfında ilk düzyazısını yayımlar ve ardından Servet-i Fünun etkisinde kaldığı şiirlerle edebiyat yolculuğuna başlamış olur. Edebiyat yolculuğuyla beraber ideolojik yolculuğu da başlar Ömer Seyfettin'in.
Yazdıklarının bilinçli ve planlı bir zihnin ürünü olduğunu görüyoruz. Onun yazdığı her hikâye, makale ve şiir tek bir şeyi amaçlar: Milli kimlik inşası. Bir kaos içinde, Batılılaşmanın da hızlanmasıyla kendi kişiliği ve kimliğini unutmaya yüz tutan çocuk ve gençlere bunu hatırlatır Ömer Seyfettin.
Sadece hikâye değildir onun derdi. Aynı zamanda Türkçe üzerine de çok düşünür. Türkçe onun için namus demekti. Memleketin yeni koşullarından dolayı dilin geleceğinden endişeliydi. Eski ile yeni arasında, Doğu ile Batı arasında kalmış bir dil, aslında ölmüş bir dildi ona göre ve dilin de insan gibi kendine has bir kimliği olmalıydı. Ali Canip'e yazdığı bir mektupta şöyle söyler: "Edebiyattan nefret ettiğimi ve bu nefretimin iğrenç, tiksindirici bir nefret olduğunu yazmıştım. Bu nefretim edebiyata olmaktan ziyade lisanadır."
Milletin üzerindeki miskinlikten kurtulması için her ihtimali göz önüne alır Ömer Seyfettin. "Ashab-ı Kehfimiz" hikâyesinde kahramanın söylediği; "Ah, lakin harp ihtimalleri… Eğer harp olursa, ya mağlubiyet ya galibiyet… Ben en çok mağlubiyetten korkuyorum. Milletleri uyandıran büyük felaketlerdir. Ya Türkler de bir felakete uğrayıp uyanırlarsa…" cümlelerinden hareketle, büyük bir mağlubiyet gelmeden uyanmak ve bu ataletten kurtulmak gerektiğini söyler.
Genç Kalemler dergisinde isimsiz yayımladığı bir yazıda ne düşündüğünü en açık şekilde anlatıyor: "Ey gençler, ey bugün eski devirden kalma mekteplerin dar dershanelerindeki kuru sıralar üstünde müstakbeli kazanmak için çalışan gençler! Sizi bekleyen vazifeler pek ağırdır. Siz bütün dünyaca siyasi ve içtimai mevcudiyeti silinmek istenen bir milleti kurtaracaksınız, uyanınız, galebe için düşmanlarını tanımak lazımdır, Türkler ancak kuvvetli ve ciddi terakki ile hâkimiyetlerini muhafaza edebilirler."
100 küsur sene evvel yazdığı bu yazıyı alın bugün 2018'e getirin, ne değişecektir? Hiç! Hatırlarsınız geçtiğimiz günlerde Kızıl Elma ifadesi, ülkenin gündeminde uzun bir süre yer aldı. Ömer Seyfettin'in 100 küsur sene önce yazdığı bir hikâyenin ana fikrinin bugün devletin en üst makamlarınca anılması ve sınır ötesinde büyük mücadele veren askerlerimizin dilinde olması onun ne derece önemli bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Kısacık bir ömrün sonu oldukça trajik olur Ömer Seyfettin için. Şeker hastası olan Ömer Seyfettin'in hastalığının ne olduğu teşhis edilemiyordu. Tipik kırgınlık olarak görülüyor ve doktorlar tarafından bol bol meyve yemesi tavsiye ediliyordu. Ömer Seyfettin bu tavsiyeye uyuyor ve bu durum da onun şekerini iyice artırıyordu. Yanında onunla ilgilenecek kimse yoktu. Sadece Arkadaşı Ali Canip arada ilgilenebiliyordu. Bir süre sonra hastaneye kaldırılan Ömer Seyfettin 6 Mart 1920'de Haydarpaşa Numune hastanesinde yüksek şekerden vefat etti. Cenazesini sahiplenen olmadığı için, naaşı hastane tarafından kadavra olarak kullanıldı.
Ömer Seyfettin ve onun gibi edebiyat adamlarını okuyarak büyüyen nesillerin öğreneceği şey, sadece bugünü değil milletin yarınını da kurtaracak çünkü Kaşağı'yı, Bomba'yı, Kızıl Elma Neresidir'i okuyan ve bu hikâyelerin çıkış noktasını bilen çocukların vatan ve millet sevgisiyle büyüyeceklerine şüphe yok.