ELHAMDÜLİLLAH ATEİSTİZ!

Cengiz Alğan 04 Mart 2025, Salı

Uzun zamandır yorgun hissediyorsunuz. Üstelik yaşadığınız monoton hayattan da çok sıkıldınız, değişiklik arıyorsunuz. Herkesin gidip sosyal medyalardan fiyakalı fotoğraflar paylaştığı şu meşhur yurt dışı tatil beldesine gitmek için dayanılmaz bir istek var içinizde. Ama ne çare ki yeterli paranız yok. Ayrıca çalışmıyorsunuz, yani bir maaşınız da yok ki tatil parası biriktiresiniz. Tatil kredisi çekeyim deseniz bankalar size kredi
vermez. Hem zaten pasaportunuz da yok. Olsa da vize alabileceğiniz meçhul. Tablo çok karamsar.

Ama üzülmeyin, bir çaresi var. Tüm bu sorunları bir çırpıda çözebilirsiniz. Hem de odanızdan bile çıkmadan! Yeter ki adımları doğru atarak manifestleyin! Önce hedeflerinizin, umutlarınızın, hayallerinizin ne olduğunu belirliyorsunuz. Bunları evrene de yüksek sesle sormayı ihmal etmiyorsunuz. Evrenle "sağlıklı" bir ilişki kurabilmek için niyet veya hedefinizi meditasyon yoluyla iletirseniz doğru cevaplar şıp diye geliveriyor.


İstediğiniz şeyin ne olduğunu bir kâğıda yazıp görsellerle zenginleştirirseniz (mesela araba istiyorsanız araba resmi çizmek gibi) evren size daha çabuk cevap veriyor. Tabii bu arada içinizdeki korkulardan, yetersiz, değersiz olduğunuz gibi duygulardan kurtulmuş olmanız gerekiyor. Duygu ve düşüncelerinizle evrene sürekli kötü ve negatif enerji göndermemeniz de şart. Aksi halde aynı negatif enerjiyi üzerinize çekersiniz maazallah. Pozitif olun ki geri dönüş de pozitif olsun. Sonrası kolay. Pencerenin kenarına oturup bekliyoruz, evren istediğimiz her neyse onu yolluyor.

Sekülerlerin "manifesting" merakı
Dijital derebeyliklerin dolambaçlı yollarında kaybolan insana, içine düştüğü derin boşluktan çıkış rehberi gibi sunulan son "trendlerden" biri "manifesting." Emek yok, çaba yok, gayret yok, sadece "doğru yöntemlerle" istemek var. Çantan mı eskidi? ÇANTA yaz - aman boşluk bırakma - evrene gönder - çantan koluna gelsin. Peki bu evren sana bunu (nasılını geçtim) neden yollasın? Çünkü "ben değerliyim, biriciğim, vazgeçilmezim, her şeyin en güzelini hak ediyorum."

Sosyal medyalarda bu ve benzeri akımlara hevesle katılanların profillerini incelediğimizde, karşımıza büyük çoğunlukla "seküler yaşam tarzını" benimsemiş, tanrıya, dinlere, değişmez kutsal metinlere, dini kurum, yapı ve kişilere, ibadete oldukça uzak, hatta bunları toptan reddeden, bazen de şiddetle eleştiren kişiler çıkıyor. Genellikle dinsel inancın bilimle çatıştığını, çeliştiğini söyleyip bilimin tarafını tuttuklarını gururla duyuran kimselere hemen her yerde rastlamak mümkün.

Bu anlayışa göre bir tanrının varlığına inanan kişi bilim dışına çıkmıştır. Dolayısıyla bağnaz ve hatta giderek yobazdır. Din ve dindarlığa bu sığ bakış esasen ülkemizde yerleşik bulunan yüzeysel laiklik anlayışının bir sonucudur. Şahsen bugüne kadar "Bilim de neymiş, ben Allah'a inanırım" diyen bir tek dindara bile rastlamadım. Aksine, inançlı insan için bilim tanrının yarattığı varlık aleminin izah aracıdır.

Basitleştirerek söylersek; Allah suyu yaratmıştır. Bilim suyun iki hidrojen bir oksijen atomunun birleşmesinden oluştuğunu, 100 derecede kaynadığını, sıfır derecede donduğunu araştırıp bulur. Ama inançlı insan için, bilim bunları araştırıp buldu diye suyun yaratılmış olduğu gerçeği ortadan kalkmaz. Suyu oluşturan oksijen yakıcı, hidrojen yanıcı bir gaz olmasına rağmen, ikisi birleşince ortaya söndürücü bir maddenin çıkıyor oluşunu bilim açıklayabilir. Ama bu açıklamayla bilim bir yaratıcının varlığını inkara kalkmış olmaz ki zaten bilimin böyle bir hedefi de olamaz.

Dindar akla ve bilime daha saygılıdır çünkü ona göre bilimi üreten aklın sahibi de Allah'tır. Yani inanan biri için akıl ve bilim dinin karşısına itilecek değil, aksine kucaklanacak, özümsenecek, beslenecek ve geliştirilecek olgulardır. Çünkü bu tanrısının ona verdiği bir vazifedir.

İslam'a duyulan özel alerji Yukarıda verilen örnekteki manisfesting akımı bugünün modası olsa da aslında geçmişte de çok sayıda benzer akımlar var. 20. yüzyılın sonlarında Kuzey Amerika'da ortaya çıkan New Age akımı içerisinde yer alan pek çok modelde benzer yaklaşımlar görüyoruz. New Age akımı yaygınlaştığı dönemlerde panteizm, panenteizm, politeizm, astroloji, ekoloji ve hatta UFO dinleri denilen uygulamaları da içeren, yarı dinsel (quasi religion) inanışlara literatürde verilen jenerik bir isim.

Bir dindar, su hakkında bilim insanlarının yukarıdaki keşiflerini öğrendiğinde, Allah'ın sanatının büyüklüğünü idrak ederek kendi inancını pekiştirir. Hatta bu keşifleri yapabilmesi için insana bahşetmiş olduğu akla saygısı da artar. Bu haliyle bir dindarın bilime ve akla yaklaşımı bir ateiste, deiste, agnostiğe göre çok daha "bilimsel"dir.

Hem Doğu'nun hem Batı'nın dinlerinden ve felsefi akımlarından etkilenen, meditasyon, reenkarnasyon ve çeşitli psişik tecrübelere ilgi duyanların oluşturduğu bir alt kültür denebilir buna. Bu "inançlara" göre insanın içinde kozmik bir kuvvet vardır ve bu kuvvet onun fiziksel ve psikolojik sorunlarının üstesinden gelmesini sağlar. Aynı kuvvet evrendeki bazı merkezlerden de enerji hatları şeklinde yayılır. İnsanlar bilinçlerini yeterince geliştirirse herhangi bir dışsal otoriteye (yani tanrıya ve dinlere) ihtiyaçları kalmayacaktır.

Görüldüğü kadarıyla manifesting benzeri akımlarda kişiler, inanç sistemleri içindeki tanrıyı ve dinleri çıkarıp, yerine evreni ve onun neresinden geldiğini bilmedikleri enerjiyi koyuyor. Dua etmiyor, onun yerine evrene mesaj yolluyor; namaz kılmıyor, meditasyon yapıyorlar. Bir nevi "ithal ikameci" anlayış gibi değil mi?

Bizde bu tür akımların özellikle de seküler kesimlerde hızla yayılmasının totalde tüm dinlere değil, İslam'a duyulan özel alerjiden kaynaklandığını düşünüyorum. İki asırdan ama özellikle Cumhuriyet'in kuruluşundan beri İslam'ın "terakkiye mani" (ilerlemeye engel) olduğu ezberletilmiş zihinlere
sahip kişiler, Müslüman olmadıklarını göstermek için kılıktan kılığa girmeye razı geliyor. Giyim tarzlarıyla, gündelik konuşmalarında özenle seçtikleri kelimelerle, alkollü içki kullandıklarını her fırsatta gösterme iştahlarıyla, ezan sesinden rahatsızlıklarını günde beş vakit dile getirmeleriyle, kendilerinin zinhar Müslüman olmadıklarını ispatladıklarını düşünüyorlar.

Sıradan sohbetlerde, örneğin "inşallah" kelimesini yılların alışkanlığıyla ağzından kaçıracak olsa hemen "umarım" diye düzeltenlere sık sık rastlarız. Ölen birinin ardından sırf "Allah rahmet eylesin" dememek için "ışıklar içinde uyusun", "yıldızlar yoldaşı olsun", "yattığı yer incitmesin", "devri daim olsun" gibi zorlama tabirler kullananlar daha da fazladır.

Kendini Müslümanlardan ayrıştırma konusunda gösterilen bu biçare çaba o kadar saçma noktalara savrulabiliyor ki pek çoğu alfabelere bile düşmanlık sergileyebiliyor. Bir metnin Arap harfleriyle yazılmış olması tek başına tiksinme sebebi olabiliyor. Belki uç bir benzetme olacak ama bu tür insanlar Marks ile Engels'in yazdığı Komünist Manifesto'nun Arapça çevirisini yerde bulsalar öfkeyle yırtıp parçalarlar.

Yıllar önce bir arkadaşım, sosyal medya iletilerimde "Allah" ismini büyük harfle yazdığım için "Sen çok değiştin. Bir şeyler oldu sana" demişti. "Özel isimler büyük harfle yazılır" şeklindeki Türkçe gramer kuralını hatırlatmam işe yaramadı. İbretlik bir örnek olarak hiç unutamadım.

Piyasaya sürülen hezeyanlar
Dünyanın her yerinde inançsızlığın yarattığı boşluktan veya başka sebeplerle, çeşitli akımlara yönelen insanlar elbette var. Bunların engellenmesi de hem mümkün değil hem doğru değil. Ama bizde bu tür akımlara yönelmenin adeta doğal sonucu, herkes için değilse de çoğunluk için, İslam'a alerjiye, hatta giderek düşmanlığa dönüşüyor.

Bu durumun gündelik hayata yansımaları olduğu gibi siyasi alana bakışı da etkilediği muhakkak. "Laikçi" olarak adlandırdığım bu kesimler, herhangi bir olay vuku bulduğunda, bunun siyasi, sosyal, iktisadi gibi sebeplerden önce içinde Müslümanların olup olmadığına bakarak değerlendirmede bulunuyorlar.

Son 10-15 yılda yüzlerce örneğini gördük. Örneğin bir kurumda tekil bir taciz vakası yaşanır veya bir başka kurumda bir yolsuzluk açığa çıkar. Eğer o kurumun ucundan kıyısından Müslümanlarla bir ilişkisi varsa (mesela dindarların devam ettiği bir kurs veya öğrenci yurdu) tek bir kişinin işlediği o suç bütün dünya Müslümanlarına mal edilir. Hatta onların partisi olduğunu varsaydıkları siyasi partilere de hızla tahvil edilerek aylarca davul zurnayla suçlama ayinleri düzenlenir.

Son dönemin iki uluslararası olayında da çok benzerini gördük. İlkinde İsrail'in 80 yıldır zulümle inlettiği Filistin halkı, Gazze'de, 7 Ekim'de soykırımcılara bir karşılık verdi. Laikçiler (laiklik pazarlamacıları) İsrail'in bütün tarihi boyunca yaptıklarına çıkarmadıkları kadar gürültüyü Hamas'ın taarruzuna karşı çıkardılar. Dünün soğumuş temcit pilavları hemen yeniden ısıtıldı, "kafa kesen, tecavüzcü Müslümanlar" plakları hemen yeniden piyasaya sürüldü.

İkincisi de 8 Aralık Suriye Devrimi sırasında yaşandı. Suriye'nin son diktatörü Esad kaçana kadar 13 yıldır, Sünni Müslümanlar zulüm altında perişan halde yaşıyorlardı. Devrim sonrası ortaya çıkan kanıtlar, hapishane koşullarının en net görüntüleri, cesetlerin yer kaplamasın diye pres makinelerinde
ezilip toplu mezarlara gömüldüğü ortaya çıkmasına rağmen, laikçilerin aklına ilk önce Aleviler ve diğer azınlıklara ne olacağı sorusu geldi.

Yine aynı yalan haberler yayıldı, yine kafa kesme hikayeleri dolaştı. Çünkü bizdeki alerjikler emperyalist Batı'nın çizdiği "barbar Müslüman" dolmalarını çoktan gönüllü olarak yutmuşlardı. Daha devrimin üzerinden üç gün geçmemişken, yeni yönetimden beklentiler sıralandı ve bunların en başına da "Laiklik olacak mı? Alkol yasaklanacak mı?" soruları yerleştirildi.

Sokağa dökülüp kutlama yapan milyonları, savaştan kaçıp yurdunu terk edenlerin akın akın sınırlara döndüğünü görmek istemediler bile. Ezici büyük çoğunluğun Esad'ın alaşağı edilişinden duyduğu mutluluğu ve sevinci anlayamadılar, ortak olamadılar. Tersine, 13 yıldır "Ne işimiz var Suriye'de?" diyenler, devrim olunca birden aydınlanıp Suriye Alevilerine "derhal gönül koridoru kurulsun, hepsi Türkiye'ye davet edilsin" demeye başladı. Oysa düne kadar "Suriyeliler gi-de-cek!" diye seçim kampanyası yürütenler de onlardı, bu slogana oy verenler de.

Zihinleri İslam alerjisiyle buruşmuş kitleleri bir mantık dizgesi içinde anlamaya, hezeyanlarına cevap üretmeye çalışmak beyhude. "Ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhu"nun ne olduğunu bir gün anlamaları için "inşallah" diyelim, yeter.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.