Tuba Kaplan: Modern bir kahramanlık hikayesi: Babalar ve rencide ruhlar

Modern bir kahramanlık hikayesi: Babalar ve rencide ruhlar
Giriş Tarihi: 21.2.2019 14:57 Son Güncelleme: 21.2.2019 14:57
Biz ne kadar konuşursak konuşalım, hangi kurumlardan destek alırsak alalım çocuk görerek öğrenecektir. Yanındaki kimse, kahraman da o olacaktır. Ya bir blogcu ya aile ya da aile havuzundaki herkes.

Uzun yıllar çocuk gelişimi ve çocuğun sağlığını temel alan araştırmalarda anne ve çocuk üzerinde durularak babaların katılımına fazlaca yer verilmediğini gördük. Değişen yaşam şartları, şehir hayatı, kültürel ve sosyal farklılıkların belirginleşmesi, kadınların iş hayatına aktif katılımıyla babalık rolünün önemi belirgin şekilde arttı. Demokratikleşen aile hayatında ailenin tüm bireylerine aktif katılım düşerken ailelerde hoşgörü, anlayış ve uzlaşmacı tutum daha çok gözleniyor. Çocuğun cinsel kimliğinden zihinsel ve sosyal gelişimine kadar belirleyici olan baba faktörü günümüzde açık bir şekilde fark edilmiş durumda. Eskiye nazaran birçok ailede babaların çocuk bakım ve ihtiyaç giderme noktasında anneye desteği gözle görülür şekilde artmış durumda. Buna rağmen babalar çocukların hayatının neresine dâhiller?

Babalık algısının zaman içinde evrilmesinden bahseden Babalar: Modern Bir Kahramanlık Hikâyesi kitabının yazarı Dieter Thoma, iki yüz yıl önce babasız bir dünyanın direksiz bir eve benzediğini ama Batı'da bu algının artık değiştiğini anlatıyor. Günümüze doğru gelirken bireycilik ve akılcılık çerçevesinde babalık, maddi külfetin altına girmek olarak görülüyor. Bu belirleyicilik evliliğe karar vermekten başlayarak çocuk sayısına, ailenin yaşam biçiminden ilhamla çocuğun yönelimlerine kadar ana temeli oluşturuyor. Çocuk bakmanın daha çok etkinlik, atölye, kurs, okul karşılığına geldiği bir dünyada ailelerin kaygısının maddiyata dönüşmesi anlaşılır bir hâl alıyor. Böylelikle, daha çok kazanmak için daha çok çalışmak sarmalına hep birlikte dâhil oluyoruz.

Bir şiir festivaline katılmıştım. Oğlumun yanına bir ara tanıştığımız Aykut ağabey geldi. Konuştular. Senin kahramanın kim diye sordu ona. Daha önce böyle bir şey konuşmamıştık; biz babasıyla bakışırken oğlum, "Babam" diye cevap verdi. Şaşırmış ve çok hoşlanmıştı Aykut ağabey. Bunun üzerine uzunca düşündüm. Elbette kahramanıydı çünkü birlikteydiler. Paylaşımları, deneyimleri, tecrübeleri birbirlerine aktardıkları uzun vakitler oluşturabiliyorlardı. Küçüktü ve bir yöndere (akıl hocası) ihtiyacı vardı. Güç, farklılık, hareket arıyordu ve bunları sağlayabilen eril bir kişi gerekiyordu: Babası.

Büyük şehirdeki karmaşanın içinde birçok baba erken saatlerde çocukları henüz uyanmadan mesaiye gitmek için evden çıkıyor. Akşam eve dönüşleri çocukların uykuya geçeceği zamana denk geliyor. Cumartesi çalışan bir baba için bir ayda ailesiyle paylaşabileceği yalnızca dört gün kalıyor elinde. Geniş ailelerin kalmadığı şehir hayatında çocuklar, eğer çalışmıyorsa tüm gün anneye kalıyorlar. Annenin çocuğa aktaracağı çok şey var elbette. Ama bir anne vaktinin çoğunu çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılamaya harcar. Bunun dışında çok özel ilgi alanları yoksa anne kendi deneyim ve tecrübesinden süzeceği şeyler paranteziyle bir çocuk büyütecektir. Anne çalışıyorsa bakıcılar elinde büyüyen bir çocuğun etrafını yine kadınlar oluşturuyor. Erkekler bu döngünün neresinde kalıyorlar.

"Anne-baba" arayan ilanlar

Eşimle birlikte bir dönem okulları geziyorduk. Genelde bayan öğretmenler, müdireler bizi karşılıyor, hele ki İslami bir kurumsa bu belirleyicilik daha da artıyordu. Yine bir görüşmemizden sonra eşim bana her şey ne kadar da kadınsı demişti. Ne demek istiyorsun dediğimde "Kreş, anaokulu hatta çoğu zaman ilköğretim ve kolejlerde baskın olan anne eli müfredattan, duvarlardaki renk seçimine kadar her şeyi etkilemiş durumda" demişti. Kız ve erkek için hareket, kas, el becerileri ihmal ediliyor belirli tercihler içerisinde seçenekler sunularak her çocuğa aynı şey dikta ediliyordu aslında. Olan buydu.

Doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor. Ebeveynler çocukların dünyasından çıkıyor. Tüm aile kendine bireysel bir alan açıyor. Ekrana ya da yatağa bağlı, evden okula ya da okuldan eve yosun tutan bir kuşak hızlı bir şekilde geliyor. Ebeveynler bu açılan boşlukları kendileriyle doldurmayıp daha çok etkinlikle kapatmaya çalışırken, artan maddi ihtiyaçlar arasında kayboluyorlar.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada epey konuşulan bir ilan vardı. Bir internet sitesinde yayınlanan ilandaki trajikomik durum çoğumuzun gerçeği olmuş durumda. İlandaki aile o kadar çalışıyor, o kadar evde yok ki aradıkları bakıcı tam donanımlı olacak, çocuğun her sorununu halledecek, onunla gidip gelecek, alışveriş yapacak, ödevlerine yardım edecek, yemek yapacaktı; kısacası bir anne babanın ne yapması gerekiyorsa bakıcıdan aynısını istiyorlardı. "Bakamıyorsunuz; o zaman neden doğurdunuz" gibi birçok yorum almıştı bu ilan.

Bir hikâyenin tamamlayıcısıdır aile

Çocuğunu elinden tutup güvenilir bir esnaf arkadaşına zanaat öğrensin diye teslim eden, evin ihtiyaçlarını birlikte gören, ilimden edebe, sanattan siyasete çocuklara yol gösterici olması gereken kahraman babalar evde yoklar. Geldiklerinde ise yorgunlar. Hâlbuki anne ve baba çocuğun gelişimine ayrı ayrı katkı sağlamalı. Annenin çocuğu ile kurduğu oyun ile babanın çocukla oynadığı fiziksel oyunlar dahi farklı. Kendini savunmaya teşvik eden bir oyunu baba ile kurmasıyla çok ilintili. Baba ile bağlantısız büyüyen bir çocuk duygusal açıdan bağımlı olabiliyor. Yetimlere, ebeveynini kaybetmiş çocuklara aile büyükleri, amca, dayı ve akrabaların sahip çıkarak çocuktaki boşlukları doldurması geleneği günümüz toplumu için çok uzaklarda. Modernizmin her hamlesi bir boşluk açarken, kadim kültür ve gelenekte her şey ne kadar yerinde oysa.

Herkesin malumu olan Kafka'nın metinlerindeki baba nefreti, Dostoyevski'nin Karamozov Kardeşler 'indeki baba katilliği eleştirmenler tarafından Oedipus kompleksi ile ele alınmıştır. Baba-oğul çatışmasındaki bilinçaltını dürtülerle açıklıyor Freud. Batı'dan farklı olarak Türk mitolojisinde kozmoskarışık zıddını temsil eden baba-oğul mücadelesi daha çok folklorik, eski ile yeninin, töreyle kuralsızlığın üzerine yürümüştür. Turgenyev'in Babalar ve Oğullar 'ındaki çatışmaya benzettiğim bu durum genellenemez elbette. Oğuz Atay'daki tutunamama ise babanın; otorite, gelenek ve Doğu'yu temsil etmesi şeklinde belir- ginleşiyor: Fikri ayrılık.

Kadınınsa ailedeki aktif rolü gerekli ama yeterli değil. Birçok kadın yeterli kalamadığı durumlarda dışarıdan yardım talep ediyor haklı olarak. Ama çocuk bir cemiyet işi... Sokak, çevre, arkadaş, akraba, anne ve babanın aktif katılımıyla hayata değer katacak birer gerçeklik her çocuk. Elbette çocuğa sadece eğitilebilir, yön verilebilir, akıl verilebilir çerçevesinden bakmıyorsak. Çocuk ilk etapta seni, benliğini, iç ve dış dünyanı silkeler ve tekâmülüne ulaşmandaki en büyük yardımcılardan biri olur. Büyük bir hikâyenin tamamlayıcısıdır aile.

Enes'in peygamberimizin yanında yetiştiğini, peygamberimizin ona müdahale etmediğini anlatır dururuz ama "yanında yetişme" kısmını nasılsa atlarız. Biz ne kadar konuşursak konuşalım, hangi kurumlardan destek alırsak alalım çocuk görerek öğrenecektir. Yanındaki kimse kahraman da o olacaktır. Ya bir blogcu, ya aile ya da aile havuzundaki herkes.

Lokman suresinde "Ey oğulcuğum" der ve nasihatleri sıralar. İslam'ı bile, bir başkasına gidip, öğrenilerek hallolacak bir kurallar yığını zannettik. Birçok kuruma ben de gittim ama hiçbiri babamın bahçeye yaydığı bir hasırın üzerine beni ve arkadaşlarımı oturtarak Kuran-ı Kerim öğretmeye çalışması kadar etkili olmamıştı. Fazıl Hüsnü Dağlarca ne diyordu "Kuran okurdu babam/Galiba Kadir gecelerinde". Sesine, dokunuşuna, evdeki hallerine ihtiyaç duyduğumuz her baba ve anne önemlidir. Her şey hızlıca değişirken dahi umut etmek neden mümkün olmasın ki? Her şeye rağmen iş ve kariyere kısa molalar aldırabilir, vaktimizi eve dâhil edebiliriz. Sadece anneler değil, tüm aile.

BİZE ULAŞIN