3 soru 3 cevap
Artık uzaya roket gönderen bir Türkiye'yi konuşuyoruz.
Özellikle uzay teknolojilerine yönelik bir merakınız var. Yaptığınız konuşmalar, çalışmalar hep bu yönde sanki. Nereden geliyor bu merak?
Uzay merakımı köyüme giden yolun tertemiz göğüne; Işık Dağı'na, Güvem ve Yukarıçanlı mahallelerinin tertemiz, ışık kirliliği uğramamış güzergâhına borçluyum. Gökyüzü bu güzergâhta o kadar nefis gözükür ki yıldızlar başınıza düşecek sanırsınız. İnsanı içine çeken bu sonsuzluk tablosu beraberinde "mükemmel bir kâinatta yaşıyoruz, bunu keşfetmek kulluk görevimizdir" duygusunu getiriyor. Teknolojiye olan merakım ise babamın aşıladığı, fizik, matematik ve geometri aşkından ileri geliyor. Çocukluğumda babam; "Hadi gel sana şunun çalışma prensibini anlatayım" diyerek pek çok fizik kuralının mantığını anlatırdı. Bu bakımdan gündelik hayatın içindeki fizik ve matematik kurallarını deşifre etmeyi, temel yaşamsal ihtiyaç olarak nitelendiriyorum. Atom parçacıklarından, galaksilere kadar, kâinatta fevkalade bir ahenk var. Allah'ın mührünü taşıyan bu ahengin akışına kapılıp, Allah'ın yeryüzüne bahşettiği fizik ve matematiği kullanarak, insanların hayatını kolaylaştırmanın bir kulluk vazifesi olduğunu düşünüyorum. Tabii işin bir miktar meraktan öte kısmı da var. Aslında avukatım. Bu sebepten uzay konusundaki heyecanım ve coşkum "Sen avukat değil misin? Uzay da nereden çıktı?" sorularını artırıyor. Çocukluğumdan beri beni hayata bağlayan en güçlü duygu merak duygusu olagelmiştir. Hiçbir zaman "Güneş her sabah doğuyor, böyle olması gerekiyor demek ki" ya da "duran bir cisim durma, hareket eden bir cisim hareket etme eğilimindedir.
Bu böyle olması gerektiği için böyledir" diyerek, işin içinden çıkabilen biri olamadım. Her zaman "Evet, güneş her gün doğuyor; evet, kâinat böyle yaratılmış" ön kabulünden hareketle "Sevgili Güzel Allah'ım bunu neden ve nasıl böyle var etmiş" soruları ile hayata tutunanlardan oldum. Ailem, birbirinden tamamen zıt gözüken ilgi alanlarımı, tüm "dikkat dağınıklığı" kaygılarına rağmen, her zaman desteklediler. 28 Şubat sonrası konjonktürün çocuğu olmanın verdiği hukukun tek taraflılığına dair gözlemlerim ve bunu değiştirme arzusu, tarihe olan ilgim, eski Türkçe kelimelere duyduğum hayranlık ve "hukukta da matematik vardır" anlayışı hukuk tercih etmemde etkili oldu. Fakat hukuk fakültesinde okurken bölüme aidiyetimi sıkça sorguladım. Avukatlık stajı yaparken ise "ben asla avukatlık mesleğini sürdüremeyeceğim" kaygısı ile baş başa kaldığım bir dönem oldu. İşimi ciddiyetle yapmaya devam ederken, bir yandan da hayatımı hangi düzlemde sürdüreceğim düşüncesi zihnimi meşgul ediyordu. Bir müddet enerji hukuku gibi daha teknik bir alanda çalıştım. Bu, o dönemde beni fevkalade motive etti. Sonrasında ise; bilişim hukuku ve uzay hukuku alanlarında çalıştım.
Yaptığınız paylaşımlarla ve söylemlerinizle bir sürü genç kıza örnek oluyorsunuz. Uzay, teknoloji gibi alanlarda genelde erkekler daha çoğunluktadır gibi bir algı var ve siz bunun dışındasınız. Önyargıları kırma konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
Merakımı ve heyecanımı hissettirip, paylaşabiliyorsam, ne mutlu bana! Daha evvelden, başörtülüler olarak önyargıları kırmakla mücadele etmek zorunda kaldığımız geniş bir zaman dilimi oldu. Ben 1992 doğumluyum, "başörtülü ve piyano çalan bir kız", "başörtülü ve Türkiye'de derece yapan bir kız" gibi kalıplar üzerinden kendimizi ispat etmek durumunda bırakıldığımız o döneme ne yazık ki ben de yetiştim. "Başörtülü ama" diye başlayan cümleleri, "başörtülü ve" diye başlayan cümlelere dönüştürmeye çok çaba harcadık. Aklımızı hafife alan bir güruhun, bizde olmadığını iddia ettiği hasletleri kendilerinin de taşımadıklarını pek ala biliyorduk. Üstadın mottomuz olagelen; "uzaya roket fırlattınız da, başörtüsüne mi takıldı?" cümlesi meseleyi özetliyordu. Fakat artık uzaya roket gönderen bir Türkiye'yi konuşuyoruz. Dolayısıyla, artık önyargılardan değil; üretimden beslenmemiz gereken bir noktadayız.
Uzaydan, 5G'den ya da akıllı şehirlerden bahsettiğim her konuşmamın ardından Türkiye'nin dört bir yanından gençler bana projelerini anlatan mesajlar gönderiyorlar. Bu gençlerin hiçbirinin siyasi görüşünü sormadım, sormam da; bu beni ilgilendirmiyor. O mesajlarda ilgilendiğim tek şey o mesajların satır aralarındaki heyecan ve merak duygusunu fark etmek. Zaten bu gençlerin her biriyle çok önemli bir ortak noktamız var. O da üretken bir insan olarak var olma, ülkemizi sevme ve bu güzel ülke için tam bağımsız üretimi destekleme. Bu duygudaşlık, ideolojiler üstü bir durum. Tam bağımsız üreten, kendi kendine yetebilen, kaynaklarını etkin ve verimli kullanan bir Türkiye hayalinde buluşmak, esaslı bir davayı üstlenmek demek bana kalırsa. Ben, Millî Teknoloji Hamlesi'nin oluşturduğu dip dalga ile vatanperver ve üreterek mutlu olan gençlerin Türkiye'yi bambaşka bir yere taşıyacağına dair heyecanı ve kararlılığı çok net bir biçimde görüyorum. Teknolojik üretime kendini adamış gençlerde, kırılgan olmayan, kavi ve gerçekçi bir ümit gözlemliyorum. Bütün ihtimalleri denemekten geri durmuyorlar, çok çalışıyorlar, takım çalışmasının önemini yaptıkları çalışmalarda kavrıyorlar. Bu ekosistem, hem kendini, hem de geleceğin Türkiye'sini inşa ediyor.
Geleceğe yönelik hedeflerinizden bahseder misiniz bize? Bu merakınızın ve bu çalışmalarınızın sonucundan neler ortaya çıkar?
Aslına bakarsanız, bireysel anlamda pek gelecek planı yapabilen biri olamadım. Genelde, bir hayat düsturu olarak sadece çalışmayı; dümdüz çalışmayı tercih ederim. Fakat şimdi üstlendiğim sorumluluk çerçevesinde; bu sorumluluğun bir süresi olduğu bilinci ile hareket ederek, temsil ettiğim şehre ve ülkeme kısa-orta-uzun vadeli planlar çerçevesinde katkıda bulunabilmek adına, kendi sınırlarımı zorluyorum. Kendi adıma, bu sürecin benim için de bir okul olduğu kanaatindeyim. Ciddi bir tedrisattan geçtiğimi hissediyorum esasen. Bu tecrübenin üzerine, bundan sonraki süreçte, bilişim ve uzay hukuku alanındaki çalışmalarımı pekiştirmeyi ve ülkemizin uzay alanındaki çalışmalarının hukuksal kanadında bir hukukçu kimliği ile yer alanlardan olabilmeyi tabii ki isterim. Bu bakımdan, akademik çalışmaları da bütün bu tempoya rağmen ihmal etmemeye çalışıyorum. Tarihsel süreç içerisinde de her ekonomik değişim beraberinde hukuki ihtiyaçlar getirmiştir. Hızla gelişen dijital ekonomi, insan haklarından, ekonomik altyapılara kadar çok geniş bir alanda hukuki düzenlemelere ihtiyaç duyan bir düzlem oluşturuyor. Bir diğer deyişle, dijital ekonominin hukuku, dünyada yeni yeni oluşuyor. Güncel bir hukuk düzeni oluşturma, insanlık adına bir keşif süreci bana kalırsa.
Bu keşif sürecinin bir parçası olmak beni gerçekten heyecanlandırır. Bunun bir adım ötesinde, Türkiye'nin bu yeni düzenin hukukunu belirleyen aktörlerden biri olmasını can-ı gönülden isterim. Uzay alanında çalışan bilim insanlarımız, kurumlarımız ve üniversitelerimiz var. Bunlar arasındaki koordinasyonu sağlamak adına Türkiye Uzay Ajansı kuruldu. Uzaya dönük bütün politikalarımız Türkiye Uzay Ajansı uhdesinde gerçekleştirilecek. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanımız, "Millî Uzay Programı"nı açıkladı. Gerçekleştirilebilecek on hedef belirlendi. Büyük harflerle bir kere daha ifade etmekte yarar görüyorum: Milletten vekâlet alan kişiler temiz ve toplumu gerçekçi bir ümitle kuşatan, çözüm odaklı bir dil kullanmalı. Uzay konusunda ben bir uygulayıcı değilim, bir bilim insanı da değilim; ancak yapılan iyi ve güzel işleri anlatarak çoğaltmak benim görevim, ümit dili kullanarak, ümidin gerçekleşmesi için var gücümle çaba harcamak benim görevim