İsmihan Şimşek: SIKIYSA YÜZÜME SÖYLE…

SIKIYSA YÜZÜME SÖYLE…
Giriş Tarihi: 30.06.2025 13:46 Son Güncelleme: 30.06.2025 13:57
Aslında dünyaya en büyük kötülüğü kolektif olan yaptı. Çünkü kolektif olanın yüzü yoktu. Kitlenin yüzünün olmadığını söyleyen Bauman haklıydı. Normalde kendi başına suç işleyemeyecek bir kişi, kitle içinde o suçu kolaylıkla işleyebiliyordu. Çünkü kitle; suçun öznesini nesneleştirme görevi üstleniyordu. Böylece ortada suçlu olmuyor, kötülük kalabalıkların içinde kayboluyordu.

"Birisinin ölmesini umarsızca istiyorsan; senin için birinin hayatı o kadar basitse, bir klavye uzaklığındaysa, sen de ölmeyi hak ediyorsundur. Böylece dünyada ne kadar kötülük olsa da sadece iyilikle karşılık veren insanlar hayatta kalır". BLACK MIRROR- Sezon 3, Bölüm 6 (Sosyal Linç)- 2016

Bize benzemeyenlere karşı duyduğumuz öfke normal şartlar altında ve yüz yüzeyken asla kurmayacağımız cümleleri yazmaya, gösteremeyeceğimiz
saldırganlığı göstermeye neden oluyor. Halbuki insani olan kendisine benzemeyeni keşfe çıkmak, ona merakla yaklaşmak, empati kurmaya çalışmak, yollar buna rağmen birleşemiyorsa saygı duyarak birlikte yaşamayı öğrenmekti. Olmadı…

İnsanın ilkel, beşeri güdüleri yaratılışından itibaren başına hep bela oldu. Bireysel kötülüğün yanı sıra kolektif kötülükler de tarihin gidişatında önemli roller üstlendi. Savaşlar, soykırımlar, zulümler, insanlığa büyük yıkımlar getiren icatlar, bilime ya da topluma hizmetmiş gibi görünen ama aslında geri dönülmez hasarlara yol açan buluşlar… Aslında dünyaya en büyük kötülüğü kolektif olan yaptı. Çünkü kolektif olanın yüzü yoktu. Kitlenin yüzünün olmadığını söyleyen Bauman haklıydı. Normalde kendi başına suç işleyemeyecek bir kişi, kitle içinde o suçu kolaylıkla işleyebiliyordu. Çünkü kitle; suçun öznesini nesneleştirme görevi üstleniyordu. Böylece ortada suçlu olmuyor, kötülük kalabalıkların içinde kayboluyordu. Linç kültürü de işte bu konforlu alanın vazgeçilmezleri arasında oldu her zaman.

Toplumsal kültür, normatif yapı, toplumsal tabakalaşma, dinî kimlikler, toplumsal cinsiyet algıları, kolektif önyargılar ve tabularıyla birlikte tüm bunları
tarihsel arka planda canlı tutan kolektif hafıza, lincin akışını doğrudan etkiliyor. Sayılan faktörlerin tamamı, değişen oranlarda linç anında kitlenin davranışlarına yön veriyor. Linç grubuna önderlik eden daimî ya da geçici lider, mağdur aleyhinde ürettiği mesajla kitleyi kışkırtarak ilk kıvılcımı çakar. Mıknatıslanmayı başlatır. Kitlenin hızlıca bir araya gelerek yaşadığı şuur kaybında kolektif hafızanın yanı sıra yetersizlik, değersizlik ve suçluluk duygusu gibi patolojik bireysel arka planların etkisi de yadsınamaz.

Demir tozları âleme nizam veriyor (!)

Sorunlu hikâyelere sahip kişiler, mıknatıslanmaya elverişli demir tozlarına benzerler. İstenen her şekli almaya müsait bir ruh yapısına sahip olan kişiler, her zaman mesaja ilk cevap verenlerdir. Böyle kişilerin yoğunlukta olduğu gruplar, her durumda mütecaviz bir kitle oluşturmayı kolayca başarırlar. İlk provokasyon, mıknatıslanan kişilerin bireysel kimliklerini terk ederek grup kimliğine geçmesine sebep olur. Bu işlem bir kere gerçekleştikten sonra eylem sona erip rastgele oluşan grup dağılana kadar bireyden bahsedilemez artık. Bir kıvılcımın nasıl bir yangın çıkardığına en iyi örneklerdir linç olayları.

Klavye arkasına saklanıp, anonim isimler kullanarak yapılan sosyal medya linçleri ise bugünün "âleme nizam vermeye çalışma" girişimidir. Dijital çağın yaygın olan patolojilerinden narsisizm sadece kibir olarak değil, kabul görme ihtiyacı ve empati yoksunluğu ile de kendini gösterir. Bu kabul görme ihtiyacı kişiyi, toplumun önde gelen isimlerinin, ünlülerin, çok takipçili hesapların yaptığı paylaşımların peşinden gidip, onların estirdiği rüzgarla tepkisel paylaşımlar yapmaya ve bu paylaşımlarla "bakın ben de sizin gibiyim" mesajını vermeye iter. Çünkü kendisinin özel olduğunu düşünür ve bu durumun "değerli kişiler" tarafından kabul görmesiyle devam edeceğine inanır. Başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmez ve kendi hedeflerine ulaşmak için başkalarını manipüle etmekte bir sakınca görmez.

Sanal linç, fiziksel linç eyleminin tüm dinamiklerine sahip olsa da her iki linç kitlesini ayıran bazı temel özellikler var. Öncelikle sınırsız sorumsuzluk ve özgürlük düşüncesi sanal kitlenin çok daha kolay toplanmasını sağlıyor. Saldırıları genellikle duyarlılık kisvesiyle gizlediklerinden eylemlerini meşrulaştırmaları çok daha kolay. Türkiye'de de dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi aşırı duyarlılık içeren belli başlı konular var. Bu duyarlılık öyle noktalara ulaştı ki sosyal medyada mayın tarlasında yürüyen Süper Mario gibiyiz. Herhangi bir şey yazmadan önce nereden yumruk yiyeceğimizi iyi hesaplamamız lazım.

Linçten korunma kılavuzu

Sosyal medyayı kullanırken mayınların üstüne basmamak için bir kullanma kılavuzu edinmeniz gerekiyor. Bu kılavuzu kendiniz de birkaç gözlem yaparak oluşturabilirsiniz. Mesela eğer kadınsanız en iyisi hiç sosyal medya kullanmamanız, erkekseniz de kadınlarla ilgili herhangi bir konuda görüş belirtmemeniz gerekiyor. Diyelim ki kadınsınız ve beğendiğiniz bir fotoğrafınızı sosyal medyada paylaştınız. Yorum ya da mesaj olarak yiyeceğiniz linçlerin başında güzel olup olmadığınız, bu çirkinlikle neden fotoğraf paylaştığınız, giyim tarzınız, makyajınız, eğer tesettürlü iseniz saçınızın görünüp görünmediği, giyiminizin tesettüre uygunluğu, yazdıklarınızın bir "bayan"a yakışıp yakışmadığı gibi pek çok konu linç nedeni olabilir. Kadınların iş hayatında var olması, nasıl doğurması gerektiği, kürtaj, kadına "bayan" denmesi artık çok alışageldiğimiz linç konuları arasında.


LGBT ile ilgili eğer olumsuz paylaşımlar yaparsanız LGBT lobisinin üzerinize bir anda nasıl çullandığını görecekseniz. Sokak hayvanları ile ilgili mama lobisinin hoşuna gitmeyecek bir şey mi yazdınız? Bence o sosyal medya hesabını bir daha açmayın. Sağdan soldan haşat edileceksiniz. Asla siyasi görüşünüzü belli edecek paylaşımlar yapmayın, kimin neyi nasıl anlayacağını kestirmeniz mümkün değil. Eğriye eğri, doğruya doğru demeyin. Aman canım, zaten size ne? Aleyhinize delil olarak kullanılacak ekran görüntüleri lobisi emin olun iş başında avlarını bekliyor.

Sosyal medyada takipçilerinizin hoşuna gidecek ama sizin için hiçbir şey ifade etmeyecek şeyler paylaşın. Bu döngünün dışına çıkmaya çalışırsanız asla kimse size acımayacak. Kabul görmek için gerçek fikirlerimizi hiçe saymalıyız. Korkunç değil mi? Bu yüzden sosyal medya kitlesi, kendisine bile ait olamayacak kadar savruktur. Geçerli konjonktür dışında, söylemleri ve eylemleri arasında birliği sağlayacak muhkem bir değer yargısından mahrum ve merkezsizdir.

Fenomen hesaplar linçten besleniyor

Sakın "benim az takipçili hesabım kimin umurunda" demeyin. Yazdığınız bir içerik çok takipçili birinin önüne düşer de onu alıntılarsa, linçlemek için de ilk ateşi yakarsa, bittiniz. Unutmayın Türkiye, zenginlerden ve gösterişten nefret eder, nefret ettiği kadar da onların hayatını izlemek ister. Sahip olamadığı şeylerin hıncını sahip olanlardan çıkarmak için sosyal medya biçilmiş kaftandır. Tıpkı Baudrillard'ın dediği gibi yaşadığımız kültür bir "hınç kültürü"dür. Aynı kültürün içinde, ötekine duyulan hıncın arkasında kendimize karşı duyulan hıncın olduğunu tahmin etmek gerekir ve bu hınç kendi kendimizin yıkımına dek gidebilir. Gösterişli hayatların paylaşıldığı sosyal medya hesaplarına yapılan linçler hesap eğer bir fenomene ait ise aslında o sosyal medya hesabının etkileşimi artıran ve daha çok para kazanmasını sağlayan bir etki oluşturur. Yani aslında bazı tahrik edici paylaşımlar "linçlenmesi için" özellikle yapılır. Ulaşılamayan bu hayatları takipçiler izledikçe kendi hayatları ile kıyaslayıp yıkım yaşarlar.


Dinle ilgili yapılan paylaşımlar, bazı kanaat önderleri ve hocaların fetvaları, sansasyonel açıklamaları da linçlerin vazgeçilmezidir. Kimileri "gerçek İslam bu değil" diye tebliğ görevi üstlenirken diğerleri de "işte yobazların gerçek yüzü" diyerek delinin kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışır. Din sosyal medyada geleneksel medyada olduğu gibi her zaman tartışma konusudur. Sosyal medyanın raconunu artık onlar da çözmüş olacak ki tartışma yaratacak konularla ilgili paylaşımlar kimi hocaların vazgeçilmezi haline geldi.

Sosyal medyada en çok rastladığımız linçlerden biri de markaları linçlemek. Markaların kusurlu ürünleri, tuhaf reklamları, siyasi ya da herhangi bir toplumsal meseleye karşı duruşları her an linç sebebi haline gelebilir. Hatta birçok kez markanın yöneticisinin yaptığı bir paylaşım da markaya mal edilerek karalama kampanyası başlatılır. En komik ve ironik olan ise bir markanın hiçbir şey yapmadan linç edilmesidir. "Biz neden
boykot edildiğimizi anlamadık" diye bir açıklama yapmak zorunda kalabilirler. Yeter ki hedef gösterilsin ve yeterince öfke birikmiş olsun. Nedeni ve nasılını kimse düşünmek istemez.

Bir toplumsal mesele hakkında hiç paylaşım yapmadığınızda "neden paylaşım yapmadın?" denilerek işleriniz iptal edilebilir. "İşim dışında paylaşım yapmıyorum" gibi ilkeleriniz olamaz. Onların istediği gibi, onların istediği kadar alanda "özgürleşmek" zorundasınızdır. Özgürlük için onların sizi kısıtlamalarına boyun eğmeniz gerekir. Sonuç olarak paylaşım yapsanız da yapmasanız da linciniz bir kenarda sizi beklemektedir. Prenses kurtulacak mı?

Sosyal medya, birilerine özgürlük verirken birilerinin kişisel özgürlüklerinin elinden alınmasına, birilerine ifade ve iletişim alanı sunarken birilerinin kendilerini ifade etme ve iletişim kurma haklarının sınırlanmasına, birilerinin pozitif itibar yaratmalarını kolaylaştırırken birilerinin itibarlarını çok kısa bir sürede tamir edilemeyecek şekilde yıkmaya, birilerine iş olanağı sağlarken birilerinin işlerinin elinden alınmasına yol açar.

"Sosyal medya linci" ise üstesinden tek başına gelmenin zor olduğu bir durum. Kişiler ve markaların kriz yönetimi artık "kriz çıkarmama" üzerine odaklanmaya başladı. Bu nedenle ünlü, influencer ve marka hesapları toplumu ilgilendiren olaylarda olabildiğine sağduyulu hareket etmeye çalışıyor. Yine de kriz anlarında tepkinin nereden geleceği bilinmediğinden çoğu paylaşım yapmaktan çekiniyor. Kimi durumlarda "paylaşım yapmamak" da bir anda krize dönüşebiliyor.


Kimi zaman ise hiç olmayan şeyler de linçlenir. Mesela bir videodan belirli bir kısmın kırpılmasıyla manipülasyon dolu bir görüntünün hesaptan hesaba yanlış bir bilgiyle dolaşması, hızla yayılması bir kişiyi insan içine çıkamayacak hale getirebilir. Gerçekte videonun aslının öyle olmadığı, böyle bir olayın gerçekleşmediğini anlatmaya çalışmak çoğu zaman işe yaramaz. Yuvarlanan kartopu hedefteki kişinin ya da kurumun üstüne doğru hızla yol alır.

Bütün bu mayınlardan, yumruklardan, üzerinize atılan toplardan kurtulup oyunun seviyelerini geçebilirseniz psikolojik olarak sağlam kalabilirsiniz belki. Oyunun sonunda kurtarılmayı bekleyen prensesler olsa da herkesin kendi paçasını kurtarmaya çalıştığı sanal bir dünyanın içinde kurtarıcı bekleyenler daha çok bekleyecek gibi duruyor. İnsanın en ilkel dürtülerinin arenası olan sosyal medyada her daim ayık ve dikkatli adımlar atmak şart. Burada en büyük sorun sosyal medya kültürünün gelişmemesinden kaynaklanıyor şüphesiz. Linçlerin önüne geçmek pek mümkün görünmüyor. Geçmişte başka türlerde karşımıza çıkan linçler bugün dijital dünyada sahneleniyor. Bunun medeni kullanıcılar için kısmi çözümü, her yaştan kişinin bu konularda bilinçlendirilmesi ve dijital okuryazarlığın geliştirilmesi olacak.

BİZE ULAŞIN