Raşit Ulaş: Kahraman değişti mi?

Kahraman değişti mi?
Giriş Tarihi: 20.2.2019 12:08 Son Güncelleme: 20.2.2019 12:08
Bir yerlerden kahaman çıkmasını, birilerinin kahraman olmasını beklemeye gerek yok. Zaten Türkiye'deki kahramanların birçoğu kendilerinin kahraman olduğunun bile farkında değil.

Benim çocukluk kahramanım Cüneyt Arkın'dı, babamınki de... Birçok kılıkla çıkardı karşımıza; kimi zaman Kara Murat, kimi zaman Battal Gazi, kimi zaman Battal Gazi'nin oğlu ya da Malkoçoğlu. Bunlar Arkın'ın tarihî kılıklarıydı. Bir de Komiser Kemal, Yıkılmayan Adam suretinde çıkardı ki karşımıza, modern çağlarda nasıl kahraman olunur gösterirdi herkese.

Benim oğlumun karamanının kim olacağını bilmiyorum ama umulur ki onunki de Cüneyt Arkın olsun. "Neden bir aktörden kahraman olsun ki?" diye bir soru gelebilir akıllara. Nihayetinde kurgu dünyasının yarattığı tiplerden ibaret… Onlarca kurşun yiyip de ayakta ölen birinin gerçekliğini sorgulamak bile abesle iştigal çünkü böyle bir şeyin olması imkânsız. Evet, olaylara zahiri bakışla bakıldığında bu böyle görünebilir fakat bir adım sonrasını düşünürsek Cüneyt Arkın'ı kahraman görmekle Fethi Sekin'in, Muhammed Fatih Safitürk'ün, Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun, Mehmet Selim Kiraz'ın, Necmeddin Yılmaz öğretmenin, Aybüke Yalçın öğretmenin, Musa Özalkan'ın, Oğuz Kağan Usta'nın, Halil Kantarcı'nın, Mustafa Cambaz'ın ve Ömer Halisdemir'in kahramanlığını anlamanın yolu açılacaktır.

Cüneyt Arkın'dan Ömer Halisdemir'e nasıl yol açılsın ki?

Olayı biraz geriden alarak anlatmakta fayda var sanırım. Şöyle: Sanal bir dünyada yaşadığımız yalanı bize, itiraza mahal vermeyecek şekilde yutturuldu. Sanal bir dünyada yaşadığımızı ve gerçekliğin sorgulanması gerektiğini söyleyenler şöyle demek istiyor aslında: "Yaşadığınız ve inandığınız her şey yalan, siz bir yalana ortak oluyorsunuz ve bu yalan düzeninin bir çarkı olarak yaşıyorsunuz. Böyle devam edin ama. Devam edin ki her şeyi yalan ve sanal olarak görmek sizi gerçekten uzaklaştıracak, bu da bizim işimize gelecek." Aslında başlı başına kendisi sanal olan bu düşünceye katılmak, şikâyet edilen düzenin çarkı olmaktan başa bir şey değil. Hâlbuki yaşadığımız her olay, aldığımız nefes kadar gerçek. Her gün okuduğumuz, karşılaştığımız, duyduğumuz bütün çirkin ve gayriinsani olayları sanal bir dünya ile açıklamanın imkânı yok. Bu şekilde düşünmeye başladığımız an bir gün sıranın bize gelmesini bekleyeceğiz demektir çünkü bizim değişmez gerçeğe inancımız bir kez sarsıldı mı, o inanca bir şüphe girdi mi artık ondan dönüş de olmayacaktır. Yok olmayı bekleyebiliriz artık. Hâlbuki maddeyi ve manayı aynı kefede, aynı kıymette, aynı gerçeklikte değerlendirdiğimizde dünyanın sanal olup olmamasının bir önemi kalmayacak. Sanal da gerçek çünkü… Hatta bir adım ileri gidip söylersem "simülasyon" denilen kavram bile gerçeğin tam göbeğinde çünkü simülatif dünyayı kuranların kendileri gerçek. Simülasyona inandığımız zaman, herhangi bir şeyin gerçekliğine inanmamamız gerekecek çünkü vakaların olduğu kadar duyguların da bir simülasyondan ibaret olduğu söylendiğinden aidiyet ve mensubiyet hislerimizi gömmemiz gerekmekte. Bu durumun yol açacağı şey ise elbette ki "dünya vatandaşlığı"ndan başka bir şey değil. Herhangi bir kutsalı olmayan, aidiyet ve mensubiyet bağlarını evrensel değerlere tâbi tutan bir insan tipi. Masalların ve destanların gerçekliğinden şüphe duymayan benim gibi "hurafeciler" içinse bu elbette kabul edilebilecek bir durum değil.

Simülatif dünya inancından kahraman çıkaramazsınız. Hâlbuki kahramanlığın tek bir çıkış noktası var bizim topraklarımızda; gerek sinema olsun, gerek cenknameler, battalnameler, gazavatnameler olsun, gerek tarihî romanlar, destanlar olsun, gerekse kurgusal olmadan yaşadığımız hayat olsun tek bir söylemle karşımıza çıkıyor kahramanlık: "Din ü devlet, mülk ü millet." Dünden bugüne kahramanlığın dayandığı başka bir nokta söz konusu değil. Kahraman aslında bir "serdengeçti", kendi akıbetini düşünmeden sadece yapması gerekeni yapan ve yapması gerekeni yaptığı için "kahraman" payesi verilen insan.

Köroğlu'ndan Oğuz Kağan Usta'ya

Nihal Atsız'ın "İnsan büyür beşikte/Mezarda yatmak için/ Kahramanlar can verir/Yurdu yaşatmak için" şeklinde biten Kahramanların Ölümü şiiri, ismi ve şekli değişen fakat ruhu değişmeyen kahramanlık kavramını anlatmak açısından oldukça önemli. Atsız'ın mısralarını her gün şahit olarak yaşıyoruz.

Biraz geriye gidelim; Türk şiirinin uçbeylerinden olan Köroğlu'nun ne yaptığı, kim olduğu ve görevi hakkında birçok rivayet ve varyant var. Biz bugün elimizde olan ve Köroğlu'na nispet edilen şiirlerden biliyoruz ki o vatan için atına binip eline kılıcını alıp cenk etmiş yiğit bir kahraman. "Köroglu der durman edek cengimiz/Bundan belli olsun yiğit hangimiz/Üç saat sürmeli burda hengimiz/Tarih yazın şu dağlara nişane." Gerçekten de tarih onu ve arkadaşlarını yazdı, yazdı ki yüzyıllar sonra dahi kahraman deyince, yiğit deyince onun adı anılmadan, mısraı alıntılanmadan söze başlanmıyor.

Peki, Afrin şehitlerinin ya da Oğuz Kağan Usta'nın Köroğlu'ndan farkı var mı? İki farkı var: Ata değil tanka bindi, kılıç değil silah tuttu. Hepsi bu. Adı farklıymış, cismi farklıymış mühim değil. Şekli değişen fakat ruhu aynı kötülükle kalan düşmana, aynı yürekle saldırdılar. Türk ordusunun Zeytin Dalı Harekâtı sırasında Musa Özalkan'dan sonra şehit düşen isim olan Oğuz Kağan Usta 30 yaşındaydı, evliydi ve bir kızı vardı. Sanırım bu son cümleyi kurduktan sonra başka bir şey söylemek gereksiz olacak.

Oğuz Kağan Usta gibi on binlerce şehit verdik. On binlerce kahraman, yurdu yaşatmak için can verdi. Onları hep tarihin sayfalarında aramamıza gerek yok, bir gün bir polis memuru kılığına girip Fethi Sekin adıyla çıkıveriyorlar, bir gün bir öğrenci kılığına girip Fırat Yılmaz Çakıroğlu adıyla, bir gün de öğretmen kılığına girip Necmeddin Yılmaz, Aybüke Yalçın adlarıyla çıkıveriyorlar.Ellerine illa silah almalarına gerek yok onların. Dökülen kanlarıyla temsil ettikleri şey vatan kelimesinin lügat manası aslında…

Bir kahraman bekleyelim mi?

Osman Yüksel Serdengeçti, Bir Kahraman Bekliyoruz şiirinde beklenilen kahramanı bütün cepheleriyle anlatır. Ona bir tip çizer ve görevler verir fakat gerçekten bir kahraman beklemeli miyiz? Bu soruya düşünmeden "Hayır" cevabını verebilirim çünkü beklenilen bir şeyin sun'i olacağını düşünüyorum. Serdengeçti merhum, bir prototip çiziyor şiirinde; salvetiyle yeri göğü, doğuyu batıyı titreten, yeni fetihler yapan, Yavuz olmaya, Musa olmaya aday bir kahraman tipi. Devrin şartları gereği böyle bir tip çizimi normaldir ama bugüne gelip baktığımızda böyle bir kahraman tipi beklemenin bir manasının olduğunu düşünmüyorum. Böyle düşünmüyor olmamın sebebi bu tipin sadece dışrak bir tip olması. Fetihler yapan, Allah'ın saltanatını yeniden kuran, Tur Dağı'na tecelli eden bir kahraman tipini varımızla yoğumuzla beklemek bizi bugün küçük ve basit mevzuların kahramanı olmaktan alıkoyacak. Ferdin kendinde, en sıradan en basit, en gündelik olaylarda başlayan doğru davranma yetisi, onu zaten doğal bir süreçle kahraman hâline getirecek.

Eline silah almasına da gerek yok demiştik. İşini layıkıyla yapan memur, hakkından fazlasına tamah etmeyen siyasetçi, çalışanlarının hakkını tamı tamına ve geciktirmeden veren işveren, evine helal para götürmek için çalışan baba, faize bulaşmamak için kira vermeye razı olan kiracı ve kiracısına zulmetmeyen ev sahibi… Bu listeyi saymakla bitiremeyiz, işte bir kahraman olarak bu insanları da bir kenara yazmak gerekecektir çünkü o güzel aforizmada şöyle diyordu: "Adalet her şeyin yerli yerinde olması, zulüm ise hiçbir şeyin yerli yerinde olmaması."

Her şeyin yerli yerinde olması, zaten olması gereken şey fakat artık hiçbir şey yerli yerinde olmadığından, az biraz yerli yerindelik durumu, bu durumu gerçekleştiren insanı doğal olarak kahraman konumuna sokacak.

Bir yerlerden kahraman çıkmasını, birilerinin kahraman olmasını beklemeye gerek yok, zaten Türkiye'deki kahramanların birçoğu kendilerinin kahraman olduğunun bile farkında değil. İhtiyaç hâsıl olduğu zaman tabiri caizse genlerine yüklenmiş olan program devreye giriyor ve yapması gereken şeyi yapıyor.

BİZE ULAŞIN