Lacivert Yazı İşleri: Biz bir yerli arıyoruz

Biz bir yerli arıyoruz
Giriş Tarihi: 6.10.2015 16:18 Son Güncelleme: 6.10.2015 16:21
Lacivert Yazı İşleri SAYI:17Ekim 2015
Yerli denilerek övülen şeylerin, buraya, bu topraklara ait olmak gibi bir özelliği var. Kemal Tahir’in sosyalizmin içinden çıkarak, Osmanlı mirasına geri dönerek referans vermiş olmasına, Yaşar Kemal’in köy ve köylülüğü anlatan, öğreten romanlar yazmış olmasına yerli diyoruz, bugün neye yerli diyeceğiz diye sormak istiyorum. Yerlilik dosyasını yapmaya karar verdikten sonra gerçekleştirdiğimiz focus grup toplantısında, yerlilik meselesinin çok yönlü bir tartışmaya gebe olduğunu gördük. Meselenin kültürel-siyasal bir tartışmanın konusu olduğu kadar, psikolojik bir aidiyet sorunu olarak düşünüldüğünü de fark ettik. Toplantının sonunda, yerlilik ve yerellik kavramları arasındaki tespitlerimizde; yerliliği tanımlamaya uğraşırken mesela 'yerli tohum' ve 'yemek' tartışmasının da yerliliğin ana konularından biri olması gerektiği tespitine ulaştık.

ÜLGEN: Benim yerlilik ve yerellik meselesinde düşündüklerim şöyle: Yerli olmamız bizim bir yerimizin olmasıyla yakından bağlantılı bir şey. Biz bu toprakların yerlisiysek eğer bize bu yeri sağlayan sadece fetihler midir? Malazgirt'in kapılarının açılması mıdır, Horasan erenlerinin bu topraklara gelip halkı irşat etmesi midir? Ortaya koyduğumuz şiir midir, müzik midir? Bütün bunların karşılığı mıdır bizi bu toprakların yerlisi yapan ve bu yeri bize ait kılan? Bunları teker teker düşünmek lazım. Acaba Türkiye gibi başka bir toplum var mıdır, yerlilik meselesini bu kadar yoğun bir şekilde tartışan?

AYZIT: Bu neden kaynaklanıyor olabilir peki?

GÖKBÖRÜ: Bu topraklarda yaşayan gayrimüslimler neresinde duruyor bu tartışmanın.

SÖĞÜT: Evet. Meseleyi İslam olma meselesi üzerinden değerlendirirsek bence çok indirgemiş oluruz.

GÖKBÖRÜ: Mesela Rumları düşünelim, kışın Yunanistan'a gitseler bile yazın memleketim dedikleri Gökçeada'ya geliyorlar. Ve bu adamın burada köyü, bağı, bahçesi var. Bakıyorum mesela bu insanlarla benim bütün yemek kültürüm aynı.

ÜLGEN: Bu bizim Tanzimat ile tartışmaya başladığımız bir şey. Şöyle bir örnek verebilirim, Cerrahi Tarikatı postnişinlerinden Fahreddin Efendi bir kandil gecesi peder-i âlileri ile birlikte bir Rifai Tekkesi'ne gidiyorlar. 1900'lü yılların başından bahsediyorum. Oraya davetli iki tane de papaz var. Usul bittikten sonra papazlardan birinin çok iyi bir kıraatle Kur'an-ı Kerim okuduğunu ve buna çok şaşırdığını anlatıyor Fahrettin Efendi. O dönem bu topraklarda yaşayan gayrimüslim insanlar da bu insanlar kadar bu usullere vakıftılar. Dolayısıyla İslam bu topraklarda yüksek ve birleştirici bir kültür olduğu için bu azınlık meselesi bir tartışma değildi.

SÖĞÜT: Tabii, bu ayrılma fikri Fransız İhtilali ve akabinde gelişen milliyetçilik fikirleri sonucunda ortaya çıkıyor.

GÖKBÖRÜ: Aklıma şöyle bir şey geliyor, yerlilik meselesini siyasetten ayrı sadece insani perspektiften düşündüğümüzde, gayrimüslim ve Müslümanların o kadar uzun süre bir arada yaşamalarını sağlayan şey aynı gelenek dairesi içinde var olmuş olmalarıydı. Mesela komşuluk ilişkileri, dayanışma kültürü bir ortak payda oluşturuyordu.

KIZAGAN: Yerli kalmamız mümkün değil ki. Az önce senin bahsettiğin şey aslında ortak bir folkloru paylaşmak. Ama biz şimdi din perspektifinden de, etnik perspektiften de, kültür-medeniyet perspektifinden de yerliliği konuşabiliriz. Ya da tamamen yerel olma anlamında bölgeye ait olmakla alakalı konuşabiliriz. Bunun tanımı çok belli değil. Genelde bir folkloru paylaşmak şeklinde düşünebiliyorum ben bunu. Mesela bahsettiğin Gökçeada'daki Rum'dan daha yerli olduğunu neye göre iddia edeceksin ya da edeceğiz?

SÖĞÜT: Geçen Zorba filmini izledim. Filmde ağıtçı teyzeler var. Benim anneannem babaannem gibi teyzeler. Orda anlıyorsun aslında nasıl bir kültür geçişkenliği içerisinde olduğumuzu. Filmin Girit'te geçtiğini bilmesem ve Türkçe seslendirmeyle izlemesem bizimkilerin çektiği bir film sanabilirdim. Sosyolojik benzerlikten ötürü filan yerliliğe daha başka bir perspektiften bakmamız gerektiğini düşünüyorum ben. Demin de bahsedildiği gibi daha folklorik bir beraberlik sanki yerlilik dediğimiz şey büyük resimde.

AYZIT: Yerliliği yüksek kültür olarak ele aldık bir yerde. İslam yüksek kültürü diye tanımladık eski zamanlar için. Bugün ise yerli olmayı sağlayan böyle bir yüksek kültürden bahsedebilir miyiz mesela?

ÜLGEN: Balkanlara gittiğimizde Anadolu'dan daha fazla Osmanlı eseriyle karşılaşıyoruz. O kadar çok ki üstelik yıka yıka bitiremediler. Yahya Kemal Beyatlı Üsküplü. Sultan Murat Camii'nin hemen karşısındaymış evleri. Hatıralarında şunu söyler Yahya Kemal, "Annem bu dünyada Peygamber Efendimizden ve Sultan Murat'tan başka hiç kimseyi çok sevme derdi." Çünkü onların o topraklarda yaşamasını sağlayan kişi Sultan Murat ve onları bir arada tutan şey ise Efendimizin getirdiği vahiy. İşte Rumeli'yi İslam toprağı kılan şey de bu öz aslında. Sultan Murat'la din arasındaki bağlantıya bu estetiği, kültürü, her şeyi koyabiliyorsun özetle. İşte Nazım Hikmet'in Süleymaniye'ye bakarken fark etmeden yakalandığı o cezbedir yerlilik dediğimiz, yüksek kültür dediğimiz şey belki de.

Yerliliğin kriterleri

UMAY: Ben yerliliğin kültürel ve simgesel bir mesele olduğunu düşünüyorum. Simgeler üzerinden de yürüyen bir mesele; örneğin fes meselesinde II. Mahmut'a gâvur padişah demiş halk, fesi dışarıdan ithal ettiği için. Ama fes yasaklandığı zaman başlı başına bir yerlilik simgesi haline dönüşüyor ille de fes giyeceğim diyenler için. Tarım mesela bu topraklarda yerli bir unsurdur. Toprağa, çiftçiliğe, köylülüğe ait her şey yerliliğin doğal bir parçası gibi algılanıyor. Belki de bu yüzden sol özellikle toprak, köylü gibi vurgular yapıyor. Şimdi bunları geriye dönük tahlil etmek kolay elbette. Ama bugün özellikle AK Parti'nin oluşturduğu 13 yıllık iktidardan sonra yaşanan örtük sekülerleşmeyi düşünürsek bugün için yerlilik kriterlerini yeniden masaya yatırmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Öte yandan, mesela bizler ne kadar yerliyiz? Dünyamız ne kadar yerli? Bugün için yerlilik kriterleri neler? Ben bu şekilde baktığım için söylüyorum. "Hayır, kültürel simgeler üzerinden yerlilik okunmaz" derseniz, sorum boşa düşer. Ama böyle okuyorsak, geçmişe bakıp Kemal Tahir'de de böyle okuyorsak, dolayısıyla bugün yerlilik neyi anlatır? Mesela bunu bugün hiç kimse yapmıyor. Hiç kimse İslam'a söveyim falan demiyor. Tam tersi aşırı bir popülizm peşinde herkes. Vay kandil günümüz, önemli günlerimiz, manevi kültürümüz. Kimse sahici değil, bu yüzden de her şey karışmış durumda. Bir şeye karşı dururken 20 yıl evvel sembolik karşı durmak daha kolaydı, sahiplenmek var şimdi. Bütün belediyeler Ramazan'ı sahiplenmiş durumda, HDP'li CHP'li AK Partili… Ramazan'ı görmezden gelen hiçbir belediye yok. Eskiden yasaklayan bile vardı. Belki bu iyi bir nokta ama sahici bir nokta değil. Şimdi geldiğimiz noktada bu sembolleri neyin üzerinden kurgulayacağız?

KAYRA: Biz yerliliği pozitif bir değer olarak mı alıyoruz?

UMAY: Pozitif bir değer olarak almıyoruz. Sadece ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Yerli denilerek övülen şeylerin, buraya, bu topraklara ait olmak gibi bir özelliği var. Kemal Tahir'in sosyalizmin içinden çıkarak, Osmanlı mirasına geri dönerek referans vermiş olmasına, Yaşar Kemal'in köy ve köylülüğü anlatan, öğreten romanlar yazmış olmasına yerli diyoruz, bugün neye yerli diyeceğiz diye sormak istiyorum.

ÜLGEN: Dönem dönem yerlilik sembollerinin değiştiğine itirazım yok, dediğim gibi yerliliği kuran değerler hiçbir zaman değişmiyor. Onu değiştiremiyorsun.

UMAY: O değerler ne peki?

ÜLGEN: Mesela, Pir Sultan Abdal'ın şiirindeki, Muhammed ismini değiştirip Şah koyuyorsun, ama halk bunu hâlâ Muhammed diye okuyor. Yani birtakım şeyler var, bunların vidasını sıka çıkara onun yerine bir şey koyamıyorsun. Bir daha Mevlid yazamıyorsun. Çünkü Mevlid o günün Türkçesiyle yazılmış ve ona özel bir makamla söylenmiş bir metin. Yani bunların altını oyamıyorsun, bunlar bir şekilde dönüp karşına çıkıyor. Sanki yerlilik dediğimiz şey, 'eve dönmek' gibi geldi bana.

Yerli tohumun peşine düşmek

KAYRA: Ben 'yemek ve müzik' diyorum. Bu toprakların yetiştirdiği diyorsunuz ya, tam da burası, bu topraklarda ne yetişiyorsa. Ben çok ekolojik bakıyorum yerliliğe.

ÜLGEN: Mesela gerçek tohum diye bir şey kalmadı.

UMAY: Çok enteresan bir yere geldik. Bugün mesela, yerlilik tartışmalarında bu tohum meselesi nerede duruyor?

KIZAGAN: Toplum olarak zaten yüzlerce yıldır kültürel manipülasyonlara maruz kalıyoruz, düşünce ekollerine maruz kalıyoruz, hiçbiri buralardan çıkmamış olan. Bunları işte en fazla kendimize uyduracağız diye bugüne kadar gelmişiz. Başka insanların başka yerlerde ürettiği giysileri giyiyoruz.

UMAY: Ama Kemal Tahir de bundan uzak bir yaşantı sürmüyordu ki, Kemal Tahir'e neden yerli diyoruz o zaman? Vatan sevgisi, millet olma algısı, edebiyata, şiire olan ilgi, yerli sinema denen şey, bunun müzikle olan ilişkisi... Mesela tartışmamıza hiç yemek girmedi bu yerlilik meselesinde şimdiye kadar. Belki hakikaten yerli tohumun peşine düşmek yerlilik bugün.

ÜLGEN: Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer diye efsane bir kitap var. O kitapta Çanakkale harbinden sonra Türk askerinin Almanların Ruslarla savaşına destek vermek için Galiçya cephesine gitmesi anlatılıyor. Şevki Yazman'ın anıları. Galiçya'da 15 bin şehit vermişiz. Anılarda ilginç şeyler var. Mesela Galiçya'da sadece patates yeniyor. Askerler rüyalarında memleketlerinin yemeklerini görüyorlar. Mehmetçik kendi memleketini Avusturyalı askerlere anlatırken, memleketinin incirinden, üzümünden bahsediyor. Referansları onlar.

UMAY: Evet, yemek meselesine girmedik ama gerçekten benim de aklıma bir sürü şey geldi, özellikle gurbette sürekli yerli olmaya çalışmak, yerini hatırlamak.

KAYRA: Gurbete giden Türklerin yanlarında cezve, çaydanlık götürmesi mesela.

UMAY:
Ermeniler biliyorsunuz tehcirden sonra birçok ülkede vatandaşlık başvurusunda bulunuyorlar. Hıristiyan oldukları için Amerika'ya girmeleri daha kolay oluyor ve 19'uncu yüzyıl sonu ve 20'nci yüzyıl başında peyderpey Amerika'ya gidiyorlar. Oraya gittiklerinde 'kara suratlılar' diye yaftalanıyorlar. Çünkü ırkçılık almış başını gitmiş. İlginç bir şekilde ilk yaptıkları şey bahçelerine asma dikmek. Nahçivanyan'ın anılarında hoş bir yemek anısı var. Annesi etli yaprak sarması yaparken bağırarak şöyle diyor: "Neden bizim evde de herkesin evinde olduğu gibi yemek pişmiyor." 'Herkesin evindeki yemek' olarak bildiğimiz Amerikan biftek ve patatesini kastediyor. Annesi de o esnada gözlerinden yaşlar akarak yaprak sarmaya devam ediyormuş.

KAYRA: Şöyle bir şey var: İnsanlar rüyalarında daha önce ev değiştirdilerse ilk evlerini görürler hep. Ben mesela ilk oturduğumuz evi görürüm. Çok bilinçaltı bir şey.

AYZIT: Orada kilit noktalardan birisi, 'sahip çıkma' dediniz ya, o çok önemli bir şey bence, sahip çıkılan şey değişebiliyor ama her zaman yerliliği oluşturan ana etkenlerden birisi sahip çıkma güdüsü.

UMAY: Yemeğe sahip çıkmak bu açıdan en zararsızı. İdeolojik bir şey değil.

KAYRA: Yunanlılarla girdiğimiz baklava, kahve kavgası mesela.

UMAY:
Mübadele anılarında anlatılır. Anadolu'dan Yunanistan'a giden Rumlar kendi domateslerini yetiştirmek istiyorlar, damak tadını da beraber götürmek diye bir şey var.

Şu an moda yerlilik

KAYRA:
'Yavaş yemek' hareketi diye bir şey var çok meşhur, yerellikle de çok alakalı. Yaşadığınız yere yakın yerde üretilen şeyi tüketme üzerine bir diyet var, 'slow food' diye geçiyor. Yani şu an yerlilik moda. Artık her sınıftan insan çok fazla seyahat edebildiği için, global olmak rafine bir şeymiş gibi gözükmüyor, tersine yerlilik rafine bir şey.

ÜLGEN: Şunu da konuşmak gerekir. AK Parti'nin oy aldığı yerlere bakalım. Bağcılar, Esenler… Orada aldığı oyu düşün. Hemen karşısında Bahçelievler, Bakırköy var. Aslında anlatmak istediğim, bu Fatih Harbiye'nin o çatışma ortamı bitmiş değil. Halka yakın olan partinin oy aldığı yerleri düşündüğümüzde bu çatışma devam ediyor. Burada da bir yerlilik meselesi yok mu? Bu siyasi düzlemde de var, sadece kültürel bir mesele değil. Demek istediğim, artık globalleşmek değil yükselen değer. Tam da her şey herkese açılabildiği ve herkes her şeye ulaşabildiği için bu noktada yani AK Partili de Paris'e gidip bilmem nereden giyiniyorsa, benim arka bahçemde yetiştirdiğim domates çok daha yüksek bir değer olur.

UMAY: İşte bazen yerlilik bir reaksiyon olarak gündeme geliyor. Yerleşik otoriteye, iktidar sahiplerine, bürokrasiye, orduya vesaireye bir tepki olarak doğan AK Parti'nin ve onun kendini ifade etmek isteyen kitleleri… Benim hâlâ anlamadığım soru şu. Bu kitlelerin temsili artık ne kadar yerli?

ÜLGEN: Ama bu yerliliğin dallarından bir tanesi. Yerlilik meselesi evrensellik yarışına girdiğinde bir folklorlaşma tehlikesi çıkıyor ortaya. 'Anadolu Ateşi' denilen dans topluluğunun gösterisi ne kadar yerlidir?

UMAY: O yerel bir şey bile değil. Kendini felsefi anlamda evrenselle buluşturma isteği. Bir noktada yereli dönüştürmek. Yerel olan bir şey kıymetli ama işte ben ona bir şekilde fark yaratabilirim mantığı.

KIZAGAN:
Yerlilik tam da bu modernlik denilen şeyin ciddi tehdidi altında. Dünya üzerinde bu belaya uğramamış 300-350 milyon insan var taş çatlasın. Bunun dışında kendine yerlilik atfeden bütün toplulukların hepsi genetiği değiştirilmiş organizmalar gibi. Başka bir şey değil yani. Biz de öyleyiz. Oradan bir aşı, buradan bir aşı…

UMAY: O zaman yerlilik nedir, neye yerli diyoruz gibi bir çerçeve çizmemiz gerekiyor mu?

KAYRA:Yerden biten şeye yerli diyoruz…

SÖĞÜT: Bunu yazalım!

KIZAGAN
: Bence bu kültür ve yaşam tarzıyla alakalı bir şey.

AYZIT: Ama bizim bugün anladığımız mevcut şey tamamen din üzerinden şekilleniyor.

Yemek kültüründe ideoloji yok

UMAY: Dini içinden çekince, mevcut kültürel hâkimiyete, hegemonyaya tehlike haline gelmiyor, yemekte olduğu gibi. Bu yemek konusunda da bir yerliliğe dönüş oldu. Mesela benden 20 yaş büyüklerin zamanında McDonalds'a gitmek çok önemli bir şeydi. Bugünse, bir zamanlar alt sınıf yemeği olarak görülen kuru fasulye gibi yemekler ön plana çıkıyor. Bu toplum bence yemek konusunda bir dönem kurulmuş olan hegemonyayı çok hızlı kırdı. Yemek kültürünün içinde de herhangi bir ideolojik, dinî motif yok, piyasayı da canlandıran bir şey.

AYZIT: Benim de altını çizmek istediğim, genellikle yemek ve müzik göz önünde bulundurulmadan, kendi din anlayışı üzerinden bir yerlilik oluşturuyor insan kaçınılmaz olarak. Yani dindarsa yerlidir, Türkiye'de genel görüş budur. 'Yerleşik düzen' diyoruz mesela. Birileri ise ben daha önce yerleştim, bu dindarlar ülkeyi elimizden alacaklar diyor AK Parti'ye muhalefet ederken. Sahipleniyor, burası benim diyor. Dindar kesim de, biz asıl yerliyiz, onlar gelip elimizden aldılar, bu yüzden geri almamız lazım diyor. Bugünkü siyasi tartışma da bunun üzerinden dönüyor. Konuya din üzerinden yaklaşınca tamamen dindar veya dindar olmayan şeklinde ikiye ayrılıyor yerliliğe bakış. Ama yemeğe falan girildiğinde, dediğiniz gibi çok farklılaşıyor.

KAYRA: Mesela Starbucks'a yerli rakip açılıyor, Kahve Dünyası gibi. Peki o yerli mi? Değil aslında.

UMAY: Kahve Dünyası konsepti kahvehaneden evrilen bir şey değil ki. Yani birileri şunu düşünmüyorlar. Eskiden kamusal alana kadınlar çok çıkmadığı için erkekler gidip oralarda kahve içiyorlardı, kahve çeşidi de azdı. Şimdi dünyada kahve çeşidi çoğaldı ve ihtiyaçlar farklılaştı. Kadınlar da artık dışarda oturuyor. Hadi biz ona göre bir şey yapalım gibi bir evrim değil. Starbucks geldikten sonra oluşan böyle bir hızlı kahve tüketimi, bir kahve içelim kültürü, yerli bir kültür değil. Yani başka bir şeye bakarak kendini onun üzerinden tanımlamak gibi.

MERGEN: Çerkeslerin de içine kapanması, kendi içlerinde evlilik yapması falan kendi yerliliğini koruma isteğiyle ilgili. Genel geçer yerlilik tanımının içinde alt kümeler onlar, alt katmanlar. Çünkü biz daha büyük düzlemde bir medeniyet çatışması olarak algılıyoruz yerliliği, entelektüel bir konu olarak ele alıyoruz. Hâlbuki Türkiye'deki Çerkesler gibi topluluklar Türk aidiyetine karşı kendi yerliliğini korumak olarak algılıyor.

ÜLGEN: Demek ki psikolojik bir şey.

UMAY: Tabii tabii, ait olmak… Küçük bir kısa film var, Mültecilik Yerini Yadırgamaktır diye. Suda yaşayan foku küvete koyuyorlar, su var, yemek var, hiçbir tehdit yok ama hayvan orayı yadırgıyor, garipsiyor. Bir zebranın oturma odasına konması gibi bir şey. Bir noktada herhalde yerlileşmek de nerden geldiğine, ne olduğuna bakmaksızın yerini yadırgamamak o zaman.

BÜGÜ TEKİN: Ben bu meseleye biraz daha üstten bakıyorum. Yerliliğin dejenere edilmesi, bir bakıma silinmeye çalışılmasına bir politik görüş olarak bakıyorum. Yerlilik dediğim zaman aklımıza Türkiye geliyor. Türkiye'nin bu noktadaki varlığı bir şekilde Batı'yı yüzyıllardan beri rahatsız ediyor. Niye? Çünkü istedikleri gibi at koşturup Ortadoğu'da istedikleri hamleleri yapamadılar. Biz Ortadoğu'ya sahip çıkma iddiasının gereklerini tam olarak yapamasak bile bundan oldukça rahatsızlar.

ÜLGEN:
O zaman; biz bir yerli arıyoruz mu diyeceğiz?

UMAY: Evet, aranan yerli bulunamadı!
BİZE ULAŞIN