KENDİMİ FİLİSTİNLİLERİN YERİNE KOYDUM
Filistin konusunu ilk zamanlardan beri gündeminize aldığınızı biliyoruz. Özellikle elinize çizdiğiniz bir kefiye motifiyle piyano çalmanız etkileyici bir protesto oldu. Böyle bir tavır sergilemeye sizi yönelten neydi?
Bu meselenin daha en başındayken, 7 Ekim ve onu takip eden süreçlerde devletler de insanlar da hemen bir tavır alamadı. Daha sonra haklı ve hakkaniyetli sesler yükselmeye başladı aslında. Fakat ben o süreçte sessiz kalmayı kendime çok yediremedim. Bir şeyler yapmak istedim. Kınayla elime çizdiğim kefiye de biraz sessiz bir protesto gibiydi. Ben neredeyse yüzde 95 yurt dışında sahne alıyorum, İngilizler, Almanlar, Fransızlar,
her milletten insanla konuşuyorum. Bu yüzden Avrupa'nın bir şehrinde kefiyeyle bir yerlere çıkmak bazı tartışmalara yol açabilirdi, muhtemelen açacaktı da. Bir mesajı olan şalla çıksan "Bunu giyme", karpuz sembolünü taksan "Bunu çıkar" gibi engellemeler olabilirdi. Kına, konserlerde uzun bir süredir kullandığım, hoşuma giden bir tavırdır. Biraz Orta Doğulu genlerimi vurgulayan, biraz da sanatsal bir ifade içeren bir şey benim için kına sürmek. Bu sebeple "O zaman neden kınayı kullanmıyorum?" dedim ve hiçbir şekilde müdahale edilemeyecek bir hamle olarak elime kınayla kefiye deseni çizmeyi seçtim. Hem naçizane ufak bir destek olur hem de tarafımı belli ederim diye düşündüm. Yani bazı koyu tartışmalara çok fazla girmeyecek şekilde bir yöntem belirledim kendimce. Kimse kalkıp da bana "Elindeki deseni çıkart" diyemezdi. Derimi mi sökeceğiz? İlla ki şarkı aralarında bir şeyler anlatırken, konuşurken, el hareketlerim devam ederken insanlar elimdekini görüyorlar, fark ediyorlar veya ben bu videoları paylaşıyorum. Dolayısıyla hem masada kalabilmek adına hem de kimsenin karışamayacağı bir şekilde durumu protesto ettim
Orada o tartışmalara girmek ve kaybetmek de kolay aslına bakarsanız. Sonuçta eğer her yerden diskalifiye olmayı göze alırsak o zaman masada hiç olamayacağız. Ben bahsettiğim yerlerde kendine zar zor yer bulmuş bir sanatçıyım. Bu söylediğim Türkiye pazarı için geçerli değil. İslamofobi gerçeğinin olduğu bir Avrupa var. Evet, birebir yüzüme karşı bir tavır hiçbir zaman görmüyorum. Onlar zaten çekincelerini görece daha politik ve diplomatik bir şekilde gösterebiliyorlar
"Quba" isimli bir eseriniz var ve bunu bir törende Kudüs için bestelediğinizi söylediniz. Bu eserin hikâyesini anlatır mısınız bize?
"Quba"yı yazdığımda bundan 2- 3 sene önce Mescid-i Aksa'da Ramazan ayıydı. Her Ramazan ayında olan biten o büyük olaylar yine oluyordu, Mescid-i Aksa'da saldırılar gerçekleşiyordu. Fakat o Ramazan epey çirkin boyutlara ulaşmıştı bu saldırılar. Sürekli takipteydim her zaman olduğu gibi ve çok üzüldüğüm bir dönemdi. Mescid-i Aksa'nın girişindeki kapıların tutulduğuna şahit olmak beni çok yaralamıştı. Ülkemizde böyle bir durum olduğunu hemen hayal ettim. Empati kurmak için biraz kafada senaryo da yazmak gerekiyor. Empatiden yoksun insanlar böyle de çalıştırabilirler belki o taraflarını. Bizim Sultanahmet'in, Süleymaniye'nin kapılarının tutulduğunu hayal ettim. Keza İstanbul da bir zamanlar işgal altındaydı. Çok onur kırıcı, çok gurur kırıcı bir durum… Kendimi Filistinlilerin yerine koydum. Bir Müslüman olarak zaten hepimizi aynı zeminde görüyoruz. İlla bir ırkın yerine koyma gibi bir şeyden bahsetmek zorunda da değiliz. Sonuçta hepimiz biriz. Çok utandım bu durumdan. Beni çok yaralamıştı gördükleri muamele.
Kudüs'ü ziyaret ettiğimde de olanları birebir görmek insanın bilincini başka bir seviyeye taşıyor. Dünyadaki Müslüman sayısına bakınca böyle bir yoğun nüfusla, bu kadar sayıca üstünlüğümüz varken nitelik açısından nasıl bu kadar aşağıda kalabiliyoruz? İnsan üzerinde düşününce gerçekten şaşırıyor. Birlikten her zaman kuvvet doğar ve birlik olmaktan daha güçlü bir savunma bilmiyorum.
Diğer yandan orada çok kibar insanlarla karşılaştık gerçekten. Öyle zor bir durumun altında o naifliklerini, zarifliklerini gördüm. Orada Musa Hicazi isimli bir beyefendiyle tanışmıştık. Türkçe de biliyordu. Türkiye'de mühendislik okumuş. Kısa bir sohbet yaptık onunla. Biz Kudüs'te üç veya dört gün kalmıştık. Bize şöyle bir şey demişti: "Üç veya dört gün burada bizimle beraber nöbet tutacaksınız." O bunları anlatınca, biz de bakış açımızı böyle şekillendirince evet bir nöbet tutma durumu var hakikaten. Yılda en az bir kere gitmenin ne kadar önemli olduğunu oraya gidince anladım. Birebir şahit olmak başka bir kapı açıyor insanın zihninde. Ben o yüzden Kudüs'le alakalı yazdığım bir yazının başlığını başlığını "Ribat" koydum, nöbetle ilişkilendirmek istediğim için. "Quba" böyle hikayesi olan bir eser. Camilerdeki kubbe bir arada olmayı, toplanmayı da ifade eden mimari bir öğe olduğu için böyle bir isim koymak istedim.
İnsanlığın Filistin konusunda sessiz kaldığını sıklıkla vurguladığınızı okuyorum. Sanırım bu sebeple sosyal medyada bu konuda paylaşım yapıyorsunuz.
Türkiye'deki bir Instagram kullanıcısının her an önüne düşen, her yerde olan ama benim hesabımdaki yabancı sanatçı arkadaşlarımın, takipçilerimin hiç görmediği haberler, birçok fotoğraf ve video var. Benim de görece yüksek takipçili bir hesabım var ve elimize böyle bir imkân, böyle bir platform verilmişse bunu kullanmamanın vebali olur diye düşünüyorum. Hakikaten de geri dönüşlerini alıyorum paylaşımların. Bazı bilgilerden, videolardan, olan bitenden haberi olmayan, önlerine hiçbir şeyin düşmediği bir kitle var. X bir Avrupalı ve çok steril ortamda büyümüş mesela. Çevresindeki ya da takip ettiği insanların yüzde 90'ı duyarsız. Müzik ve sanat vesilesiyle beni takibe almış. Ben olan biteni o adamın önüne düşürmenin kıymetli olduğuna inanıyorum. Bir de tabii ki de tarafımızı her zaman belli edeceğiz. O açıdan sosyal medya kullanımı çok kıymetli.
Sizin de bahsettiğiniz gibi insanlar genelde tanınmış insanlardan, sanatçılardan bir tavır bekliyor. Sanatçıların tavrını belli etmesi önemli mi?
Sanat hiçbir zaman güncel hayattan, politikadan bağımsız olamaz. Yani "Ben kendi kabuğumdayım, burada içimi döküyorum" gibi söylemleri çok samimi bulmuyorum. Bence sanatçı olan biten her şeyden etkileniyor ve içeri aldığın dışarı verdiğin oluyor zaten. Dolayısıyla oradaki duyguyu ortaya çıkan eserde kullanıp ona referans vermemek bana biraz da ikiyüzlülük gibi de geliyor.
Bu süreçte doğru bulmadığım durumlarla da karşılaştım. Şöyle bir örnek vereyim. Bazı markalardan bana teklifler geldi. Filistin konseptiyle bir seri tasarlanmış. Bunun tanıtımını da benimle yapmak istiyorlar. Bunları çok tehlikeli buluyorum. Burada benim yüzümü, görünüşümü, eşarbı bağlayış şeklimi kullanarak bir reklam kampanyası oluşturmak eninde sonunda o şahsın reklamına dönüşüyor. Zaten ortalıkta bu kadar çok dolaşan görüntü, video varken buna ne gerek var? Böyle birkaç teklif aldım. Hiçbirini kabul etmedim. Bunu yapmak içime sinmedi çünkü bu iş aslında
markanın reklamı.
Bence şunu yapmak en güzeli: Sanatçının yaptığı işler devam eder ve ondan elde ettiği gelirle hayrını yapar. Bu yüzden benim önemsediğim nokta şu; çalışmaya devam etmek gerekiyor, durmanın zamanı değil. "Şu an Filistin'de bir sürü olay var, duygusal bir çöküntü içerisindeyim. O yüzden şimdi duracağım" demenin kimseye bir faydası yok. Tam tersi, zaten bu dağınıklığımızdan ve zayıflığımızdan da görüyoruz ki bizler yeterince çalışmamışız. Çok çalışmak lazım gerçekten ama hep beraber çok çalışmak lazım, kolektif bir bilinç oluşması lazım. Sonuçta para eşittir güç bir yerde. Bu hakikati de kabul etmek gerekiyor. Para kimin elindeyse o kullanıyor. İyilerin elinde olması lazım. Böyle düşünüyorum, bunu daha anlamlı buluyorum. Gerçekten Gazze'yi, Filistin'i mi ön plana çıkarıyoruz yoksa şahsi reklamımız suyu mu bulandırıyor? O sınırı, ince çizgiyi doğru ayarlamak lazım.
Çok sayıda yabancı takipçiniz olduğu için size gelen yorumları da merak ediyorum çünkü yurt dışında Filistin'i desteklediği için hesapları kapatılan, projeleri iptal edilen birçok sanatçı vardı.
Bu arada İsrail destekçilerinden de mesaj aldım ama bu sayı 5-6'yı geçmez. Tabii ben farkında olmadan da hesabı takip etmeyi bırakmış olanlar olabilir. Bunu dert etmiyorum fakat başıma şöyle bir şey geldi. Gazze'de olaylar başladığında tabii hemen sosyal medyada paylaşım yapmaya başladım, gördüğüm yardım hesaplarını yaymaya çalıştım. Üç Avrupalı müzisyen arkadaşım beni takipten çıktılar. Hepsiyle de muhabbetim vardı üstelik. Biriyle ekstra bir yakınlığım vardı. Kendisi Ukraynalı bir müzisyen. Ukrayna Savaşı başladığında da ilk paylaşımları ben yaptığım için gelip teşekkür etmişti. "İlk sesini çıkaran sanatçılardansın" demişti. Hatta sonradan bir albüm projesinin parçası olmuştum, bir şarkımı vermiştim. Bütün telif gelirleri de Ukrayna'ya bağışlanacaktı. Sonra onun paylaşımlarında İsrail'i desteklediğini gördüm. Ben önemsemedim. Yani takipten çıkmak gibi bir şeye girişmedim ama o kişi bir süre sonra beni takipten çıktı.
Burada bu konunun evvelden gelen bir mesele olmasının da etkisi var. Neden diyeceksin bana. Mesela bu insanlar Filistin'i devamlı savunan başka sanatçıları da takip ediyorlar ama onları takipten çıkmıyorlar çünkü onlar Müslüman ve başörtülü kadın değil. Onlar kendileri gibi Avrupalı, Amerikalı sanatçılar. Arada kontrol ediyorum Filistin'i savunan diğer sanatçılarla hâlâ takipleşiyorlar mı diye. Evet, hiçbir sorun yok. Bense gözden çıkarılan ilk insan oluyorum. Bunun sebebi kesinlikle İslamofobi. Evvelden gelen, zihinlerinde olan o fikirler, o düşünce kalıpları, o İslamofobi'yi ben hissediyorum. Bir önemi olduğu için anlatmadım bunu, gözümde hiçbir kıymeti yok ama durum değerlendirmesi açısından ben bu tabloyu görüyorum.
Mesela şöyle şeyler de oluyor. Bir video paylaşıyoruz, istatistiklere Bakıyoruz, yüzde 70'i takip etmeyen insanlar tarafından izlenmiş. Bu kadar insanın önüne düşüyor, bu kadar beğeni alıyor ama neden takipçi getirmiyor? Bunun da az önce bahsettiğim evvelden gelen İslamofobik fikirlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Ben Türkiye'nin o politik-siyasal denkleminden çıkıp kendime başka bir pazarda yer buldum diye geçmişte yaşadığımız ve şu an hâlâ az da olsa devam eden sorunlardan sıyrılmış değilim. Dediğim gibi Filistin'i desteklediğimde bu geçmiş yüzünden ilk vazgeçilen ben oluyorum, diğer sanatçılar değil.
Bu zulme karşı hepimize bir şeyler yapmak düşüyor sanırım. Sizce bu durumda nasıl davranmalıyız?
İnsan asıl şuna üzülüyor; biz İslam âlemi olarak son dakika ayıldık. Mesela boykot listeleri çok uzun süredir ara ara WhatsApp gruplarında önümüze düşüyordu ama hiçbir zaman bugünkü kadar bir bilincimiz olmadı. Elimizde yıllarca boykot edecek gücümüz vardı. O güç varken onu kullanmadık ve çok geç kalmışız gibi hissediyorum. Bazen gerçekten çok karamsarlaşıyorum. Yerel ürünleri de desteklemek açısından boykot edebilirdik yıllardır.
Ben mesela açıkça söyleyeyim, kendi mahallemdeki aktara ya da bakkala karşı bile sorumluluk hissediyorum. O dükkânlar 1-2 dakikalık yürüme mesafesindeyken çeşitli uygulamalarla uzak yerlerden ürünler getirtiyoruz. Elimizde telefon, her dakika bir şeyler sipariş ediyoruz ama sonuçta benim mahallemde ticaret yapan benden medet umuyor değil mi? Birinci çevresinde ben varım. Yani o adam benden medet umarken rahatım için sürekli başka kapılara gitmek çok hoşlandığım bir şey değil. Buna dikkat etmeye çalışıyorum, sorumluluk hissediyorum. Tabii bu küçük ölçekte bir örnek. Bunu büyük ölçekte düşünebilirdik, yapabilirdik yıllarca. Ama zamanı geri döndüremeyiz. Bugün bu yüzden boykot çok önemli. Hâlâ etrafımda bu konuyu yeterince önemsemeyen bir sürü Müslüman görüyorum. Beni çok üzüyor. Ama şu an en güçlü silahımız olduğunu düşünüyorum.
Diğer bir silahımız ise çalışmak. Kesinlikle her kim ne yapıyorsa o konuda daha iyi olmak için çok çalışmak. Bu her zaman kolay olmuyor. Ben kendi tecrübelerimden söyleyebilirim; özellikle Müslüman başörtülü kadınlar olarak kendimize pazarda yer bulmak kolay değil çünkü daha ilk iş görüşmesinde ne olduğunu söylüyorsun. Başörtünle insanlara "Ben buyum" diyorsun. Çoğu sektör hassasiyetleri olan insanlara göre de değil. Dolayısıyla pek çok zorlukla da karşılaşılabiliyor. Orada kendine göre formüller bulmak, sürekli bunlara kafa patlatmak, biraz bunları göze almak gerekiyor. Yarı yolda bir şeylerden vazgeçmemek adına yolun başındayken başına gelebilecekleri hesap edip ona göre manevi kuvveti arttırmak lazım. Boş durmamak, yaptığı şeyi de küçümsemeden üretmeye devam etmek lazım. Sonuçta biz bir taş atarız, onu büyüten Allah'tır. Öyle inanıyorum.