Gökhan Ergür: Milletlerin şahsiyetleri

Milletlerin şahsiyetleri
Giriş Tarihi: 5.10.2016 15:16 Son Güncelleme: 18.10.2016 10:49
Gökhan Ergür SAYI:28Ekim 2016
Türk ve Türkiye deyince sıtmaya tutulan sözde aydınlarımız için İspanyolun, Brezilyalının, Afrikalının, Filistinlinin, Mısırlının Türk bayrağı açıp altında kendini güvende hissetmesi, savaşçı bir ruha bürünüp direnmesi, her fırsatta ‘bu ülkede yaşanmaz’ diyen tatlı su entellerinin anlayacağı türden meseleler değildir.

İspanya 1'inci Futbol Ligi La Liga'da mücadele eden Deportivo La Coruna taraftarları, gittikleri her maçta Türk bayrağı açıp Türkiye tezahüratı yapmasıyla tanınır. Geçtiğimiz yıllarda Yunan takımı Panathinaikos ile oynadıkları maçta kale arkasına açtıkları 24 metrelik Türk bayrağıyla dünya basınının gündemine oturan Deportivoluların Türkiye hayranlığı çok eskilere dayanmakta.

16'ncı yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile İspanya Krallığı arasındaki ilişkiler yoğunluk kazanmıştı. Osmanlı'nın şanı, dünyaca meşhur Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın seferleri İspanya'nın kıyı bölgelerine kadar uzanmaktaydı. Osmanlı'nın Akdeniz'i bir Türk gölüne dönüştürdüğü bu yüzyılda Avrupa'nın ismi karşısında titrediği Barbaros Hayrettin Paşa'nın yönetimindeki Türk donanması İspanya'yla köklü ve sıcak ilişkilerin ilk tohumlarını atar. Barbaros Hayrettin Paşa'nın Galicia bölgesindeki insanlarla kurduğu bu yakın ilişkiler sayesinde Osmanlı'ya dair önyargılar kırılırken, Osmanlı bu bölgede halk tarafından kabul görür ve benimsenir.

Osmanlı'nın desteğini arkasına alan Galicia bölgesi elde ettiği bu güçle İspanya'nın diğer kesimlerinden tepki almakta gecikmez. La Corunalıların Osmanlı'yla işbirliği yapmasına tepki gösteren komşu kent Vigolular, La Corunalılara hakaret etmek için 'Los Turcos' lakabını kullanırlar. Türkler anlamında kullanılan Los Turcos tanımlaması sanılanın aksine La Coruna halkı için iftihar kaynağı olur. Çünkü onlar 'Türk gibi güçlü' deyiminin dünyada yankılandığı bir dönemde bundan büyük onur duyacaklardır. Kendisiyle yapılan bir röportajda eski Deportivo başkanlarından Augusto Cesar Lendoiro bu konuyla ilgili şunları söylüyor: "Biz kendimizi İspanyol olarak değil Türk olarak görüyoruz. Çünkü biz Türküz." Yine, Türkiye forması giymiş bir Deportivo taraftarına mikrofon uzatıldığında göğsündeki ay yıldızı göstererek: "Bize Los Turcos diyorlar, Galicia kökenli olmamıza rağmen kendimizi Türk gibi hissediyoruz, ne Celta Vigolular ne de bir başkası, kimseden korkmuyoruz!" diyor.

Yakın dönemden bir örnek daha verelim; Brezilya Cumhurbaşkanı Rousseff'ın yolsuzluk gerekçesiyle azledilmesini siyasi darbe olarak nitelendiren Brezilya halkı geçtiğimiz eylül ayında sokaklara döküldü ve protesto eylemlerine başladı. 15 Temmuz darbe girişiminin Türk halkı tarafından püskürtülmesinden ilham alarak sokaklara çıkan halk, Türk bayraklarıyla meydanlara indi ve ay yıldızlı bayrağımızın altında ABD destekli yeni devlet başkanı Michel Temer'e karşı olduklarını omuz omuza hep bir ağızdan haykırdı.

Türk ve Türkiye deyince sıtmaya tutulan sözde aydınlarımız için anlaşılması zor konular bunlar. İspanyolun, Brezilyalının, Afrikalının, Filistinlinin, Mısırlının Türk bayrağı açıp altında kendini güvende hissetmesi, savaşçı bir ruha bürünüp direnmesi, her fırsatta 'bu ülkede yaşanmaz' diyenlerin anlayacağı türden meseleler değildir çünkü. Sözde aydınlarımızın gözünde; insan haklarının yok sayıldığı, basın özgürlüğünün olmadığı, faşist, çağdışı kalmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya üzerinde ezilen herkesin umudu ve bayrağı olmuştur. Türkiye'deki hastalıklı sol düşünce kabul etsin ya da etmesin, Türkiye mazlum coğrafyaların koruyucu başkentidir, abisidir, hamisidir.

Kurşun geçirmez ruh

15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde darbeci hainlerin halka ateş açtığı sırada yerde yatan 30-35 yaşlarındaki bir vatandaş cep telefonundan takipçilerine canlı yayın yapıyor ve şunları söylüyor: "Belki burada öleceğim ama hiç olmazsa şerefimle öleceğim. (O sırada motorlu bir şahıs darbeci askerlere doğru yaralıları almak için kahramanımızın yanından geçiyor ve silah sesleri). Adam gitti, adamı vurdular. Motoru üstlerine sürdü, adamı vurdular ama şerefimizle öleceğiz, şerefimizle sonuna kadar vatanımızı savunacağız. Elbet fişekleri bitecek, kurşunları bitecek, o zaman kaçacak delik arayacaklar. Allah büyüktür, Allah büyüktür... Bu durumda bile gülmek lazım (Gülümsüyor) vatanım için yapıyorum çünkü, umutsuzluğum yok, üzüntü, keder yok." Bir psikolog olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu vatandaşımızın o anki kahramanca tutumunu, sakinliğini, idrakini ve yorumlarını hiçbir kuram, kuramcı ya da davranış bilimcisi açıklayamaz.

Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale Savaşı anılarında şöyle bir olay anlatır: "14 Mayıs 1915 Bombasırtı Olayı çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak, cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur."

Korkusuz millet

Şu, abartısız bir gerçek: Dünyanın en korkusuz insanlarıyla beraber yaşıyoruz. Dergimizin eylül sayısındaki Abdullah İrgin ile yapılan söyleşiyi okumuşsunuzdur. Kızılay'da arkadaşlarıyla otururken darbe teşebbüsünü öğrenen Abdullah İrgin masadan kalkıp Genelkurmay Başkanlığı'na gidiyor ve içeri girip silahlı darbecilerin elinden Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ı kurtarmaya çalışıyor. Kulağının yanından mermiler geçerken Abdullah İrgin, bir yandan çevresindeki insanları yönlendirirken bir yandan da cep telefonu aracılığıyla takipçilerine olayları canlı yayınla aktarıyor. Bu bir roman taslağı olsa, dosyayı okuyan editör yaşanan olayı fazla abartılı bulur ve düzelti için sayfanın yanına not düşerdi. Fakat 15 Temmuz gecesi yaşanılanlar ne bir roman taslağı, ne de abartılı bir hikâye, sadece cesur insanların bir gecede korkusuzca yazdığı koca bir destandı.

İtibar dergisinde geçtiğimiz ay Şehit Ömer Halisdemir için yazdığım Ömer'in Yeşil Sarığı isimli şiirden bir dize: "Kara Oğuz'dan kalma bizde cesaret." Türklerin cesareti ve korkusuzluğu Eski Türklere dayanır. Bozkır ikliminde yaşayan bir ulus olan Türkler; sert iklim koşulları, coğrafi faktörler, Orta Asya'daki diğer boy ve uluslar arasındaki mücadeleler zorlu hayat şartlarını da beraberinde getirmiştir. Bu zor şartlar, Türklerin savaşçı olarak yetişmesine neden olmuş ve tarihte de ordu-millet olarak tanımlanmalarını sağlamıştır. Türklerde halk ordu, ordu ise halktı. Özellikle uzun süren akınlarda, çoğu zaman aileler de askerlerle beraber gitmişlerdi. Akınlardan sonra yapılan iskân ve yerleştirmelerde ise tabii olarak askeri düzenin izleri görülmüştür. Böylece Türklerde her birey savaşçı kimliği kazanmış ve askerlik Türk milletinde meslek değil, bünyesinde bulundurması gereken bir özellik olmuştur. Askeri teşkilat olarak personel temininde herhangi bir zorluk yaşanmamıştır. Eski Türkler için askeri hizmet vermek doğal bir uğraştır. Yönetici sınıf ve halk olarak ayrılan toplum düzeni içinde, bütün toplum gerektiği zaman asker kişi olarak görev yapabilecek bir hayat tarzında yaşamaktaydılar.

İslamiyet'in kabulüyle beraber savaş konusuda yetkin olan Türkler, artık kuvvetli bir şekilde Allah'a ve Rabbin bir hediye olarak sunduğu şehitlik mertebesine inanarak tüm dünyayı gözden çıkartıp; dini, devleti ve bayrağı için insanüstü bir gayretle varoluş mücadelesi verdi, bedenini ve ruhunu bu yönde işledi, geliştirdi. Yüzyıllar önce hamurumuza katılan bu maya bugün kendisini Çengelköy'de, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde, Genelkurmay Başkanlığı önünde ve Türkiye'nin en ücra köylerinde gösterdi.

Bin yıldır buradayız, bin yıl daha burada kalacağız!

BİZE ULAŞIN