Mart 2019 editör yazısı
Dijital hayat meselesini kendimden ayrı düşünemez hâle geldim. Bugün e-kitap okuyucumla tabletim, kitaplar ve diğer gerekli eşya ile birlikte çantamda duruyor. Sosyal medya hesaplarım var. Smart TV'den online platformlarda kendi seçtiğim içeriği izleyebiliyorum. Çeşitli müzik platformlarında da üyeliklerim var. Takip ettiğim, sevdiğim isimlerin CD'lerini almak yerine albümlerini bu platformlardan sıcağı sıcağına dinleyebiliyorum. İşteyken, çocuklardan haber almak için görüntülü arama başlatıyor, ailemle anında iletişim kuruyorum. Uzaktaki annem ve babamla da aynı iletişimi kurabiliyorum.
Teknolojinin en büyük handikabı kendini her zaman bir "kolaylık" nesnesi olarak sunabilmesinde yatıyor sanırım. Gerçekten de hayatımızı kolaylaştıran ortak kullanım nesnelerini hepimiz kullanıyor, onlardan sınırsız şekilde faydalanabiliyoruz. Bu nesneleri kullanmak bir hayat şekli olmaktan çıkıyor; hayatın doğal akışında gerekli, hatta giderek zorunlu bir unsura dönüşüyor.
Klavye kalemin yerini tutmasa da, onun yapabildiğinin on ya da yüz katını yapabiliyor; böylece klavye zorunluluk, kalem zevk ve kültür işi olarak kalıyor. E-posta her işimizi gören bir zorunluluk, mektup bir haz ve kültür nesnesi artık... Eski gerekliliklerin üzeri yeni zorunluluklarla kaplanırken, dijitalleşen hayatımız da çok kültürlü bir vatandaşlık sistemi öneriyor bize.
Peki, ne olacak böyle? Ciltlerce ansiklopediyi e-kitabımda taşıyınca, e-posta ile haberleşmeyi kısaltınca, klavyeyle on binlerce sayfa yazınca… Yani teknolojinin bana sunduğu en kestirme "dünya vatandaşlığı"nı kapınca… İşte bu dilemmayı biraz olsun netleştirmeye çalıştık mart sayımızda. Distopyanın ve dilemmaların dünyasına hoş geldiniz!