HAYMATLOS
Oturduğu minderin üzerinde herhangi bir canlının bulunduğunu gösteren tek emare mütemadiyen kıpırdamakta olan büyük gözleriydi. National ve Barrington caddelerinin köşesindeki kafenin geniş sandalyelerinden birine gömülmüş, şüpheci bakışlarla etrafı süzüyordu. Ellili yaşlarındaydı, hayli kiloluydu, saçlarının ortası tamamen dökülmüştü ve ablak suratlıydı. Dikkat çekmek için espri yapmak zorunda olduğunu düşünen insanlardı ki bu sayede tanıştık kendisiyle.
Anlattığına göre Emil'in annesi Bulgaristan'ın meşhur dilbilimcilerindenmiş, babası hatırı sayılır bir sanat eleştirmeni… Emil çocukluğunu hayatının en mesut dönemi olarak hatırlıyor. Çocukluğuna dair hatıraları fevkalade canlı… Misal vermek gerekirse: Haşarı bir çocuk olan küçük Emil annesi tarafından babasının çalışma odasına girmemesi konusunda uyarılır. "Ayrıca gürültü de yapma. Babanın dikkatini dağıtacaksın." Soyut kavramlara henüz hakim olmayan Emil, 'dikkat' kelimesinin babasının odasını kaplayan sigara dumanı olduğunu zanneder.
Emil'in ilk gençliği ailesinin sağladığı bu konfor içerisinde şekillenir. geçinÜlke komünisttir, evet ama bazı insanlar daha eşittir. Küçük yaşlarda
sanata yönelir. Çocuk tiyatrolarından başlayarak oyunlarda rol alır. Yazdığı çocuk hikâyeleri ülke çapında ün kazanır, hatta UNESCO yıllığına bile girer. Sofya'nın en merkezi caddelerinden birinde genişçe bir apartman dairesi, Filibe'de bir bağ evi, çevresinden eksik olmayan dostlar, adeta Muhteşem Gatsby gibi bir hayat. Bir süre sonra daha çok aktrisle tanışırım umuduyla rejisör olmak ister fakat başaramaz. Babası ölünce onun işini devralır: Sanat eleştirmenliği.
Gizli cemiyet mensupları
Onu tanıdığımda Emil gizli alkolikler kulübünün bir üyesiydi. Sarhoş olup sarhoşluk hakkında fıkralar anlatmanın kendisini sevimli gösterdiğini düşünüyordu. Bir gece yarısı karısı Vasia aradı ve Emil'in iyice saçmalamaya başladığını söyleyip benden yardım istedi. Saat gece yarısını geçmek üzereydi. Onu alıp Santa Monica caddesi üzerinde daha çok hippi kılıklı müşterilerin devam ettiği bir kafeye götürdüm. Bana saygı duyar ve benden çekinirdi. Muhtemelen Grange'ın Kurtlar İmparatorluğu'nda anlattığı türden bir teşkilatın gizli üyelerinden olduğumu zannediyordu. Birkaç kez yüzünü yıkadı ve oturup kahvesini içmeye başladı. Saatler boyunca alkol iptilasının hayatını nasıl mahvettiğine dair hikayeler anlattı.
Bunlardan biri şöyleydi: Çalıştığı gazete tarafından taşrada düzenlenen bir film festivalini takibe memur edilen Emil, festivalden önceki gece olay yerine ulaşır. Kalacağı otelin lobisinde arkadaşlarıyla karşılaşır. Dört kafadar otelden çıkarak ekiptekilerden birinin sayfiyedeki evine giderler. Emil işini garantiye almak için lobide bulduğu bir broşüre dayanarak "Bulgaristan sinemasının inkişafına dair" tumturaklı bir yazı kaleme alarak gazeteye postayla göndermiştir. Arkadaşlarının evinde günlerce takıldıktan sonra Sofya'ya döner ve kovulduğunu öğrenir. Çünkü festival programı değişmiş, bazı filmler çekilmiş, büyük protestolar yaşanmıştır.
Bulgaristan'ı bilenler demir perdenin dağılmasından önceki son on yılın biraz sıkıntılı geçtiğini hatırlar. Bu dalgadan Molho ailesi de etkilenir. Önce karısı Vasia ve üç yaşındaki kızları Sheyla kaçar ülkeden. Viyana'ya gidip Emil'i beklemeye başlarlar.
Mülteci kampında bir yıl
Burada bir parantez açarak Vasia'dan söz etmek gerekir. Yılların acıları çizgi çizgi yüzüne nakşettiği yorgun fakat zarif bir kadın… Emil'in gamsızlığı onu bir kat fazla yormuş. Oradan oraya sürüklendikleri yıllar boyunca ailenin derdini çekmek hep ona düşmüş. Emil'in punduna getirip yerli yersiz şakalar yapma ve münasebetsiz fıkralar anlatma huyunu bir türlü terk etmediği yıllar boyunca kederin ununu elemiş. Aileyi bir arada tutan şey kâğıt üzerindeki evlilikleri değil hayat şartlarının zorluğu olmuş. Tek maaşla geçinmenin zorluğu sebebiyle bir arada yaşayıp gitmek zorunda kalmışlar. Sorarım size, bu garibanlık değil de nedir?
Karısından bir yıl sonra Emil de Bulgaristan'dan kaçmaya muvaffak olur. "Yalnız geçirdiğim o yıl benim için bir felaketti" diyor. "Kimse bana iş vermiyordu. Yakın arkadaşlarım bile benden vebalıymışım gibi kaçıyordu. Mütemadiyen izleniyordum ve bir yıl içerisinde bütün zenginliğimi
kaybettim." Bir punduna getirip o da kaçar. Yahudi göçmenleri himaye eden bir enstitüye sığınır. Anlattıklarından bu enstitünün Yahudi göçlerini düzenlemekte mühim role sahip bir organizasyon olduğunu ve özellikle İsrail'e nüfus temini için gayret gösterdiğini anlıyorum. Dünyanın çeşitli
ülkelerinden, özellikle Rusya'dan gelen yoksul Yahudilerin bir süre ağırlanıp akabinde İsrail'e yollandıkları bir kamp burası.
Bulgaristan'ı terk eden Emil artık vatansızdır. Uluslararası hukukta herhangi bir ülkeye tabiyeyi olmayan kişiler için ihdas edilen özel hukuki statüye tabi olur. Viyana'daki kampta iyi derecede Rusça bilmesi sebebiyle kendisinden çevirmen olarak yararlanılır. Ailesi Yahudi olmasına rağmen Emil, Yahudilikle yeniden tanıştığı mekan olarak tanımlıyor bu kampı. İsrail'e gitmeyi kabul edenler kısa sürede uçağa bindirilip gönderildikleri halde Kanada'ya ya da Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek isteyen Emil ve ailesinin işlemleri bir yıl sürer. Nihayet Kanada'ya iltica etmeyi başarırlar.
Yahudiliğin yeniden keşfi
Emil'in Kanada'daki hayatı sanatçılara sağlanan kolaylıkların gölgesinde nisbeten rahat geçer. Aktörler Birliği'ne, Yazarlar Birliği'ne envai çesit birliklere üye olur. Çeşitli filmlerde önemsiz rollerde oynar fakat sendika üyesi olduğu için hayatını idame ettirmesine yetecek paradan fazlasını rahatlıkla kazanır. Her şey yoluna giriyor gibi görünse de Kanada, Molho ailesinin huzurunun neredeyse bir daha tesis edilmemek üzere yıkıldığı yer olur. Viyana'daki kamptan daha komforlu, Sofya'daki istibdattan daha güvenli bir yerdir Kanada fakat ailenin aynı zamanda eski günlerin zaman zaman da olsa hissedilen mutluluğunu aradığı bir yerdir.
Vasia Kanada'ya taşındıktan sonra giderek dindarlaşır. Kendi ifadesiyle Emil karısının evden çok kilisede vakit geçirmesinden rahatsız olup tuhaf gönül ilişkilerine karışır. İlginç arkadaşlıklar ve enteresan maceralar. Üstüne üstlük sorumsuz davranışları sebebiyle Emil, kendisini karşılayıp
Kanada'ya intibak etmesine yardımcı olan Yahudi Cemaaati'nin de dışına itilir. Bu sorumsuz davranışların neler olduğunu sorduğumda anlattıkları beni günlerce güldürdü.
Emil Kanada'ya inmesiyle birlikte kendisini cumartesi günleri dünya nimetleriyle bütün alakasını kesen türden ortodoks bir Yahudi grubunun içinde bulmuş. Aile adı Yahudi Tarihlerinde Seferadların önde gelenlerinden biri olarak geçmesine rağmen Emil'in Yahudiliğin pratiği hakkında hiçbir malumat ve tecrübesi yoktur. Üstelik alkol iptilası tekrar nüksetmiştir. Akşamdan kalma bir halde gittiği sinagogda konuşulanlardan bir şey anlamayıp canı sıkılınca bahçeye sigara içmeye çıkar. "Bunun o gün işlenebilecek en büyük günahlardan biri olduğu tamamen aklımdan çıkmış." Sigarasını
zevkle tüttürüp dumanını havraya doğru üflerken raybalardan biri onu görüp çığlığı basar. Emil aşağıda kalacak değil; üstelik suratına doğru şeytan görmüş gibi haykırıp parmağıyla kendisini işaret eden bu adamdan korkmuştur, o da aklına gelen birkaç galiz küfürü İngilizce, Rusça, Bulgarca
karıştırıp sıralar. Sinagogda büyük bir vaveyla kopar, küçük çapta bir arbede çıkar ve o gün Emil'in havradaki son günü olur.
Yeni bir macera
Bu sırada karısı Vasia'ya yeşil kart çıkar ve kızlarını da alıp Los Angeles'a taşınır. Emil'in de onların peşinden gitmekten başka çaresi yoktur. Bunun için de alengirli bir yol bulmuştur. Kukla tiyatroculuğu… Kendisini kukla tiyatrosu ustası ve oyun yazarı olarak tanıtır. Dünya efsaneleri konulu birkaç oyun dahi yazar ve bunları göndererek Los Angeles'taki bir şirketle irtibat kurar. Fikirleri şirketin hoşuna gider. Emil'in Los Angeles'a gelmesi için gerekli olan anlaşmaları imzalarlar. Emil külüstür arabasına atlayıp kıyı şeridi boyunca sürer. Evini sırtında taşıyan bir kaplumbağa gibi…
Malumdur ki sanat kabiliyeti ile ticaret kabiliyeti nadiren bir arada bulunur. Bunların ikincisi Emil'de zaten hiç bulunmaz. Peşinde koştuğu işler hüsranla sonuçlanır. Kukla ustalarıyla anlaşamaz, gösterilerinin saat ve tarihlerini unutur, kendisine verilen işleri yetiştiremez, vs. Son olarak bütün
parasını İsrail hakkında sansasyonel bir belgesel çekmeye yatırır ki bu onun son macerasıdır. Çekimleri birlikte yaptıkları Fransız hanım kameramana dair bazı 'hoş' hatıralar ve montajı yarım kalmış, müziği aşırılmış kasetler dışında bu maceradan elinde bir şey kalmaz. Lise öğretmenliği gibi monoton bir işte kanaat etmesinin tek anlaşılır tarafı da budur.
Emile değil Emil… Bu yüzden Emil'in ismini bir zaman eğlence konusu yaptık. Onu kime takdim etsem isminin ilham kaynağının Durkheim değil Zola olduğunu söylüyordum, çünkü Emil gibi nihilizme batmış bir adamın yapısalcı bir filozofla alakasının olması düşünülemezdi. Ben işi biraz daha ileriye götürerek Rousseau'nun Terbiyeye Dair kitabında sözünü ettiği çocuğun bizim Emil olduğunu iddia ederdim. "Sen de oradaki çocuk gibi tabiat tarafından yetiştirildin. Bu yaşına gelene kadar içgüdülerini takip ettin" diyerek takılırdım. O da beni takdim için "İşte milletlerin babası geldi" derdi adımın anlamına işaretle.
Aile efradı
Vasia'nın köpek gezdirirken düşüp kalçasını kırdığı kaza sırasında yakınlarda olmam arkadaşlığımızı dallandırıp budaklandırdı. O kadar ki beni Türkiye'den gelen kuzeni olarak tanıtıp ailecek üye oldukları spor salonundan ücretsiz bir kart bile çıkardı. Emil'in sanatçı muhitiyle tanışmaya başladık. Emil beni takdim ettiği arkadaşlarını sık sık uyarırdı: "Dikkat edin! İbrahim Bey (Türkçe bey derdi) Osmanlı İmparatorluğu'nu temsilen burada bulunuyor ve sizi zorla Türkleştirmeye çalışabilir."
Bir hafta sonunu Palm Springs'te Amerika'nın vefat etmiş meşhur şarkıcılarından Frank Sinatra'nın eski evine komşu olan bir evde, Emil'in dostlarıyla geçirdik. Geniş, bahçeli, havuzlu, güzel bir evdi. Ev sahibi buranın seçkin eğlence mekânlarında çalışan bir piyanist ve ev sahibesi modacı imiş. Kapı
açılıp bizi eve buyur ettiklerinde kadının gerçek tüylerle bezenmiş tuhaf şapkasını, bluzunun sırtındaki kanatları ve teneke kovaları andıran eteğini gördüm. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Emil hanımefendinin saygın bir modacı olarak şahsen tasarladığı kıyafetleri giydiğini, bunun da misafirlere verdiği önemin bir göstergesi olduğunu söyleyerek maslahat etti.
Çalgıcı karısı Binnaz
İlginç olan, misafirliğimizin ilk akşamında müzisyen ev sahibinin bize çaldığı bir melodiydi. Önce anlamadım. Tekrar çalınca dinlediğim melodinin popüler müzik tarihimizdeki birkaç aylık yerini almış olan Ciguli isimli şarkıcının "Çingene Karısı Binnaz" şarkısının melodisiyle aynı olduğunu fark ettim. İddiası doğruysa bu beste o şahsa aitmiş ve izinsiz olarak kullanılmış. Bana telif hakkını aramak konusunda kendisine yardımcı olup olamayacağımı sordu. Ben de kendisine güzel bir evinin ve işinin olduğunu hatırlatarak, her ne kadar memleketimiz telif hakları hususunda yirmi yıl öncesine nazaran çok mesafeler katetmişse de, dava sürecinin yorucu ve uzun olduğunu, neticenin edilecek zahmete değmeyeceğini anlattım.
Dünya ne kadar küçük…
Emil'in evinin salonunda ressam arkadaşlarından biri tarafından Bulgaristan'dan kaçmadan hemen önce yapılmış bir portresi vardı. Tablonun dönüp dolaşıp buraya nasıl geldiği ayrı ve uzun bir hikâyedir. Onu Emil'den dinledim ve anlatmayı bitirdiğinde dayanamayıp kendisine Bulgaristan'ı özleyip özlemediğini, Bulgaristan'a dönmeyi düşünüp düşünmediğini sordum. Yüzünü ekşitti. Bulgaristan'dan bütün kalbiyle nefret ettiğini, oradaki hayata ve
insanlara tahammül edemediğini, bütün Bulgarların kaba, cahil ve görgüsüz insanlar olduğunu düşündüğünü söyledi. Nedendir bilmiyorum, onaylanması zor olan bu sözlerden sonra içime bir burukluk oturdu. Yüz ifademdeki karamsarlığı farkeden Emil ayağa kalkıp çalışma masasının çekmecesinde özenle sakladığı vatansızlık belgesini getirdi. "Ben" dedi, "bu pasaportun ülkesine aitim. Hayatımın saklamaya ve paylaşmaya değer verdiğim tek önemli belgesidir bu."
Peki, bu garibanlık değilse nedir?