Ekolojik kıyametin ayak sesleri mi?
İnsanlık toplu bir felakete doğru sürükleniyor
"Dünya atmosferi ısınıyor, iklimler değişiyor, doğal denge bozuluyor, biyolojik çeşitlilik yok oluyor, doğal felaketler artıyor." Bilimsel araştırmalar, BM raporları, uzmanların görüşleri sürekli olarak giderek döndürülmesi zorlaşan bir tehdide karşı dünyayı uyarıyor ve derhal önlem alınmazsa insanlığın toplu bir felakete doğru sürüklendiğini haykırıyor. Son olarak geçtiğimiz ay altıncısı yayınlanan IPCC - İklim Değişikliği Raporu 2021 bugüne kadar insanlığa verilen en sert ve korkutucu ihtarı verdi ve bir felaket eşiğinin aşılmakta olduğu konusunda alarm zillerini çaldı. Şahsi kanaatimce, son yıllarda şahit olduklarımıza bakarak, Bill Gates gibi para ve sanayi baronlarının bile bu uyarıcılar arasına katılmış olması muhtemel bir felaketin gerçek olmasa bile gerçeğe dönüştürülebileceği ihtimalini misliyle artıran bir faktör. Oysa dünyanın sıradan vatandaşları olarak çoğumuzun bu hususta ikna olmak için artık rapora ya da bilimsel veriye ihtiyacımız kalmadı: Hemen her gün şahit olduğumuz, haberini aldığımız, gündemlere hakim olan doğal afetler, bizzat yaşayarak hissettiğimiz hava ve iklim anormallikleri, dev orman yangınları, kuraklıklar, çölleşmeler, görülmedik seller, suların kimyasallarla zehirlenmesi, göllerin ve akarsuların kuruması, buzulların azalması, toplu arı ve hayvan ölümleri, yer altı sularının kirlenmesi, müsilajlar, iyiden iyiye çoğalan fırtınalar ya da hortumlar gibi afetler pek çok insan için ekolojik kıyametin ön gösterimini alarm zillerini ya da alametlerini teşkil ediyor.
Doğanın tahribi = S algınların yükselişi
İklimin değişmesi ve tabiatın tahrip edilmesi doğal dengenin yanı sıra canlıların besin kaynaklarına ve insanlığın sağlığına da önemli tehdit anlamına geliyor. Öyle ya da böyle doğal denge içerisinde hemen her şey birbiriyle bağlantılı; atmosferin kirlenmesi, doğanın tahrip edilmesi, iklimin değişmesi ve benzeri faktörler insanın yani insanlığın sağlığını da olumsuz etkiliyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı WWF'nin Koronavirüs salgını nedeniyle geçen yıl bu konu üzerine hazırladığı bir rapor söz konusu etkenlerin pandemilerle de yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. "Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi" başlıklı bu rapora göre doğal ekosistemlerin tahrip edilmesi ve değiştirilmesi, ormanların azalması, yabani hayvan ticareti gibi nedenler virüs ve mikropların yabani ve evcil hayvanlardan insanlara geçme ihtimalini artırıyor. Buna ilave olarak rapor insan davranışları ve nüfus faktörlerinin de bu risklerin seviyesini önemli ölçüde artırdığına, insanların kıtalar arasında seyahat etme hızının da pandemilerin yayılmasında önemli bir unsur olduğuna işaret ediyor. Kısacası dünyanın sağlığını korumanın, felaketlere ve salgınlara kalıcı olarak "dur" demenin temel yolu öncelikle tabiatı, doğal dengeyi, toprağı, havayı ve suyu korumaktan geçiyor.
Rakamlar ekolojik kıyamete işaret ediyor
Birleşmiş Milletler'e göre iklim değişikliği artık küresel bir tehdit. Son 20 yılda dünya çapında gerçekleşen büyük ve etkili doğal afetlerin sayısının 7 bin 500'ün üzerinde olduğu ve bu afetlerde hayatını kaybedenlerin sayısının 1 milyon 200 bini aştığı dikkate alınırsa alarm zilleri çalanların abarttığını düşünmek hiç de insaflıca sayılmaz. Üstelik bu doğal afetlerin etkilediği kitle dünya nüfusunun yarısını aşıyor. 20 yıllık doğal afetler zincirinin dünya ekonomisine verdiği zarar ise 3 trilyon dolar olarak belirtiliyor. İklim değişikliğine bağlı felaketler her yıl ortalama 26 milyon insanı fakirliğe düşürüyor. Bu gidişatta dünya çapındaki insani yardımların 2030'a kadar yüzde 50'sinin iklim değişikliğiyle bağlantılı afetlerden kaynaklanacağı öngörülüyor. İklim değişikliğine eklenen diğer sebeplerle doğadaki tahribat manzarası ise tüm bunları bile gölgede bırakıyor: Örneğin son 50 yıllık dilimde dünya üzerindeki canlı türlerinin nüfusu yüzde 68 oranında azaldı. Sebep iklim değişikliğinin yanında, havanın ve suyun kirletilmesi, aşırı avlanma, ormanların yok edilmesi… Dünyadaki türlerin yüzde 25'inin nesli hâlihazırda tehlike altında bulunuyor. Sadece dünyanın ciğerleri denilen Amazonlarda her saniyede bir futbol sahasına denk orman alanı ortadan kaldırılıyor. Diğer bölgeler de bundan çok farklı değil. Sadece 2020 yılında yok edilen tropikal orman alanı 42 bin kilometrekareye ulaşmış durumda. Ormansız bölgelerde ise çölleşme hâkim; dünya yüzünde çölleşen alanların yüzölçümü yıllık 12 milyon hektara ulaşmış durumda. Buzulların erimesi ise rekor düzeyde… Uydulardan alınan son 20 yıllık döneme ait veriler iklim değişikliğiyle küresel ısınmanın boyutlarını somut olarak gözler önüne seriyor. Buna göre dünyadaki buzulların erime nedeniyle sadece son 5 yılda kaybettiği su oranı 350 milyar tona ulaşmış durumda. 1990'larda eriyen yıllık buzul miktarı 0,8 trilyon tonken bu miktar günümüzde iki katına çıkmış durumda. Sadece son 23 yıllık dilimde eriyen buzulların 28 trilyon tonu bulduğu ise verilerle ispatlanmış bir gerçek. Bu eriyen sular ise deniz seviyesinde rekor yükselme olarak geri dönüyor. Manzara böyleyken yeryüzü tam anlamıyla ekolojik bir çöküş dönemine girmiş görünüyor. Bunu rakamlar da doğruluyor: Bir araştırmaya göre dünyadaki ekosistemlerin yüzde 97'si ya tamamen ya kısmen tahribata uğramış durumda.
12.000.000
dünya yüzünde çölleşen alanların yüzölçümü yıllık 12 milyon hektara ulaşmış durumda.
350 milyar
dünyadaki buzulların erime nedeniyle sadece son 5 yılda kaybettiği su oranı 350 milyar ton.
%68
son 50 yıllık dilimde dünya üzerindeki canlı türlerinin nüfusu yüzde 68 oranında azaldı.
Her şeye duyarlı ama terör örgütünün üstlendiği çevre katliamlarına duyarsız çevreciler
Ağustos ayı içinde Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde 53 ilde görülmedik şekilde 270 civarında orman yangını çıktı ve ülkemiz hem insani hem çevresel hem maddi açılardan elem verici büyük bir kayıp yaşadı. Bu orman yangınlarını "Türk rejimi başka bir dil anlamadığına göre onlara ateşle diz çöktürmenin zamanı geldi" şeklindeki sosyal medya paylaşımlarıyla terör örgütü PKK'ya bağlı "Ateşin Çocukları İnisiyatifi" isimli bir terör grubu üstlendi. Ancak en az bu durum kadar utanç ve esef verici bir şey de her fırsatta çevreye ne kadar duyarlı olduklarını göstermekten kaçınmayan, bu uğurda bir hayli gürültü patırtı çıkaran kimi entelektüel ve çevreci mecraların terör örgütünün bu doğa katliamı mesajları ve üstlenmelerine karşı sessiz kalışları oldu. PKK'nın Türkiye'ye karşı terör yelpazesini çeşitlendirmek adına geçmiş yıllarda birçok orman yangını çıkardığı bilinirken, üstelik daha geçen yıl PKK elebaşı Murat Karayılan'ın "Ormanları yakın" talimatı verdiği ve yeni üstlenme mesajları ayan beyan ortadayken doğa hassasiyetinde bayrağı kimseye bırakmayan bir kesim tüm bunları göz ardı etmeyi tercih etti. Yangınlarda hemen herkesi suçlayan kimi çevreler PKK ve yan ürünlerinin aleni paylaşımlarını görmezden gelmeyi ve sükut etmeyi tercih ettiler. Sadece içeride değil dışarıda da aynı şey söz konusu oldu: PKK sempatizanlarının üstlenme mesajları çevre ve iklim duyarlılık şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Batı cephesine ve şu sıralar en popüler iklim aktivisti olan Greta Thunberg'e hiç de tesir etmiş görünmedi. Geçen senelerde YPG ve dolayısıyla PKK'nın sözde çevre duyarlılığı açıklamalarına destek paylaşımlarında bulunan Thunberg'in kendisi için bu denli hassas bir konuda bu örgütlere bir eleştiri bile getirmemesi ise oldukça manidardı.
Kırmızı alarm: İnsan türü dönüşü olma yan eşiği aşmak üzere
"Bu insanlık için bir kırmızı alarmdır. Eğer güçlerimizi hemen şimdi birleştirirsek bir iklim felaketini önlememiz mümkün. Ancak ne zaman kaybetme, ne de mazeret bulma fırsatımız var." Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres geçtiğimiz ay açıklanan BM'ye bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporunu bu sözlerle sundu. Bugüne dek hazırlanmış olan en geniş kapsamlı iklim değişikliği raporu tam da Lacivert'in elinizdeki sayısı hazırlanmaya başlamışken yayınlandı. 66 ülkeden 234 bilim insanının hazırladığı ve 195 üye ülke tarafından onaylanan "İklim Değişikliği 2021" başlıklı rapor aslında son yıllarda yaşadığımız ve gelecek adına endişe ettiğimiz iklim değişiklikleri ve küresel ısınma sorununun acı manzarasını olduğu gibi ortaya seriyor. Durumu şöyle özetlemek mümkün: "Gezegenimiz fena halde rahatsız ve ölümcül bir hastalığın ilk safhalarında. Derhal müdahale gerekiyor ve buna tüm gezegen ahalisi dâhil olmak zorunda." 14 bin bilimsel tetkiki inceleyen yüzlerce bilim insanı 2018'de yaptıkları tespiti bir kez daha teyit ediyor: Dünyanın ortalama sıcaklığı sanayi öncesi dönemlere göre 1,1 derece artış gösteriyor ve toplu bir önleme alınmazsa 2040'a kadar ciddi bir eşik olan 1,5 dereceye ulaşmış olacak. Hatta bu dönüşü olmayan eşiğin karbondioksit ve metan başta olmak üzere sera gazı etkisine neden olan gaz salımları azaltılmazsa bu eşiğin aşılması bile söz konusu. İnsan türü için bu ilk toplu tehdidin başlıca etkileri şöyle: Birincisi iklim değişikliği yaygınlaşıyor, hızlanıyor ve yoğunlaşıyor. İkincisi ise son dönemlerde hem Türkiye'de hem dünyanın pek çok bölgesinde orman yangınları ve seller başta olmak üzere giderek artan sayıda yaşanan doğal felaketler yakın gelecekte yaşanması kuvvetle muhtemel afetlerin de habercisi adeta.
Kaçınılmaz sona karşı umutlu yalanlara sarılmak
Dünyada iklim değişikliği ve küresel ısınmaya yıllardır dikkat çekilmeye çalışılıyor. Ancak bu çabaları boşa çıkarmak için canla başla mücadele eden bir grup daha var: İklim değişikliği ve küresel ısınma inkarcıları ve lobileri. İklim değişikliğin geri döndürülemez boyutlara vardığını ileri sürenler bilimsel çalışmalarla her geçen gün seslerini daha çok duyursalar da ikinci grup da hızla çoğalıyor ve etkinleşiyor. İklim ve doğa sorunlarına yazdığı kitaplar ve sayısız makaleyle hayatının büyük kısmını adamış olan, bu alanın en ünlü isimlerinden İngiliz uzman George Monbiot iklim değişikliği inkarcılarının yükselişini en az bu sorunun kendisi kadar büyük bir tehdit olarak görüyor ve ABD'de beyaz saraya başkan bile çıkaran bu kitle ve lobilerin altında çıkarlar kadar psikolojik nedenlerin de olduğunu vurguluyor: Monbiot bundan 12 yıl önce yazdığı bir makalede bu psikolojiyi şöyle ifşa ediyor: "İnkar etmek faydasız; davayı kaybetmek üzereyiz. İklim değişikliğini inkar eğilimi bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. Bu hastalık getirilen bilimsel kanıtlara ve mantığa direnç gösteren bir ortamda yayılıyor." Özellikle petrol ve sanayi lobilerinin arkalarına ABD eski Başkanı Donald Trump gibi inkarcıları da alarak medya üzerinden umut veren olumlu haberler eşliğinde iklim değişikliğine karşı yürüttükleri inkar kampanyalarının etkilediği milyonlarca iklim değişikliği karşıtlarının psikolojisini şöyle özetliyor: "Antropolog Enst Becker ölüm korkusunun bizi hayat dolu yalanlara ya da psikolojik bir zırha sarılmaya ittiği hipotezini ileri sürmüştü. Ölümsüzlük vaadinde bulunan projelere sığınarak kendimizi nihai bir korkudan koruduğumuzu sanıyoruz."
İngiliz uzman George Monbiot iklim değişikliği inkarcılarının yükselişini en az bu sorunun kendisi kadar büyük bir tehdit olarak görüyor ve ABD'de beyaz saraya başkan bile çıkaran bu kitle ve lobilerin altında çıkarlar kadar psikolojik nedenlerin de olduğunu vurguluyor "İnkar etmek faydasız; davayı kaybetmek üzereyiz. İklim değişikliğini inkar eğilimi bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. Bu hastalık getirilen bilimsel kanıtlara ve mantığa direnç gösteren bir ortamda yayılıyor."
170 yıl öncesinden bugünkü tehlikeyi öngören bir kurgu
"21. yüzyılın ortalarında bilim, sanat ve endüstri dünyanın medeni ulusları arasında zirveye ulaşmıştı. Adeta kadim altın çağ geri dönmüştü diyebilirsiniz ama yanılıyorsunuz. Görünüşe göre Tanrı, insanı 'Bilim Ağacından' haddinden fazla meyve topladığı için cezalandırmak istedi. Dünyanın belirli bölgelerinde demiryollarının ve telgraf tellerinin çoğalması, elektriğin atmosferdeki normal hareketini engelledi. Bu devasa metal ağlar, belirli şartlarda bereket getiren kışı ve karı uzaklaştırdı, yazı ve faydalı rüzgârları değiştirdi. O zamana dek bilinmeyen hastalıklar ortaya çıkmaya, insan türünü ve onu besleyen bitki ve hayvanları kırıp geçirmeye başladı." 21. yüzyılı, onun benzeri görülmemiş teknolojik ilerlemesini ve tüm bunların yol açtığı neticeleri anlatan bu satırlar aslında 1857 yılında Alfred Bonnardot tarafından yayımlanan Archeopolis adlı bilim-kurgu hikâyesinden alınma.
Tabiat tahribatı suç olarak kabul edilmeli…
170 yıl önceki ekolojik felaket kurgusu o zamanlar için dikkate bile alınmayacak kadar önemsiz olabilir ancak sadece günümüzde bu senaryoya dair pek çok kitap veren sadece kurgu yazarları için değil tüm insanlık için kapı eşiğine dayanmış bir gerçek ne yazık ki. Başrolünde insanların ve teknolojilerinin olduğu bu vahim tehdit birçok düşünür için salt bir afetten ibaret değil; aynı zamanda medeni dünyanın doğaya ve hayata verdiği zararın dönüştüğü bir suç, ekolojik bir cinayet. İnsanlığı onlarca yıldır uyaran bu düşünürlere, aktivistlere göre ortada halen işlenmeye devam eden, gezegen ahalisinin bizzat kendi dünyasına ve dolayısıyla kendisine karşı işlemeyi sürdürdüğü bir cinayet söz konusu. Onlar bu suçu "ekosid" yani çevre katliamı olarak nitelendiriyorlar. Üstelik bu isimlendirme çevreciliğin moda olduğu günümüze değil daha eskilere uzanıyor. İlk olarak biyolog Arthur Galstone tarafından ABD ordusunun Vietnam'daki doğa katliamlarını itham etmek için icat edilen "ekosid" kavramı o zamandan bu yana hukukçular da dâhil pek çok insan tarafından dillendiriliyor ve günümüzde ekosistemler ve onların alt kümeleri olan ortak doğal varlıklara insan kaynaklı ciddi tahribat ve zararları ifade ediyor.
Doğanın baş düşmanı tespit edildi: İnsanlık
Tüm bu olumsuz hadiselerin, felaketlerin ve dengesizliklerin başlıca müsebbibi kim derseniz; tüm veriler ve raporlar aynı şüpheliyi işaret ediyor: İnsanlığın kendisi. BM'ye bağlı IPCC'nin İklim Değişikliği raporları zaten yıllar öncesinden temel faktörü sanayi başta olmak üzere insan faaliyetleri olarak gösteriyordu. WWF'nin de farklı alanlardaki raporlarında da başlıca fail insan faaliyetleri olarak çıkıyor. Asli faili insan olarak teşhis eden bilimsel raporlar listesini uzatmak mümkün… IPCC 2014 tarihli bundan bir önceki raporunda insan faaliyetlerinin iklim değişikliğine aleni bir etki yaptığından bahsediyordu. Aradan geçen 7 yılın sonunda bu konuyu kesinleştirmiş görünüyor: "Yaklaşık 1750'lerden itibaren gözlemlenen sera gazı konsantrasyonlarındaki artışlar kesin olarak insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır." Aynı rapora sadece 1850'den sonra insan faaliyetleri atmosfer sıcaklığını bize göre 1,1 derece artırmış görünüyor. Bu durum artık inkâr edilemez bir gerçek olduğu içindir ki daha birkaç ay önce insanlığın doğaya karşı anlamsız ve intihar eğiliminde bir savaş sürdürdüğünü ve bunun insanlığın zararına ve ekonomik kayıplara neden olurken gezegendeki yaşamın da yok edilmesini hızlandırdığını söyleyerek tüm dünyaya acı bir uyarıda bulunan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e göre "Derhal güçlerimizi birleştirirsek, iklim felaketini önleyebiliriz. Ancak, daha fazla gecikmek için mazerete yer yok." Daha ne kadar gecikebiliriz diyorsanız IPCC Raporu küresel ısınmanın yol açacağı felaketleri önlemek için yalnızca 12 yılımız kaldığı görüşünde.
HÂLÂ bir şansımız var
Bağımsız ve objektif IPPC İklim Değişikliği Raporu'na göre iklimde ve doğada gözlediğimiz pek çok olumsuz hadise binlerce yıllık insanlık tarihinde daha önce hiç şahit olmadığımız kadar kötü seviyelere çıkmış durumda. Dahası bunların büyük bir kısmının geri döndürülmesi için tüm dünyanın yüzlerce yıllık ortak çalışmasına ihtiyaç var. Yükselen deniz seviyesi gibi durumların telafisi içinse binlerce yıl gerekiyor. Rapora göre küresel sıcaklık artışı 1,1 dereceye ulaşmış durumda ve atmosfere karbondioksit salımı böyle devam ettiği sürece Paris Anlaşması'nda belirlenen 1,5 derecelik kritik eşiğe ulaşması yakın. İnsan faaliyetinden kaynaklanan sera gazı emisyonları önlenmediği takdirde otalama küresel sıcaklığın 20 yılda bu kritik eşiği geçeceği öngörülüyor. Tabii bu da sıcak hava dalgalarının çoğalması, yazların uzayıp kışların kısalması, buzulların erimesi, deniz suyu seviyelerinin daha da yükselmesi ve insan sağlığının giderek kırılganlaşması manasına geliyor. IPCC'ye göre, dünya sıcaklığının 2030'a kadar 1,5 °C artmasının önüne geçme fırsatını kaçırmış durumdayız. Yine de 2040'a kadar 1,5 °C'de sabit tutabilme şansımız halen mevcut. Bu soruna çözüm bulmakta gecikirsek ne olacağının cevabını ise vefatından kısa bir süre önce ünlü fizikçi Stephen Hawking şöyle vermişti: "İnsanlığın kendine yeni bir yuva araması gerekecek."