İRADE VE MAHREMİYETİN ‘DİJİTAL PANOPTİKONİZM’ İLE SAVAŞI
Yapay zekâ, siber güvenlik ve dijital bilgi çağında mahremiyet artık kimsenin dokunamayacağı ve ifşa edemeyeceği bir kutsal mabet olmaktan çıkıp siyasi, akademik, ekonomik ve sosyokültürel kariyer, başarı veya ikbal için bizzat şahısların kendileri tarafından pazara sunulan en işlevsel, etkili ve kazançlı bir sermaye haline gelmiş durumda.
Bir bakıma insanların sadece moda, sanat, sinema ve tiyatroda değil hemen her alanda özel hayatlarını bir meta olarak kamuoyuna sunduğu bir çağa tanıklık ediyoruz. Bir bakıma eskiden ayıplanan ve abes görülen ifşa ve teşhir artık başarıya ulaşmanın ve popülerleşmenin en kolay ve kestirme yolu olarak meşrulaşıyor. Hatta bir zorunluluğa dönüştürülüyor. İfşa ve teşhir artık hedefe ulaşmak için her yolu mübah gören Makyavelist yöntemin en büyük suç ortağı konumunda.
İfşa veya teşhir bir cinsel özgürleşme veya cinselliğe ilişkin kültürel sıçrama gibi algılanıyor. Hatta "mahremiyetin demokratikleşmesi" olarak pazarlanıyor. Bu çerçeveden bakınca ahlaki standartlar açısından bile mahremiyetin savunulması özgürlüğü erozyona uğratan bir 'otoriter bilgi veya hak' diye yaftalanıyor. Dolayısıyla mahremiyet artık teşhircilerle toplumu daha fazla demokrasi ve özgürlüğe yönlendiren ortak bir ahlaki iyiliği savunanlar arasında zorlu bir güç mücadelesi alanı ve cephesi olarak çıkıyor karşımıza.
Mahremiyet işlevsizleştiriliyor
Çağımızın en önemli kavramlarından olan özel hayat veya mahremiyet aynı zamanda en zor anlaşılan ve bu nedenle de en çok ihlal edilen ahlaki ve toplumsal yara haline geldi. Hızla değişen teknoloji mahremiyeti, özel hayatın gizliliğini daha da zedelerken akademisyenler, hukukçular, din adamları, düşünür ve politika yapıcılar mahremiyetin 'ağyarını ve efradını' tanımlamada büyük zorluklar yaşıyor. Profesör Daniel J. Solove, Harvard Üniversitesi yayınlarından çıkan 2008 tarihli Gizliliği Anlamak adlı kitabında, mahremiyet ve teşhir tartışmalarında şu kışkırtıcı çözümü sunuyor… Batı'nın tepeden inme, kendi kültürel, pozitivist ve tarihsel anlayışını evrenselleştirip dünyaya dayatmasını eleştirerek birbirine tamamen zıt kültürel farklılıklar arasında köprü kurmayı öneriyor.
Ancak teşhirciliği "özgür bir fikir alışverişi" diye yorumlayanlar bulabildikleri her platformda mahremiyetlerinin reklamını yapmaktan da çekinmiyor. İnternette ve sosyal medyada her tür verilerini ve görsellerini paylaşan sıradan kullanıcılar, pazarlamacıların ve güvenlik kuvvetlerinin en büyük müttefiki pozisyonundalar. Amerikalı hukuk felsefecisi Evgeny Morozov, Boston of Review'de tam on yıl önce yayımlanan "Hukuk ve Adalet, Gizlilik ve Gözetim, Savaş ve Ulusal Güvenlik" başlıklı makalesinde insanların internet ortamında artık bütün sırlarından ve gizemlerinden arınmış açık bir metne dönüştüğünün altını çiziyor. Bir bakıma güvenlik adı altında mahremiyet işlevsizleş(tiril)iyor. Zaten gözetlemeyi mümkün kılan teknolojiler ve buna uygun yasalar, özel hayatı artık kamusallaştırmış halde.
ABD'de daha 1994 yılında çıkarılan Kanun Uygulaması için İletişim Yardımı Yasası (CALEA) ile her tür dinleme ve gözetlemenin önü açıldı. CALEA, telekomünikasyon taşıyıcılarının ve ekipman üreticilerinin, cihazlarına, altyapılarına ve hizmetlerine uzaktan gözetim yetenekleri ekleyerek, yani bunları dinlenilebilir hale getirerek federal kurumlara yardımcı olmaları şart koşuldu.
Etkili bir silah: İfşa-teşhir kültürü
Hem ulusal hem de uluslararası ilişkilerde siyaset ve ekonomi başta olmak üzere resmi ve gayrı resmi kurumlar seçim kampanyalarından pazarlama stratejilerine, sağlıktan sanata, terörle mücadeleden spora, eğitimden tarıma her tür alanda toplumsal mühendislik faaliyetleri için gözetleme teknolojilerini ve ifşa-teşhir kültürünü etkili bir silah olarak kullanıyor. Bu teknoloji sayesinde iş dünyasında, akademide ve hükümette yaygın bir uygulama olan kapalı ağlara uzaktan giriş yapmak mümkün. Bir bakıma resmi kurumlar ile özel şirketler arka kapıları kullanarak teşhire gerek kalmadan insanların mahremiyeti ve özel hayatının dokunulmazlığı ilkesini fark edilmeden 24 saat ihlal edebiliyor.
Yunanistan'da 2004-2005'te, aralarında başbakan ve Atina belediye başkanının da bulunduğu üst düzey yetkililere ait yüzden fazla cep telefonu, neredeyse altı ay boyunca bilinmeyen bir kişi tarafından gizlice dinlendi. Çünkü güvenlik açıkları böyle bir dinlemeyi mümkün kılıyordu. Örneğin Rupert Murdoch'un bu yolla Scotland Yard'daki kodaman polisleri manipüle ettiği belirtiliyor. Haliyle belirli bir kişi hakkında yüzlerce referans noktası
sağlayan, kolayca erişilebilen çevrimiçi veri tabanlarının çoğalması izleme ve gözetimi sadece devletler ve şirketler için değil sıradan bireyler için bile çok daha basit hale getiriyor. Daha önce bulunması zor olan arkadaşlar ve kişiler artık sosyal ağ sitelerinde sıklıkla ifşa ediliyor.
Cep telefonlarımızın sağladığı ipuçları ve konum bilgisi zorlukları daha da basitleştiriyor. Kredi kartı şirketleri de daha önce mevcut olmayan bilgilerin zengin kaynakları konumunda. Öyle ki kişinin telefon kayıtları, bir şüpheliyi beş kişilik bir gözetleme ekibiyle 30 gün boyunca takip etmekle elde edilen bilgileri sağlayabiliyor. Şimdi bu verileri bir kullanıcının tweet'lerine, dürtmelerine ve ifşa ettiği konuma göre analiz ettiğinizi hayal edin. Ortalıkta
dolaşan bu kadar çok kişisel veri varken artık mahremiyetten bahsetmek biraz abes kaçıyor. Ve kaçınılmaz biçimde teşhir de yeni bir kültürel norma dönüşüyor.
Kırılmaz sanılan şifreler de kırılabiliyor
Örneğin 2011'in Mart ayı başlarında öfkeli Mısırlı kalabalıklar ülkenin gizli polis binalarına baskın düzenledi. Orada, parçalanmış dosyalar arasında aktivistler kendi e-postalarının ve Skype çağrılarının transkriptlerini de buldu. Bazıları ABD tarafından finanse edilen STK'lar tarafından internet güvenliği konusunda eğitilen aktivistler, Skype'ın şifrelemesinin kırılamaz olduğuna inanıyordu. Ama şifrelerin kırıldığını gördüler. Milano merkezli Hacking Team, ses akışını doğrudan bilgisayarın belleğinden "okuyan" ve böylece Skype'ın şifrelemesini atlayan bir yazılım satıyor. Mısır'dan gelen ifşalar, FBI ve CIA'nın da aynı teknolojileri hem ABD'de hem de hedef aldıkları ülkelerde rahatlıkla kendi çıkarları için kullandığını gösteriyor. ABD istihbaratı Mısır'da kullanılanlardan çok daha ileri teknolojilere sahip. Örneğin Bilgisayar ve İnternet Protokolü Adres Doğrulayıcısı (CIPAV), FBI'ın bilgi toplamak için kullandığı az bilinen bir araçtır. Casus yazılım gibi, hedef bilgisayardaki etkinlikleri varlığını açığa çıkarmadan izler. Geçmişte FBI, şüphelilerin kullanıcı adlarını, şifrelerini ve şifreleme parolalarını öğrenmek için tuş vuruşu kaydedicileri de kullanmıştı. Artık devletin yapacağı veri toplama işini internet şirketleri ve sosyal medya firmaları yapıyor. İnternet şirketleri mümkün olduğu kadar çok bilgi toplayıp analiz ediyor zaten. Devletin tek yapacağı şey sadece bu verileri o şirketlerden istemek oluyor.
Sosyal medya teknolojileri ve en gelişmiş gözetim araçları, normalde arka kapılardan toplanabilecek olandan çok daha fazla bilgi topluyor günümüzde. Bazıları aynı zamanda iletişimin nereden geldiğini, kişilerin birbirleriyle nasıl ilişki kurduğunu ve kişilerin geçmişte kimlerle iletişim kurduğunu göstererek ele geçirilen içeriği anlamlı bir bağlama yerleştirmeye çalışan anında 'anlamsal analiz'i de etkinleştirmiş durumda. Bu tür teknolojilerin artan kullanımı, teşhiri teşvik ederken mahremiyeti ise yok ediyor ve devletlerin genişleyen siber-endüstriyel-askeri kompleksini daha da güçlendiriyor.
Kirli veri toplama ittifakı
Ayrıca bu tür araçların otoriter hükümetler tarafından kötüye kullanılmasının muhtemel olduğu ülkelere yayılmasını da dikkate almak gerekiyor. Google'ın e-postalarımızı tarayıp içlerindeki anahtar kelimelere dayalı reklamlar gösterme programı ilk başta çılgınca görünmüştü. Artık bu bir
norma dönüştü. Modern kapitalizmin son derece kişiselleştirilmiş ekonomik çıkarları ile modern gözetim devletinin veri toplama konusundaki siyasi çıkarları arasındaki bu kirli ittifak, bireylerin özel hayatına ait dokunulmazlık hakkını siyaseten ve fiili olarak sona erdiriyor. Teknoloji çağında
mahremiyet ve gizlilik artık bir ütopyaya dönüştü. Devlet yanında artık özel şirketler de neredeyse hakkımızdaki her şeyi biliyor.
Evde veya sokakta her yerde denetim ve gözetim altındayız. Güvenlik kameraları her yerde. Etrafta dolaşırken bina erişim kartlarıyla, metro ücret kartlarıyla veya otomobil geçiş ücreti cihazlarıyla insanların nerede oldukları ve ne yaptıkları kaydediliyor. Telefon ve e-posta iletişimleri, internet aramaları ve hareketleri telefon şirketleri ve diğer aracılar tarafından takip edilebiliyor. Tüm kredi kartı işlemleri zamana, yere ve esasa göre belgeleniyor. Sağlık sistemi onların psişik ve bedensel işlevlerine ilişkin ayrıntılı bilgileri çıkarır ve kaydeder. Evin içinde bile su ve enerji tüketimi izleniyor ve bazı insanlar çocukları izlemek veya hırsızlardan korunmak için kamera kurmayı tercih ediyor.
Pek çok insana göre geldiğimiz bu toplumsal aşama, mahkumların merkezi bir otorite figürü tarafından kolayca gözlemlenebilmesi için dairesel bir kule şeklinde tasarlanmış bir hapishane olan "panoptikon"a benziyor. Jeremy Bentham, panoptikon fikrini hüküm giymiş suçlulara yönelik düşük maliyetli bir boyun eğdirme biçimi olarak ortaya attı. Michel Foucault bunu, çağdaş toplumda sinsice yaygınlaşan toplumsal kontrol biçimlerini tanımlamada bir metafor olarak kullandı. Ona göre okullar, hastaneler, işyerleri, devlet kurumlarının tümü panoptikona benzer baskıcı gözetim biçimleriyle meşguldü.
Gözetim kapitalizmi
Bir bakıma Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'teki her şey gerçekleşiyor. George Orwell'in televizyon kameralarının evin içinden siyasi polise görüntü aktardığı görüntüsü, elektrik kullanımını izleyen ve böylece sıcak su deposunun yoğun olmayan saatlerde yeniden ısıtılmasını sağlayan cihazlar hayatımız hakkındaki her şeyi ifşa ediyor. Eskiden sağ ile ilişkilendirilen kontrol, denetim ve gözetime dayalı panoptikon siyaset anlayışı Foucault gibi post-yapısalcı ve post-modern yazarlarla birlikte liberaller arasında da benimsenerek bir geleneğe dönüşmeye başlandı.
Ancak yine de pes etmeyen liberal ve özgürlükçü mahremiyet savunucuları var. Mahremiyet savunucuları artık kişinin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol etme hakkı kavramıyla hareket ediyor. Bunu da aristokratik değerlerin demokratikleşmesi yoluyla mümkün kılıyorlar. Çünkü aristokratın kendine verdiği değer ve haysiyet duygusu, akranlarının saygısına ve astlarının hürmetine bağlıydı ve her ikisi de onun kamusal imajının bir işleviydi. Dolayısıyla imaj bir tür kişisel mülkiyet olarak görülüyordu.
Ancak geldiğimiz aşamada genel kanı devlet ve özel sektörün 'kutsal olmayan ittifakı'nın demokrasiyi ve bireysel özerkliği baltalama tehdidinin her geçen gün daha da arttığı ve artacağı. Mahremiyetin geçmişte kaldığını ve artık bir "gözetim kapitalizmi" çağında yaşadığımızı benimsemek sıradan hale geldi.
Çünkü 11 Eylül 2001 saldırıları modern gözetleme devletinin oluşumunu başlattı. Ve bu anlayışı ABD'den sonra bütün devletler de büyük bir siyasi şehvetle uygulamaya başladı.
'Görüldüğü yerde vurun' dönemi yerine 'görülmese de izleyin' çağındayız artık. Dijital panoptikonizm döneminde hemen herkes dışarı iznine sahip birer mahkum konumunda aslında. Ancak talih zebun görünse de umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Çünkü teknolojik ilerlemenin yol açtığı sosyal
mahkûmiyet ve mahrumiyetleri, mahremiyetimize olan inancımız er veya geç alt edecektir. Zira insanın iradesi 'immensum'dur. Yani zapt edilemezdir.