Bütün dünya koca bir öfke, ümit ve dayanışma borsasına dönüşmüş durumda. Kimin derdiyle dertleneceğimizi bilemediğimiz, bir kendimize, bir komşumuza, bir çok uzaklardaki tanıdıklarımıza, sevdiklerimize üzüldüğümüz günler... Değerleri sürekli değişen bu duygu borsasında ayakta kalabilmek için hepimiz, kalbimizi bazı üzüntü ve umutlara açarken, bazılarına kapamak durumunda kalıyoruz. Dünyanın bazı yerlerinden gelen haberleri 'bana çok uzak' deyip anlamaya bile çalışmıyoruz. Hiçbirimiz bu dairenin dışına çıkabildiğini iddia edemez. Darbe girişimi süresince Avrupa ve Amerika'nın Türkiye'de yaşananlara verdiği tepkiyi de, Türkiye'de yaşanan olaylar arasında 'gördükleri' ve 'gör(e)medikleri'ni de bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Ben de Türkiye'deki pek çok insan gibi darbe girişiminden sonraki günü sürekli televizyon ya da bilgisayar ekranının başında ya da Twitter'da geçirdim. 16 Temmuz'dan sonraki günlerde sıkça karşılaşacağım bir söylemi ilk defa İngiliz bir Twitter hesabında gördüm: "Türkiye'den gelen direniş görüntülerinde kadınlar neredeydi?" Evet, özellikle Türkiye gibi bir yerde yaşamın her alanında var olan Müslüman kadınlar hakkında, defalarca çürütülmüş, Edward Said'in kemiklerini sızlatan söylemlerin bir ürünü olan bu tarz yorumlara hâlâ şaşırabiliyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi bu tweetin biraz üstünde ve biraz altında Türk Twitter kullanıcılarının hem darbe gecesinden, hem de demokrasi nöbetlerinden paylaştığı resimlerde birçok kadın görmek mümkündü. Safiye Bayat ve Şerife Boz gibi isimlerin resimleri, videoları, özellikle mertliklerine vurgu yapılarak paylaşılıyordu. Bu durumda kadınların bu direnişe dâhil olmadığına dair yargı, Avrupa basınına yansıyan resimlerin sadece erkeklerin bulunduğu resimler olmasından yahut Avrupalı gözlerin fiziksel olarak direnen Müslüman kadını görememesinden kaynaklanıyordu. Daha doğrusu sadece klişelere hapsedilmiş, tek tip bir Müslüman kadını görebilmesinden... Bunun sebebi elbette Avrupa'nın, Türkiye ve FETÖ'nün gerçeklerini bilmeden darbe yapanları ve darbe ile indirilmeye çalışılan hükümeti baştan kendi kafalarında bazı 'ilerlemeci' ve 'gerici' kategorilere oturtmuş olması.
Kadınların darbe girişimi sırasında sokaklarda görünmemesine yapılan vurgu, bu olayların Avrupalılar tarafından 'bize benzemeyen', 'kadınlarını evlere hapseden' bir ülke ve kültürde yaşandığının görülmesinden kaynaklı. Böylelikle, 'dayanışma' içinde olmamız beklenen birçok uluslararası meseleden bir tanesini düşebilir, vaktimizi diğerlerine ayırabiliriz. Sosyal medyada takip edebildiğim kadarıyla Avrupalı ve ne yazık ki bazı yerel yorumcuların kadınları resimden çıkarmasıyla oluşturulan görüntüde, hem darbeye karşı direnişin, hem de demokrasi nöbetlerinin insan haklarına saygı duymayan bir güruh tarafından yapıldığı, darbenin başarısız olmasının bir bakıma Türkiye için talihsiz bir durum olduğu ima ediliyordu. Bu durumda ben de 16 Temmuz akşamını 'Kadınlar nerede?' diye soranlara, direnişin kadınlarının resimlerini ve videolarını göndererek geçirdim. Bunu yaparken bir yandan da Twitter'da sürekli ana sayfaya düşen PYD ve PKK kadınlarının resimlerini düşündüm. İşte Avrupa gözlüğünün görebildiği direnişçi kadınlar! Bu resimler Avrupa zihninde öyle bir kahramanlık simgesine dönüştü ki, bir mağaza, iyi satacağını bildiği için, onların kıyafetlerinden esinlenerek kıyafetler üretti. Benzer bir şekilde Gezi protestolarında polisin şiddetine maruz kalan kırmızı elbiseli kadının sadece sosyal medyada değil, akademide de 'Kırılganlıktaki Kuvvet' başlığı altında nasıl bir yer ettiğine, Amerika'daki MLA konferansının kapanış konuşmasında birebir şahitlik ettim. Peki darbe girişimi ve demokrasi nöbetindeki kadınlar neden hemen her koşulda haber ve analiz konusu olan 'direnen kadın' kategorisine giremiyordu? Onları görünmez kılan tılsım tam olarak neydi?
Direnişin kadınları
Twitter'da paylaştığım direnişçi kadın resim ve videoları, kendi hayat görüşlerine taban tabana zıt olduğu için bu hareketle empati kurmayanların fikirlerini değiştirmeye yardımcı oldu mu bilinmez ama en azından benim bu kadınların hikâyelerine daha yakından bakmama vesile oldu. Çarşaflı Şerife Boz'un başörtüsüz arkadaşı Gülseher Yüksel ile birlikte darbenin ertesi günü Mısır'daki gibi 'ikinci dalga'ya izin vermemek için bir kamyon dolusu genci alıp meydana götürmesi, Boğaziçi Köprüsü'ndeki Safiye Bayat'ın, tanklara kafa tutması… Avrupa basınının görmediği bu kadınlar fotojenik olmayan, kıyafetlerini o mağazaya koysanız satmayacak kadınlar. İsmini bildiğimiz bu kahramanlar dışında bir çok direnişçi kadının 'görünmezliği'nin bir sebebi de, tesettürlü olmaları dışında, 'genç direnişçi' kategorisine uymamaları. Yelekleriyle, yemenileriyle, pardösüleri ve kare eşarplarıyla sokaklara dökülen, nöbetleri sırasında beyaz plastik sandalyelerde uyuyakalan kadınlar… Kısaca estetiği pazarlanamayacak bir direniş.
Neden sokağa çıktıkları sorulduğunda bu kadınlar; tankların kendilerine ait olan kamusal alanları, (başörtülü Türk kadınlarının 'kamusal alan' tarihinin ne kadar çetrefilliği olduğunu bilirsiniz) kapattığını gördüklerinde kendilerine ait olana sahip çıkmak için çıktıklarını söylüyorlar. Kadın gazilerle yapılan röportajlar Türkiye'de sistematik bir şekilde kamusal alanın dışına itilen dindar kadının, kamunun temel taşlarından biri olduğuna olan inancının asla yıkılmadığını kanıtlıyor. Darbe girişiminden önce basında yer almayan, darbe püskürtüldükten sonra yaptıkları her hayırlı ve sessiz iş ne ise ona geri dönen, Hakk için, hakları için, kendi ifadeleriyle Peygamber Efendimizi, Hz. Ali'yi örnek alan ve fotoğraflarının herhangi bir dergi yahut gazetede çıkıp çıkmadığı umurlarında olmayan kadınlar... Yaptıkları taltif edilince, niyetlerine halel geleceğini düşünen kadınlar…
Diğer sosyal hareketler söz konusu olduğunda direnişin ancak kenetlenerek, dayanışma içerisinde gerçekleşeceği üzerine yorumlar yapanlar, Müslüman kadınlar beraber hareket ettiğinde bunu 'koyun psikolojisi'ne bağlamakta bir beis görmüyorlar. Bu kadınlar, salt kendi özgürlükleri ötesinde bir amaç edindiklerinde, bütün bir halkın yükünü yüklendiklerinde 'direnişçi' kategorisinden çıkarılıp, karizmatik liderlerinin sözünden çıkamayan, 'sahte bilinç' sahibi bireyler oluveriyorlar.
Avrupalıların Şerife Boz ve Safiye Bayat'ları görmemesine çok da şaşmamalı belki de. Uluslararası medyada görünen 'Türk kadınlığı' çoktan alımlı, hülyalı bakışlı, nazar boncuğu, lokum ve hamam göndermeli hatunlar tarafından işgal edilmiş durumda. Bu durumda direnmenin ve kadınlığın nasıl olması gerektiğini sadece siyasi açıdan değil, fiziksel açıdan da onlar belirliyor. Birinci elden tanıklıklara yer vermektense sokaklardan uzaktakilere yorumlatılan 15 Temmuz, Müslüman kadınların silindiği bir olay haline geliyor.
Bazı kadınların seslerinin duyulmasının imkânsız olduğunu zaten biliyorduk, 15 Temmuz üzerine yapılan yorumlar sayesinde görülmelerinin de çok zor olduğunu öğrenmiş olduk. Avrupa'nın pek çok yerinde bir 'problem' olarak görünür hale gelen tesettürün, sihirli bir görünmezlik pelerinine dönüşebilmesi de cabası.
Evet, doğru bildiğimiz hikâyelere ters gelen detayları algılamakta ve anlamakta hepimiz zorluk çekeriz. Görüp görmediklerimiz konusunda hepimiz seçiciyiz. Dünya basınının 15 Temmuz darbe girişiminde Müslüman kadınları görmekte zorlanması da içinden çıkamadıkları oryantalist söylemler bağlamında normal. Uluslararası medyada Müslüman kadınları mazlum statüsünde görmeye alışmış olan zihinler için, tankların önünde duran kadın bedenlerini algılamak elbette zor. Türkiye'deki kadınların 'katılımcı demokrasi'yi hem milletvekillikleriyle, hem de gereğinde sokaklara çıkarak ne kadar sahiplenmiş olduğunu, daha doğrusu 'katılımcı demokrasi'ye kendi inançları doğrultusunda yeni bir yön vermiş olduklarının anlaşılması biraz zaman alacak. Yabancı kamuoyunun bu akıl tutulmasının ve körlüğünün geçici mi kalıcı mı olacağı ise bizim direnişimizde ne kadar ısrarcı olacağımıza bağlı.