Kasım 2015 - Editör yazısı
Yer kavgası, park kavgası, yol kavgası, söz kavgası olabilir.
Söz kavgaları ikiye ayrılır, söylenen sözler kavgası ve söylenmek istenen sözler kavgası…
Böylece ayrıla ayrıla gider, sokaklar da mitoz bölünme ile çoğalır...
Sokağın sessizliği iyiye alamet değil. Camdan bir gürültü yayılmalı, şıngır mıngır…
Sokaktan umduğum bütün medetler sık sık bize gelip gidiyor.
Azizim, sokağın çehresini değiştirmek için bize çok şey düşüyor gibime geliyor.
Sokak bu konuda ne düşünüyor, sokağın fikrini almak lazım gibi de geliyor.
Neyse beni boş ver, bu aralar gibime gelip giden çok oluyor.
Sokağa çıkıyorum, yürüyüp gidiyorum, üzerime yağmurlar yağıyor, bir iki merdiven geçiyorum, köşe başları ve çıkmazlar seyrediyor, böyle anlatınca güzel de kışın bazen günlerim hep böyle geçiyor, sen benim günlerimi neden kutsadın ki şimdi?
İnsan dışındaki varlıklara ya da kavramlara insan kişiliği kazandırma sanatına kişileştirme, teşhis denir. Örnek veriyorum: Sokağın kalbi.
Kalp sadece insana mahsus değil ki…
Sokağın kalbi nerede atıyor? Kalbi nerede duruyor, kalbi neye sıkışıyor, gerçek ki bunlar…
Sokaktan geçenlerle sinekler arasında nasıl bir bağ var, her geçen bir sinek getiriyor durduğumuz semtin sokağına…
Sinekler kokoreçlere, ekmeklere, narlara, dilsiz çöp kutusuna, amaçsız manevra yapıp duran kediye konuyor, ağır sarı ışık veren lambaların etrafında uçuyor.
Bilmediğin bir şey var, kokoreç ekmeğin arasına girince sinek gidip bir kez daha konuyor, açıkça söyleyeyim, bu sokakta en kral yaşamı sinekler sürüyor.
Çocuklarsa denize inen yokuşlara kızak getiriyor, sütçüler bembeyaz bir sessizlik getiriyor…
Biz hatıralar getiriyoruz… Hatıraları büyütüp sokaklara teşhisler saçıyoruz, yani büyüten ve söyleyen biz…