Dünya o kadar büyük değil, hatta küçük, ben sığıyorum, ben sığamıyorum… Herkesin sığdığı yere sığmayansa sen...
Hoş geldiniz…
Buruk bayramları geride bırakıp, hoş geldiniz. Boş bıraktığınız sokaklardan, evlerden; çocuklar sürgün, sesler sürgün…
Hoş geldiniz, bir sürgün hayatı olup aktınız, hâlbuki zor bu iş… Evinden uzakta, zamanın ortasında, süresiz…
Bir Yunan teknesi, bir rüzgârgülü, susuz upuzun bir yaz günü…
Hoş geldiniz, neresi bu geldiğiniz yer? Yok sayılmış bir dramın ufuk çizgisi… Düşümüze giren evlerde anlatılır öyküsü, düşlerindeki vatan: konuştuğun tek yer…
Hoş geldiniz… Ne güzel yıldızlara bakmak alçak elma ağacının yaprakları arasından… Yorganı burnuna çekip nefessiz kalmak… Yaz akşamlarının galası bu son bardak çay… Sığınmak, sığınmak bir limana değil… Ya? Pek yabancı bir duyguya…
Hoş geldiniz, erken yatalım bugün, yarın 'umuda yolculuk' var. Başlasın artık burukluk yılları, bize sorsunlar nereye gittiğini ve hemen ardından: Hem kader, hem keder…
Dünya o kadar büyük değil, hatta küçük, ben sığıyorum, ben sığamıyorum… Herkesin sığdığı yere sığmayansa sen, çok büyük, çok çaresiz, çok sen…
Hoş geldin Kasım, hemen ardından kış geliyor vizesiz, yağmur çamur alınsa ya içeriye… Kışlardan Aralık, Ocak; birini dağ başında unutsak, birini bizsiz…
Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz… Bayramlar bitti artık, öbür seneye… Ve bayram artık bir kap yemekte, ekmek içinde, avuç içinde, hüzün içinde, gözünün önünde öylece…
Hoş geldiniz demiş miydim size daha önce? Tamamlanmamış bir köprüye adım atarken, bir nehirde karşıdan karşıya geçerken… Diyor ki;
"Biz sadece dünyadaki ıstıraba aitiz… Yorgun, hasta ve sarsılmış sessiziz… 'Endişeli üzgün' ve sonu belli olmayan bir bekleyişte, kendini güvende hissetmek için mülteciyiz…"