Şimdi tedaviyi konuşma zamanı
Ortaokul yıllarımın en ilginç hatıralarındandır: Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nde, Millî Gençlik Vakfı okul teşkilâtında görev yaparken, bir ara toplu halde gece namazlarına kalkmaya başlamıştık. Hem teşkilât faaliyetiydi bu, hem de bir nevi manevi eğitim. Yine bir gece, pansiyon binasının bodrum katındaki büyük mescitte toplandık. Herhalde 50 kişi kadar vardık. Ama elbette çoğumuzun gözleri uyku sersemliğinden daha açılmamıştı. İsmini vermeyeyim, teşkilat yönetiminden biri ayağa kalkıp uzun bir konuşma yaptı. Şu kısım, dün gibi aklımda: "Kardeşler! Bir ağabeyimiz, rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş. Peygamberimiz gelmiş, şu mübarek halkanın en dışında oturan kardeşimizin başını okşamış. En dışarıdaki kardeşimiz bile böyle muamele görüyorsa, bu davanın ön saflarında olan kardeşlerimizin derecesini düşünün!"
Yine aynı yıllarda, adı 'Erbakan Hoca'nın Şeyhi'ne çıkan Yahyalılı Hacı Hasan Efendi'nin, Erbakan'a, "Şu anda davanın Mekke dönemindeyiz. Siz inşallah Medine dönemini de göreceksiniz" deyip bazı manevi işaretlerden söz ettiği de anlatılırdı teşkilat çevrelerinde. "Bu sözleri dinleyen Erbakan Hocamızın gözlerinden yaşlar süzüldü" şahitlikleri eşliğinde...
Kartal'da okurken, teröristbaşı Gülen'e bağlı 'abi'lerin kaldığı yakın çevredeki evlere de yolumuz düşerdi. Oralardaki sohbetlerde, defalarca şu minvalde anlatımlara şahit olmuşumdur: "Peygamber Efendimiz, evlerimizi zaman zaman teftişe geliyor. Hatta bazı abileri hesaba çekiyor, onlara eksikleri soruyor. Peygamberimizin aynı gece birkaç evi dolaştığı da oluyor. Hepsinin şahitleri var..."
Sadece bunlar da değil; diğer birçok tarikat ve cemaat çevresinde, buna benzer anlatılar dinledim yıllarca. Birinde "Peygamberimiz zikre bizzat teşrif ediyor"du mesela, bir başkasında tarikatın işlettiği kitabevinin piyasaya çıkardığı yeni tefsir seti "Peygamberimiz, bu tefsirin yazılmasını bizzat istedi" cümlesiyle pazarlanıyordu. Her gün iki kere, sabah ve akşam Peygamberimizle görüşen, gündemi onunla istişare eden şeyhefendiler de hiç az değildi. Hatta bazıları, "Sen benim bu zamandaki vekilimsin" taltifine hak kazanmıştı.
Peygamberimizi işe ortak edip, yapılan şeylere manevi meşruiyet kazandırma yarışı, tarihe de sıçramıştı üstelik. Mesela, Yavuz Sultan Selim'in, ordusuyla Sînâ Çölü'nü geçerken birdenbire atından inerek yürümeye başladığı, bu durumu garipseyen nedîmi Hasan Can'ın yanına sokularak "Hünkârım, siz inince herkes inmek durumunda kaldı. Asker çok zorlanıyor" sözüne Yavuz'un "Peygamberimiz önümde yürürken, ben nasıl ata binerim Hasan!" diye cevap verdiği anlatılıyordu hep. Bunu, 'ciddi' tarihçilerin ağzından duymak bile mümkündü.
Daha eski devirlerle ilgili olarak da, örneğin, İmam Buhâri'nin, hadis külliyatını oluştururken bütün hadisler için tek tek abdest aldığı, her birini kitabına koymadan önce istihareye yattığı, rüyasında Peygamberimizi görerek ona "Bu sana ait bir söz mü?" diye sorduğu, böylece sadece onay aldığı hadisleri kitabında derlediği, neredeyse bütün dini sohbetlerde dile getirilen bir anlatımdı.
İslami camiayı oluşturan tarikatlara, cemaatlere, dini kurumlara, vakıflara, derneklere vs. böyle tek tek uğradığınızda, aslında neredeyse hepsinin "Peygamberimizden icazetli ve özel destekli" olduklarına inandıklarını görmek mümkündü. Az sayıda istisna hariç, hiyerarşik cemaat sistemine sahip dini yapılar kendilerini "Peygamberimiz, manevi âlemde bizim liderimizi işaret etti" açıklamasıyla meşrulaştırıyordu. Hatta bazı yapılarda görülen liderlik kavgalarında ve iç çatışmalarda, rüyalar ve batınî işaretler, sonucu belirleyen etkenlere dönüşüyordu.
Manevi olanı kötüye kullanmak
15 Temmuz gecesi şahit olduğumuz alçak darbe girişimi sonrasında, teröristbaşı Fethullah Gülen ve oluşturduğu batınî terör örgütüne yönelik eleştirileri okurken, aklıma ister istemez İslami camianın tamamında görülen bu tür meşrulaştırmalar geldi.
"Fethullah Gülen, Peygamberimizle görüştüğünü söylüyor", "Fethullah Gülen'in bağlıları, kendisine sorgusuz-sualsiz itaat ediyor, o ne derse doğru kabul ediyor", "Kendilerinin en iyi müslümanlar olduklarını düşünüyorlar, diğerlerinin imanlarını ve yaptıkları şeyleri makbul görmüyorlar", "Gülen, ayet ve hadisleri, kendisini öne çıkaracak şekilde yorumluyor", "Fethullah Gülen, manevi âlemde Türkiye'nin kendi cemaatine emanet edildiğini iddia ediyor" ve benzeri cümleler, Türkiye'deki birçok tarikat ve cemaat için de aynı şekilde kurulabilir maalesef.
Dolayısıyla, teröristbaşı Fethullah Gülen'in kullandığı ve kendisini meşrulaştırdığı din dilini eleştirirken, genel bir sistem eleştirisi yapmamak, sadece hedef saptırmak ve zihinsel tatminle yetinmek olur.
Teröristbaşı Gülen, sahip olduğu ilmi de kullanarak, insanlardaki 'manevi lidere teslim olma' güdüsüne oynadı. Onun araç haline getirdiği rüyalar, batıni işaretler, manevi yönlendirmeler, ayet ve hadislerden yapılan zorlama çıkarımlar insanların zaten yöntem olarak aşina olduğu şeylerdi. O bunun üzerine kişisel hırslarını ve uluslararası bağlantıları ekledi. Teröristbaşı Gülen'in yönettiği terör örgütünün sıradan halka bakan meşrulaştırıcı manevi iskeleti, herhangi bir dini cemaat ya da tarikattan farklı değildi.
Bugün, kendi manevi ya da siyasi liderine "gassâl elindeki meyyit gibi" bağlanan birinin teröristbaşı Gülen'in kurduğu bağlılık zincirini eleştirmesi gülünçtür. Kendi mensup olduğu yapıyı "en doğru yolda" görenlerin, Gülencilerin aynı düşüncesini yerden yere vurması komiktir. Kendi şeyhinin, efendisinin Peygamberimizle her meseleyi istişare ederek adım attığına inanan bir insanın, "Fethullah Gülen, Peygamberimizle görüşüyormuş, vay arkadaş!" cümlesini kurabilmesi de ironiktir.
Kusurları konuşmak arınmaya hizmet eder
Teröristbaşı Gülen ve tesis ettiği terör şebekesinin ayrıntılı şekilde gündeme gelmeye başlamasıyla, şöyle bir feryat da yüksek sesle dile getiriliyor şimdilerde: "FETÖ üzerinden bütün cemaatleri ve tarikatları kurban etmeyelim. Teröristbaşı Gülen'i kullanarak, diğerlerini eleştirmeyelim."
Doğrudur, teröristbaşı Gülen üzerinden, bütün bir İslami yapıyı ve Müslümanların ortaya koyduğu manevi birikimi silip yok etmeye azmedenler çıkıyor ancak bunlar var diye, teröristbaşı Gülen'in İslam algımızdaki hangi arızaları istismar ederek güçlendiğini konuşmazsak, ileride başımıza bela olacak başka 'manevî' yapılanmaların ortaya çıkmasını da engelleyemeyiz.
Her şeyden önce, şunun altını çizmemiz gerekiyor: İslâm bir cemaat dinidir. Bencillik ve vurdumduymazlık anlamındaki bireysellik, İslâm'ın asla tasvip etmeyeceği bir durumdur. Müslümanlar cemaatleşeceklerdir, dertlerini ve sorunlarını 'ortak akıl'la çözeceklerdir. Fıtrat ve yaklaşım farklarına göre ayrı ayrı gruplar oluşsa da, kritik zamanlarda bütün o gruplar bir araya gelerek 'tek bir vücudun azaları' gibi işlev göreceklerdir. 'İslam kardeşliği', bütün dünyevi ve siyasi aidiyetlerin önünde gelecektir. Allah'ın ve Rasulü'nün bize öğrettiği ve bizden istediği mantık budur.
Bu nedenle, teröristbaşı Gülen'in istismar ettiği kusurları ve zaafları konuşmak, 'Bütün cemaat ve tarikatlara savaş açmak' anlamına gelmez. Aksine, onların da arınıp kendilerini temizlemelerine hizmet eder.
***
Kendisinin bir hiç olduğuna inanan, manevi kurtuluşun ancak iradesini birine teslim ettiğinde gerçekleşeceğini düşünen, düpedüz yanlışlarda bile 'hikmet' arayan, olaylara ve durumlara eleştirel bakmayan, düzenli ve çeşitli okuma alışkanlığı bulunmayan, sadece kendi liderinin ve efendisinin eserlerini okuyan, İslam tarihinden ve temel İslami literatürden tümüyle habersiz, dini değerlerinin başkalarının ekonomik kazançları için sömürülmesine ses çıkarmayan tipler yerine; müstakil ve müstakim bir şahsiyet sahibi, Allah karşısındaki hesabının ve sorumluluğunun bireysel olduğunun bilinciyle hareket eden, manevi bir yapıya intisap etmiş olsa bile oradaki yanlışları sahiplenmeyen, çevresinde gerçekleşen hadiseleri ve yaşadığı olayları eleştirel bir zihinle değerlendiren, sistemli ve geniş ufuklu bir okuma alışkanlığı edinmiş, sadece sevdiği insanların değil karşıt görüşteki kişilerin eserlerini de okuyan, İslam tarihi ve temel İslami literatürle ilgili derinlemesine bilgi sahibi, başkasının dünyevi kazancı için kendi dini değerlerinin sömürülmesine izin vermeyen kişiler yetiştirmeye odaklandığımızda, İslami camia olarak ciddi bir kazanım da elde etmiş olacağız.
Şahsiyet ve kişilik sahibi, şuurlu ve derinlikli Müslümanlar olarak yaşamak, hepimizin birinci hedefi olmak durumundadır. Bunu nasıl başaracağımız ve çocuklarımızı bu ülkü doğrultusunda nasıl yetiştireceğimiz sorularına cevap aramak, 15 Temmuz'da atlattığımız büyük badirenin yeniden tekrarlanmaması adına elzemdir çünkü arızalar var olmaya devam ettikçe, bunu kullanarak bize zarar vermeye kalkışanlar da mutlaka olacaktır.
Bunları yapmak yerine gece-gündüz teröristbaşı Gülen'i ve yaptıklarını konuşmaya dalmak bizi bir yere götürmeyeceği gibi, bünyemizde bulunan hastalıkların tedavisine de fayda sağlamayacaktır.