Lacivert Yazı İşleri: Türkiye güçlü yürütmeye çift başlılığın giderilmesiyle ulaşabilir

Türkiye güçlü yürütmeye çift başlılığın giderilmesiyle ulaşabilir
Giriş Tarihi: 1.03.2017 15:48 Son Güncelleme: 1.03.2017 16:30
Lacivert Yazı İşleri SAYI:33Mart 2017
Türkiye, mevcut sistemin getirdiği açmazlardan kurtulacak.

Yıllardır gerek askerî gerekse bürokratik vesayet sebebiyle Türkiye'nin daha hızlı ilerlemesi ve bulunduğu mevcut durumun ötesine geçmesi mümkün olmadı. Şu an yürürlükte olan parlamenter sistemin artık krizden başka bir şey üretmediği ve Türkiye'nin atacağı adımların önünde bir engel olduğu, alanının uzmanları tarafından bir süredir söyleniyor. Bu konuyu daha önce birçok devlet adamı ve siyaset bilimci de dile getirmişti. Bu durumun farkında olan AK Parti ve MHP, sistemin daha fazla açmaza sebep olmaması ve Türkiye'nin atacağı adımların önündeki engelin ortadan kalkması amacıyla ortak bir karar alarak Anayasa'nın 18 maddesinde değişikliğe giderek Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin hayata geçirilmesi için ittifak sağladı. Türkiye 16 Nisan'da bu sistemi oylamak için sandığa gidecek. 1946'da çok partili sisteme geçilmesinin ardından ilk defa böyle büyük çapta bir sistem değişikliği ile karşı karşıyayız. Peki, yeni sistemin halk tarafından onaylanması halinde ne gibi değişikliklerle karşılaşacağız, dün ve bugün arasındaki farklar neler olacak? İnsanlar kararlarını hangi dinamikleri göz önüne alarak vermeliler? Gazeteci-yazar Sadık Albayrak, Takvim gazetesi köşe yazarı Ekrem Kızıltaş, Star gazetesi köşe yazarı Ahmet Kekeç ve Sibel Eraslan, Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk, yazar Ercan Yıldırım, Sabah gazetesi köşe yazarı Hilal Kaplan ve Sabah Gazetesi yazı işleri müdürü Yahya Bostan'a bu soruyu yönelterek yeni sistemin neler getireceğini konuştuk.

SORU:
Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin memleket adına getirileri neler olacak? İnsanlar hangi dinamikleri göz önünde bulundurarak karar vermeliler sizce?

SADIK ALBAYRAK (GAZETECİ-YAZAR)

Bu topraklar bin yıldır 'Müslüman kanı' ile yoğrulmuştur. Miladi 1071'de Malazgirt'te, 250 bin kişilik Bizans ordusuna karşı, 50 bin kişilik İslam ordusu ile mevzi alan Sultan Alparslan, beyaz atından inip secdeye kapanarak Cenab-ı Hakk'a niyazda bulunup şöyle dua etmiştir: "Ya Rab! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah'ım! Niyetim halistir. Bana yardım et!"

Sonra askerlerine dönerek şöyle hitap etti: "Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader tamamıyla O'nun elindedir. Asla emrinden ayrılmayacak ve Allah yolunda birlikte savaşacağız!" duası ile zafer müyesser olmuştur. İşte bu iman ve azimle, bugünkü iktidar, bu millete 2023, 2053 ve 2071 Türkiye'sini hedef göstermiştir.

Öyle ki, ruhlar yaratıldığında yüce Mevlamız sordu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Dediler; "Evet!" Aynı doğrultuda hayatını düzenleyen ve hedefini seçen insan, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v) Veda Hutbesi'ni hayat tarzı kabul edip geleceğini şekillendirmelidir. Nitekim hutbenin sonunda, sayıları 10 bin olduğu rivayet edilen Sahabe-i Kiram'a hitaben: "Tebliğ edebildim mi?" buyurdular. Sahabe-i Kiram, hep bir ağızdan: "Evet, ya Rasulullah!" nidası ile tasdik ettiler. Akabinde, Nebi-yi Zişan Efendimiz buyurdular ki: "Burada bulunanlar, burada olmayanlara tebliğ etsinler." İşte bu birkaç anekdotla ifade etmeye çalıştığım yol, uzun ve meşakkatli ama bir o kadar da ecir ve sevaba nail olmaya vesile olacak 1400 yıllık bir yoldur. Ne mutlu onlara ki; "Bu tende can olduğu müddetçe, ben Kuran'ın kölesiyim. Ben, Muhammed Muhtar'ın yolunun tozu toprağıyım." diyen Mevlana gibi bir inanç ve hedef seçtiler.

Sözün sonunda Fetih Marşı'ndaki gibi; "Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan" diyerek başlayıp, şu iki mısra ile bitirelim: "Sana güç kuvvet versin, Mevlam, Yüce Yaradan!"

EKREM KIZILTAŞ (TAKVİM GAZETESİ KÖŞE YAZARI)

1800'lü yıllarda zaruri olarak başlayan; önce Tanzimat'ı, sonrasında I. ve II. Meşrutiyet'i, Cumhuriyet'e geçişi, tek parti yönetimini ve ardından demokrasiyi getiren arayışların, 2017'de ulaştığı sağlıklı bir neticedir Cumhurbaşkanlığı Sistemi. Bundan sonra atılacak çok daha iyi adımların da müjdecisidir.

Başlangıcında savaşlar ve toprak kayıpları, 1950 öncesinde tek parti zulmü, sonrasında da darbe ve muhtıralar ile anılır parlamenter sistem. Bünyesindeki denge ve denetim mekanizmalarının daha çok iyi olan şeyleri engellemek amacıyla kullanılması da en vahim yönlerinden birisidir. Ülkemiz için engelsizce çalışacak bir yönetime kavuşma manasına geliyor Cumhurbaşkanlığı Sistemi. Dolayısıyla milletimizin kahir ekseriyeti tarafından desteklenecektir. Hayır diyecekler de tanıdıkça benimseyeceklerdir.

Ahmet Kekeç (Star gazetesi köşe yazarı)

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'yle, önce bozulan idari yapı düzeltilecek. 21 Ekim 2007 referandumunun doğal sonucu olarak, idari yapı "çift başlı" hale geldi, yani "bozuldu..." Önce seçilmiş cumhurbaşkanıyla, seçilmiş başbakanın birbirlerine karşı pozisyonlarını belirlemek (bu duruma yasal ve anayasal bir çerçeve çizmek) gerekiyordu.

Önerilen sistem, hükümetin teşekkülünü ve icra yetkisini cumhurbaşkanına bağlıyor; çift başlılıktan doğabilecek sakıncalar, böylece, ortadan kalkacak. Cumhurbaşkanlığı Sistemi'yle birlikte, parlamenter sistemin ürettiği arızalar da tarihe karışacak: Koalisyonlar dönemi bitecek, parlamento tamamen yasama faaliyetine dönecek, güçlü ve istikrarlı hükümetler kurulabilecek. Daha da önemlisi, bürokrasinin etkisi azaltılacak.

61 Anayasası egemenlik meselesini ("paylaşılabilir" hale getirerek) yeniden düzenledi. Bu düzenlemeyle birlikte, oluşması istenen "kuvvetler ayrılığı", bir tür "kuvvetler hiyerarşisine" dönüştü ve yargıya hak etmediği bir inisiyatif alanı açıldı; yani kuvvetler hiyerarşisinin tepesine "yargı erki" oturtuldu.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi, yargıç atamalarında milletin seçtiklerini söz sahibi kılarak, jüristokratik düzene son veriyor. Bu da kuvvetler ayrılığının daha sağlıklı işlemesini sağlayacak.

Sibel Eraslan (Star gazetesi köşe yazarı)

Her şeyden önce Tayyip Erdoğan isminin insanlara güven veren, yarınlara umutla bakmayı teşvik eden bir enerjiyle dolu olduğunu söylemeliyim. Siyasi içeriği aşan bir durum bu. Yeni anayasa çok uzun zamandan beri toplumsal bir talep olarak bekleniyor. Bu talebin siyasi karşılığını, 1994 yılından beri gerek yerel hizmetlerde gerekse ulusal politikaları idare etmekte ve uluslararası pozisyonumuzu güçlendirme konusunda aktif dehasıyla temsil eden bir isim Tayyip Erdoğan. Ben referandum hadisesini, bir anayasal değişiklik olmasının yanı sıra Tayyip Erdoğan meselesi olarak da görüyorum. 12 Eylül darbe içeriğinin bir izdüşümü olan mevcut anayasa, sorumsuz ama süper yetkili bir cumhurbaşkanı tanımı üzerine oturuyordu. Çünkü darbeyi yapanlardan birisi oturacaktı o koltuğa... Korelasyon iflası anlamındaki bu sorumsuz süper yetki, başlı başına bir vesayet anlamındaydı. Bütün diğer vesayetler de hem normatif gerekçelerini hem kuruluş ilhamlarını bundan alıyorlardı. Şimdi bu durum kaldırılıyor. Aktif ve sorumluluk sahibi bir yönetim hedefleniyor. Ve dolaylı olarak değil doğrudan katılımın sağlanacağı bir icra dönemi açılıyor artık... Referandum sonrası dolaylı temsilden dolaysız katılıma geçeceğiz inşallah. Ve tabii gönüllerin razı olması en az normatif kurallara uyulması kadar önemli. Tayyip Erdoğan, kimsesizlerin kimsesi olmuş, halkın bağrından çıkan -aslında çıkmayan hep o bağırdan konuşan- sahici bir siyasi lider... Referandum hem tek tek gerçek insanlar olarak bizlere hem ülkemize hem de ülkemizin temsil ettiği bütün mazlum coğrafyalara umut taşıyacak, örnek olacak inşallah...

HASAN ÖZTÜRK (ÜLKE TV GENEL YAYIN YÖNETMENİ)

61 Anayasası ile Türkiye'de bir 27 Mayıs düzeni kurulmuştur. Bu düzenin özelliği, seçilmişler ne kadar güçlü olursa olsun, gücünü anayasadan alan yetkili kurumlar eliyle millet iradesinin ipotek altına alınmasıdır. Anayasa Mahkemesi de HSYK da, cumhurbaşkanına tanınan onca yetki de 27 Mayıs düzeninin eseridir. Sivil siyasete güvenmeyen ve bir şekliyle atanmışların oluşturduğu vesayeti ikame eden 27 Mayıs düzeninde tek bir iktidar ortağı hiç değişmemiştir; o da CHP! CHP siyaseten iktidar olamasa da o zihniyetin temsilcilerinin bürokrasideki iktidarları hep var ola gelmiştir ve her daim gayri resmî iktidar ortağı olmuştur.

27 Mayıs düzeninin en önemli özelliklerinden biri de siyasete dışarıdan müdahale edilebilmesidir. Bu nedenle, bazen Meclis'teki siyasi tabloyu değiştirerek (Kemal Derviş'in başını çektiği üçlü troykanın yaptıklarını hatırlayın lütfen. Hüsamettin Özkan 'babam' dediği Bülent Ecevit'i terk etmişti. İsmail Cem ise, "Geçti cancağızım artık yeni bir şey söylemek gerekir" cümlesiyle partisinden ayrılmıştı), bazen de cumhurbaşkanının olağanüstü yetkilerini kullanarak (Demirel'in arkasında hiçbir halk desteği olmayan DYP milletvekili Yalım Erez'e hükümeti kurma görevi vermesi gibi) siyaset teslim alınmaktaydı. İşte bu düzenin değişmesinin yolu yeni anayasa paketi ile sağlanacaktır.

Cumhurbaşkanlığı modeli olarak karşımıza getirilen yeni düzenleme ile bugüne kadar hiçbir sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanı, icranın tek sorumlusu ve hükümetin başı olacağı için aynı zamanda hesap verir hale gelecektir. İkincisi, Meclis asli görevine döneceği için daha özgür yasa çıkaracaktır. Ve en önemlisi 27 Mayıs düzenine eklemlenen 12 Eylül düzeni yürütmede çift başlı bir yapı kurmuştu. Bu çift başlılık yok edilecektir.

Çift başlılığın bize nelere mal olduğunu hatırlamakta yarar var. Örneğin, Ahmet Necdet Sezer'in anayasa kitapçığını fırlattığı MGK toplantısından sonra dönemin Başbakanı Ecevit, devlet krizinden söz etmiş ve sonucunda Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizine girmişti. Yine yakın tarihte çift başlılık nedeniyle yaşanması muhtemel kriz, AK Parti'de genel başkan ve başbakanın değişimi ile aşılmıştı.

Sonuç olarak, Türkiye güçlü yürütmeye ancak çift başlılığın giderilmesi ile ulaşabilir.

Yeni düzenleme bunu vaat etmektedir. Milletimiz olup biteni görmektedir. Millet, çift başlılığın giderilmesini düzenleyen anayasa teklifine bu gözle bakacaktır.

ERCAN YILDIRIM (YAZAR)

Türkiye'de bir şeylerin değişmesi gerektiği açık. Sıkıldık! Yani toplum olarak artık sıkıldık. Suni tartışmalardan, gündemlerden, CHP'nin saçma sapan muhalefetinden sıkıldık. Yani insan şöyle okkalı bir muhalefet bekliyor, dişine göre rakip... İnsan rakibinin ve düşmanının da kalitelisini umuyor ister istemez.

Türkiye bunalımda. Adım atacak atamıyor, geri gitmek yahut olduğu yerde durmaktan da bıktı. Sistem değişikliği biraz da bunun için gerekli. Birilerinin kör kavgası, onlar için heyecanlı ve yeterli olabilir ama milletimiz içerideki kavgalardan, birbirimizle dövüşmemizden sıkılmış; enikonu okkalı, dişli dünya devletleriyle kapışmak istiyor.

Diyeceksiniz ki böyle bir irade, bilinç ve daha önemlisi ahlaki gelişkinlik umuma teşmil edilmiş mi, tabii ki hayır. Bize layık olduğumuzdan öte nimetler sunulmuyor; şu anki müktesebatımız vatanı zar zor koruyabilecek düzeyde!

Öncelikle 2007 yılında cumhurbaşkanını halkın seçmesi Türkiye'de de facto olarak parlamenter sistemi bitirdi. Ama onun yerine yeni bir sistem konmadı. Şu anda Türkiye'nin bir idari sistemi yok. Sistemsiziz.

Peki, nasıl oluyor da işler yürüyor! Cumhurbaşkanı ile hükümetin uyumu, Erdoğan'ın karizmasıyla... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan öncelikle Türkiye'deki sistem boşluğunu tamamlamak, fiili olanı resmiyete büründürmek istiyor. Trump'lı Amerika, bölgede İsrail ve Kürt devletinden müteşekkil yeni bir müesses nizamı harekete geçiriyor. Bu doğrudan bizi hedef almaktır. Hali hazır sistemle, donanımla bunu karşılamaya gücümüz yetmez, Cumhurbaşkanlığı Sistemi devletin aktifleşmesini sağlayacak... Şimdiye kadar kısa huzmeli planlarımız vardı. Hiçbir zaman alternatif projemiz, stratejimiz olmadı. Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin çıkmasıyla çok yönlü projeler, planlar da olacak. Beka meselesini iliklerimize kadar yaşıyoruz; referandum bir açıdan Türk milletinin beka sorununu da çözebilecek!

HİLAL KAPLAN (SABAH GAZETESİ KÖŞE YAZARI)

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin en büyük getirisi, çift başlılığı engelleyecek olması. Çok sık dillendirilen bir ifade ama altının yeterince doldurulduğunu düşünmüyorum. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri çift başlılık ülkenin yönetilmesi noktasında bir engeldir. Aynı partili, aynı görüşlü olmalarını bırakın aralarında bir vefa ilişkisi olmasına rağmen çift başlılığın bugüne kadar ülkeye verdiği zararları hatırlayalım. Örneğin Turgut Özal ile koltuğunu bıraktığı Mesut Yılmaz yahut Süleyman Demirel ile Tansu Çiller. Hatta tek parti dönemini düşündüğümüzde Atatürk ve İnönü'nün bile arasının açılmasına neden olmuştur. Keza biliyorsunuz Ahmet Necdet Sezer'in cumhurbaşkanlığı adaylığı noktasında bayrağı önde taşıyan Bülent Ecevit'tir ancak sonrasında aralarında öyle bir sorun oldu ki; ülkeyi el ele, tarihimizde yaşadığımız en feci ekonomik krizlerden birine getirip bıraktılar. Dolayısıyla çift başlılık dediğimiz sorun sandığımızdan çok daha kötü biçimlerde ülkeyi etkiledi.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin en önemli getirilerinden biri de, yasama ve yürütme arasına kesin bir ayrım koyduğundan karar alım ve yasa yapım süreçlerinde devletin kilitlenmeden işleyecek ve işlevsel bir biçimde yönetimin devam etmesini sağlayacak olması. İnsanlar kararlarını verirken bu dinamiği göz önünde bulundurmalıdır. Ve bu sistem asla denildiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsı için gerekli olan bir sistem değildir. Bakın şimdi eğri oturalım doğru konuşalım şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti üzerinde de, anayasanın kendisine verdiği yetkiler itibariyle de bir otoriteye sahip. Zaten şu an Sayın Başbakan Binali Yıldırım'ın katkılarıyla da çift başlılığı önlemiş durumda. Fakat -Allah hayırlı uzun ömürler versin- kendisi vefat ettikten sonra bu ülkenin siyasi yapılanması ne olacak? Sadece olası bir parti içi çekişmeden bahsetmiyorum. Sandığa gidildiğinde ve bu sandıktan koalisyon çıktığında nasıl bir kaosa sürükleneceğimizi iyi düşünmemiz gerekiyor. Biz bunu en son 7 Haziran'da yaşadık. Halkın verdiği oy karşısında beş ay boyunca bir koalisyon çıkmadı. Ki bu parlamenter sistemin en büyük saçmalığıdır ve bizim artık bu saçmalığa bir son vermemiz gerekiyor.

YAHYA BOSTAN (SABAH GAZETESİ YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ)

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin birçok artısı var ancak ben yeni sistemin en çok önemsediğim noktasına değinmek istiyorum. Mevcut yönetim sisteminde müthiş bir karmaşa var. Yürütme organını başbakan ve kabine oluşturuyor. Ancak yürütme organı yasamanın içinden çıkıyor. Türkiye'de yürütme yasamaya bağımlı. Üstelik biz vatandaşlar olarak yürütme organını doğrudan seçemiyoruz. Yasamayı seçiyoruz. Oradaki aritmetiğe göre siyasetçiler yürütme organını belirliyor. Bu Türkiye'de demokrasiyi zayıflatan en önemli sebeplerden biri. Çünkü mevcut sistem bu özelliği nedeniyle ayak oyunlarına, kirli ilişkilere, siyaset dışı aktörlerin müdahalesine fazlasıyla açık hale geliyor.

7 Haziran'ı düşünün. Eğer Bahçeli 'evet' deseydi CHP, MHP ve HDP kabine kuracaktı. En çok oyu alan AK Parti iktidarda olmayacaktı. O takdirde kimse "Ama AK Parti en çok oyu aldı, koalisyonda olması gerekir" diyemezdi. Çünkü dediğim gibi bu çarpık sistemde vatandaş yasamayı seçiyor, yürütmeyi değil. Bunun yanı sıra mevcut sistemde bir de halk tarafından seçilen, yetkileri geniş ancak yasal açıdan sorumsuz cumhurbaşkanlığı makamı var. Bu kakofonik sistemin, bugün değilse bile yarın kriz çıkarması, istikrarsızlık üretmesi kaçınılmaz. Sistem değişikliği zaten bu yüzden yapılıyor. Yeni sistemde erklerin görev ve sorumluluk alanları netleşiyor.

Bunun doğuracağı diğer bir sonuç da vatandaşa karşı hiçbir sorumluluğu olmayan ancak siyaset üzerinde sürekli belirleyici olmaya çalışan siyaset dışı aktörlerin alanlarının daralması olacak. Ki bu cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin en önemsediğim özelliği. Ben ülkemin, oyumla belirleyemediğim medya, iş dünyası, sivil asker bürokratlar tarafından değil, istediğim zaman değiştirebileceğim siyasetçiler tarafından yönetilmesini istiyorum. Cumhurbaşkanlığı Sistemi'yle buna ulaşabileceğimizi düşünüyorum.

BİZE ULAŞIN