Aile sadece anne baba ve çocuklardan oluşan günümüzün modern aile tanımı olarak daraltılmamalı. Cenab-ı Allah İslam toplumunun nizamını ve esasını aile üzerinden teklif etmiştir. Evet, birey, insan teki çok değerlidir ve Kur'an-ı Kerim her insan tekinin anlayışı için inmiştir ama Kur'an-ı Kerim'i
okuduğunuzda veya Hazret-i Peygamber Efendimizin hayatına baktığınızda aile üzerinden bir aktarma görüyoruz. Cenab-ı Allah'ın yarattığı ve eşref-i mahlûkat olarak belirlediği insanı koruyan, insanın doğumundan ergenliğe ve daha sonrasında erişkinliğine, yaşlılığına kadar koruyup kollayan birincil çevredir aile. Bu yüzden aile kurmak ve onu korumak bizim için önemli olmalı.
Her çağda ayakta
"Aile tehlikede" diyerek tehlike çanları çalıyoruz belki haklı olarak. Ama aile tarih boyunca çok daha büyük sorunları aştı. Büyük ekonomik krizlerin
üstesinden geldi. Büyük savaşlar, büyük felaketler, büyük salgın hastalıklar karşısında o zamanın toplum öncüleri yok olacak diye düşündü. Bu krizlerde "aile dağılacak" dendiğinde de dağılmadı. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, sürgünler, büyük icatlar düşünüldüğünde aile her halükârda devam ediyor. Mesela Gazze'ye bakın, o şartlar altında bile aileler var oluyor; hâlâ ayakta olan bir kurum görüyoruz. Bizde de evet, günümüz şehir mimarisi büyüklerle aynı ortamda yaşamaya el vermese de çevremize baktığımızda insanlar anne, babasıyla, büyükleriyle aynı mahallede oturma ihtiyacı hissediyor. Ailenin köküne kibrit suyu dökülmüş değil yani. Hattatekrar ediyorum, bizim aileyi biraz daha genişleterek düşünmemiz gerekiyor.
İslam ümmeti aile esaslıdır. Yani biz ümmet olarak çok büyük bir aileyiz. Yeryüzü o uçsuz bucaksız kâinatın içerisinde düşünüldüğünde çok küçük bir yer. Hatta bir kelebeğin kanatlarındaki toz kadar ince, küçük. Burayı paylaşamıyoruz. Burayı kardeşliğin ve selametin gezegeni haline getirebilmenin yolu, kökenimizde aynı ailenin mensubu kardeşler olduğumuz bilincine erişmek geçiyor. Bu selamete erişmekle beraber küresel barışla aile olma bilinci arasında çok ciddi bir bağlantı var. Bu yüzden aileyi muhafaza etmek zorundayız.
Şehir mimarisini yeniden gözden geçirmemiz gerek
Evet, ailede köklü bir değişim yaşandı ve ailedeki dönüşüm sadece Müslüman aileler olarak ifade edebileceğimiz muhafazakâr ailelerde yaşanıyor denemez. Özellikle 1960'da ülkemizde gerçekleşen Sanayi Devrimi'yle, fabrikalaşmayla birlikte büyük kentlere göç oldu. Bu göçle birlikte köydeki yaşantının şehre aktarılması kolay olmadı çünkü şehir mimarisiyle köydeki yaşantının mimarisi birbirinden oldukça farklı. Köylerde ve kasabalarda geniş ailelere göre bir mimari vardı.
Küçük şehirlerde bu ailelerin birlikte yaşaması daha kolaydı ama şehir büyüdükçe, nüfus arttıkça şehir mimarisi küçük evlere yöneldikçe daha yalıtılmış aileler çıktı karşımıza. Çekirdek aile dediğimiz bugünün anne, baba ve çocuktan oluşan yapıyla karşılaştık. Hatta bu yapılarda çocuklar belli bir yaştan sonra okula gitmek için ya da evlenerek başka bir şehirlere gidiyor ve anne, babanın yalnız kaldığı
durumlar yaşanabiliyor.
Şehir mimarisi dediğimiz kavramı ele aldığımız ideolojik bir dayatmayla karşı karşıyayız aslında. 1+1 dediğimiz ev tipi günümüz modern insanını anlatan bir mimari örneği. 1+1'de salonda bir L koltuk vardır ve o L koltuğunun üstünde bilgisayarıyla uğraşır genç insan. Yan tarafta da yatar, uyur, sonra kalkar, işine gider. Bu 1+1'ler ve L koltuklar aslında günümüzün tekilleşmiş yalnızlığını, hayat hikâyesini anlatıyor. Burada "Bir dakika, ben Müslümanım, böyle olmayacağım" demek hiç kolay bir şey değil. Aynı mimariye hepimiz tabiiyiz.
Bu yüzden hem şehri hem mimariyi hem ilişkilerimizi hep birlikte yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. "Liberal kesim daha zor durumda, muhafazakâr kesim hiç olmazsa daha iyi konumda" diyemeyeceğim. Hepimiz aynı sorunları yaşıyoruz ve bütün aileler aynı çarkla karşı karşıyayız. İnsanın giderek metalaştığı, ailenin parçalandığı bir sosyal mikserin içerisinden geçiyoruz. Buna karşı oturup hep birlikte düşünmemiz icap ediyor.
Bir insansızlık girişimi
Günümüzdeki gayretlerin gecikmiş bir feminizm olduğunu ve tuzu kuru kadınların bunun öncülüğünü yaptığını düşünüyorum. Ben feminizm teorisinden çok istifade etmiş bir yazarım. Feminizm yıllar içerisinde değişti ve dönüştü ve tek bir kült feminizmden söz edemeyiz. Mesela şu anda özellikle Fransa'daki ve Almanya'daki feminist çevreler kutsal kitapla yeniden barıştı ve kutsal kitapları tekrar okumaya başladı. Ama bizde maalesef bu ideoloji 1960'ların diliyle "kadın ve erkeğin birbirinin düşmanı ve yok edicisi" olarak gösteren bir zeminde konuşuluyor adeta. Tabii Judith Butler'ın cinsiyeti "baş belası" olarak ifade etmesi bir dönüm noktası oldu ve noktadan sonra artık şöyle bir düşünce yayılmaya başladı: "Bütün kavgalar
erkek ve kadın farklılaşmasından kaynaklanıyor. Biz erkek ve kadın farklılığını ortadan kaldırırsak bu savaşlar bitecek. Herkes kadın olsa hiçbir savaş olmayacak."
Bu düşüncelerin üzerinde trans hareketi başladı. Korkunç bir şey bu tabii ki. İnsan ruhunu hiçe sayan, insanın biricikliğini sömüren, o biricikliği mahveden bir bozulma aslında. Yapıyı bozup tekrardan dekonstrüksiyon yaptıklarında kötü sonuçlarla karşılaşabileceğiz. Mesela kadın değil, erkek de değil, yeni üçüncü bir nesli hedeflediklerini söylememiz gerekiyor. Bunda çok başarılı olamadıklarını görüyorlar aynı zamanda, kendi iç muhasebelerinde bunu zaman zaman dile getiriyorlar.
Ama özellikle çocuklar bu konuda çok önemli çünkü onlar korumasız. Ailelerinin veya eğitimcilerininbaskıları altında sanki birmeta gibi bu trans çarkına itilebiliyorlar. Bu fevkalade feci bir şey. İnsanı yok etme ve bir insansızlık girişimi olarak görüyorum bunu. Yani bir ucu kadın erkeği sürekli rakip iki cins olarak gösterip aileyi de kadını ve çocuğu yok eden, cinsiyetleri bir değirmen gibi öğüten bir kötücül merkez gibi gösterme eğilimi var.
Tekilleşen aileden kopan kadını, erkeği ve çocuğu çok daha rahat harcayabilecekleri bir ortam, bir gelecek tasarlıyorlar. Tabii ki bu bizim açımızdan insanın harcanması, insanın değersizleştirilmesi olurken onlar açısından da yeni bir toplumsal tasarım anlamına geliyor. Yani erkek ve kadın, çocuk ve yetişkin gibi ayrımların olmadığı, çocukların seksüel birer nesne olarak var olacakları bir ortam tasarlıyorlar.
Toplumdan ve aileden kopuş
İstanbul Sözleşmesi'ndeki bütün maddeleri tek tek inceledik. İngilizce metninden de inceledik.. Birisi gölge metin, birisi asıl metin olmak üzere İngilizce iki metni var. Türkçede de iki aynı metin vardı zaten. Her iki metni de incelediğimizde burada çok ustaca düzenlenmiş ve aslında eşcinselliği meşrulaştırarak gündeme getiren, "herkesin hakkını koruyoruz" maskesinin altında eşcinselliği de kadın, erkek ve eşcinsel gibi üçüncü bir şık olarak insanlığa sunacak bir dil kullanmışlardı. Buna karşı bir mücadele verdik ve çok ağır eleştiriye tabi tutulduk. Bizimle çok sert dilde konuşan yazarlar vardı ama bakıyorum aynı yazarlar bugün aile konusunda konuşmaya başladılar. O gün bizi en ağır şekilde eleştirenlerin çoğunun bugün aile
sempozyumlarında konuştuğunu görmek çok enteresan. Sayın Cumhurbaşkanımız bir devlet politikası olarak artık aile ve ailenin önemini bildirdiği ve bu konuda çeşitli adımlar atıldığı için yazarlarımız da sivil toplumumuz da o şekilde bir hizaya geldi çünkü bizim sivil ya da sivil olmayan toplumumuz ve konuşan, yazan, çizen topluma önder olacak aydınlarımız biraz devletin yönlendirmesiyle hareket ediyor.
Aileye dair bu ciddi güvensizliklerde internetin küresel erişimi çok büyük bir devrim oldu. İnsanlar küresel anlamda iletişim kurarken mikro anlamda ailesiyle, arkadaşıyla, eşiyle, kardeşleriyle iletişim kuramamaya başladı. Çünkü bu internette, küresel iletişimde, sosyal medyada tekil olarak o işin üstüne giriyorsunuz ve hiç tanımadığınız insanlarla konuşuyorsunuz. Sanat alanında konuşuyorsunuz, dini alanda konuşuyorsunuz, modayı konuşuyorsunuz. Hangi ilgi alanlarınız varsa o alanlarla ilgili olarak hiç tanımadığınız insanlarla saatlerce konuşuyorsunuz. Ailenize ayıracak vaktiniz kalmıyor. Annenize ya da hasta bir kız kardeşiniz var ona ayıracak vaktiniz olmuyor. Sanal olana ise sınırsız vakit varken gerçeğe ayıracak vaktimiz yok. Bunu sadece biz yaşamıyoruz. Bu toplumsal dönüşümü ve bu sert devrimi bütün dünya yaşıyor ve ciddi bir yalnızlaşma, ciddi bir kopuş var. Hem aileden var hem de gerçek sivil toplumdan kopuş yaşanıyor. İnsanlar sadece bir makinenin başında bu işlerini hallettiklerini düşünüyorlar.