Geride bıraktığımız yaz Türkiye, bir 16 Temmuz sabahına uyanamadı çünkü geceyi ekseriyetle ayakta geçirdi. Israrla aynı soruyu sorup kendimizi yatıştırmaya çalıştık. "Bu zamanda darbe, hem de bu devirde" diye söylenirken, henüz girdiği marketteki televizyondan aslında darbe yaptıklarını öğrenince olduğu yere çöküp ağlayan erlerin görüntüsünü görmemiştik. Şaşkındık. Sonradan aslında 'bu durumu' tahmin ettiğini söyleyen pek çok kimse çıksa bile, lafın kısası, hepimiz şaşkındık. Onca işarete, açık açık söylenmeye, "Bu süreçte bir albay olsaydım daha iyi iş görürdüm" diyen profesöre rağmen belli ki konduramamış, bu ihtimali aklımıza getirmemiş, hayalperest ve zırva bulmuştuk. Nitekim 15 Temmuz kalkışması sistematik bir darbe hareketinden ziyade geri çekilen bir işgal kuvvetinin intihar saldırısı gibiydi. Bu yaşananlar bizleri müteakip günlerde pek çok mevzuda birleştirdi ve pek çok şeyleri tekrar düşünmeye itti.
Elbette üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan birisi, 17/25 Aralık sürecinden sonra FETÖ olarak adlandırılmış bu örgütün yaptıklarını deşifre etmek ve yapacaklarına engel olmaktı. Türkiye bunu bir müddettir yapıyor, yapmaya çalışıyordu. Bu işin önündeki en büyük engel ise toplumsal zaaflardan beslenen bu örgütün söylem çeşitliliği ile oluşturabileceği büyük yıkımı pek çok kimsenin gözünde hafifletebilmiş olmasıydı. 15 Temmuz'a kadar sosyal medyada "Arabamın benzini bitti, yolda kaldım, kesin arkasında paralel var" gibi söylemlerle dalga geçilmeye başlanmıştı. Halbuki kendince toplumsal bir duyarlılık gösterdiğini zannedip masum bir eleştiri yaptığını sananlar, bu tarz bir sulandırmayı İhsan Yılmaz gibi FETÖ'nün elebaşlarından olan kimselerin de yaptığının farkında değillerdi. Sulandırma işi bir tek bu alanda olmadı elbette.
Vaktiyle Ergenekon ve Balyoz davalarının sulandırıldığı gibi FETÖ ile mücadelede de, bu yapı üzerinden birbirini harcamaya çalışanlar, paralel iddialar, paralellik iddiaları, görülen kişisel hesaplar, kendini aklama stratejileri ve belki de hiç deşifre edilemeyen kripto yapılar ile 15 Temmuz'a kadar geldik.
15 Temmuz'un vicdanlarda ve zihinlerde durumu berraklaştırdığını, meseleyi net bir şekilde ortaya koyduğunu ve toplumsal bilinçlenmeyi son noktaya getirdiğini söyleyebiliriz. Lakin yine apaçık söyleyebiliriz ki daha evvelki pek çok dava ve girişimde olduğu gibi, illegal dinlemeleri ifşa eden, insanları kayıtlarla tehdit edip satın alan, susturan, organizasyonunu casusluk ve kirli işler üzerine kuran bir yapının 15 Temmuz'dan sonra yürütülebilecek FETÖ soruşturmasını da sulandırma ihtimalini ve ortaya konan iradeye rağmen yanlış işlerini yürütmeye devam edeceğini tahmin etmek sürpriz değil. Çünkü meselenin bütünüyle ortaya konmasını zorlaştıran belli başlı noktalar var.
Tespit edebilmenin zorluğu
Öncelikle, FETÖ ile mücadelede bütün bilgilerin birleştiği bir merkezi sistem bulunmamakta. Örgütün hangi kurumda nasıl yapılandığı bilinmediği için, soruşturmalar Emniyet, Bakanlıklar, MİT, MASAK gibi kurumların eliyle yapılıyor ve Başbakanlık üzerinden koordine ediliyor. Bu koordinasyonun en önemli sıkıntılarından birisi zaten bu örgütün bütün stratejisini takiyye yapmak, zaaflar üzerinden söylem geliştirmek ve kendini gizlemek üzere kurmuş olması. Bu durum, tespit yapmayı zorlaştırıyor. Diğer büyük bir sorun, MİT, yargı, Emniyet gibi birimlere sızan bu örgütün mezkûr yapılardaki işleyişi mükemmelen tahlil ederek, sistemde iz bırakmamak ve sistemin değmediği noktalar oluşturarak izini belli etmeden hareket etmek gibi bir alışkanlık geliştirmiş olması. Daha açık söylemek gerekirse mevcut istihbarat yöntemlerine vâkıf olan bu yapı, istihbarat yöntemlerinde iz bırakmadan yürümenin yolunu çok iyi biliyor. Zaten Bylock uygulaması da bu duruma işaret ediyor. Bir şekilde istihbarat toplama yöntemlerine yakalanmayan bir yapı var karşımızda.
Sıradan hayatın içine sızan, dini ve kültürel alışkanlıkları bir suç malzemesine alet eden örgüt elemanları ile sıradan insanları ayırt etme analizi meselenin bir başka önemli boyutu. Çocuğunu bir okula göndermek, bankaya para yatırmak, bir gazetenin üyesi olmak gibi davranışların suç emaresi oluşturan özel durumlarını tespit etmek hakikaten çok sıkıntılı. Bu konuda nasıl bir tespit yapıldığını bu meselelerle ilgilenen bir yetkiliye sordum. Adını saklı tutacağım yetkili istihbarat sistemi ve FETÖ'nün bu sistemi kullanması hakkında bazı açıklamalarda bulundu: "Türkiye'de artık sıradan insanların fişlenmesi gibi istihbarat sistemi yok. Mesela devlete düşman olmak gibi bir konu üzerinden fişleme yapmak yerine suçtan kişiye ulaşılıyor. FETÖ mensuplarının birçoğu zaten uyuyan hücreler gibi, zamanı gelince harekete geçiyor, dolayısıyla bütünüyle takibini yapmak çok zor. Zaten istihbaratı çok iyi bildikleri için sistemin işleyişini, açıklarını, zaaflarını da çok iyi biliyorlar. İstihbarat adımlarını bildikleri için yakalanmayacak şekilde örgütlenmişler." Görüştüğümüz yetkili ayrıca bize bir kimsenin FETÖ üyesi olması noktasında en güvenilir bilginin Bylock programını indirip kullanmış olmak olduğunu anlattı. Şöyle ki bu program tesadüfen telefona indirilip kullanılabilecek bir program değil. Yazılımının yapıldığı ilk iki ay açık kalmış. Daha sonra ise sadece manuel olarak ulaşılıp indirilebiliyor. Yani bir kişinin yanlışlıkla indirip uzun süre kullanmış olma ihtimali yok. Bu uygulamanın çok ileri teknik ve güvenlik özellikleri var. Herkesin bir numarası var, yani siz diğer sohbet programlarında olduğu gibi kazara yükleyip bütün listenizi otomatik ekleyemiyorsunuz. Bir nevi FETÖ' nün hücre sisteminin dijital hali gibi bir şey. Ast-üst ilişkisi içinde herkes kendisine verilen numara veya numaralar ile görüşüyor. Sisteme girmeniz için iki kişinin referansı gerekiyor. Yani bu sistemin yazılımı çok ileri bir istihbarat örneği olduğu gibi bu yazılımı kurmak ve kullanmak da ileri teknik özellikler ve irtibat gerektiriyor. Tabii bu kişilerden bazılarının yaşlı anne ve babalarının veya başka kişilerin telefonlarına bu programı yükleyip kullandıkları da bir gerçek. Ama gözetim ve takip ile bu kişilerin ilgili veya ilgisiz olup olmadıkları kolayca tespit edilebiliyor.
200 binden fazla kişinin kullandığı bir sistemin aşağı yukarı ne kadar insana dokunabileceğini kestirmek güç değil. Bu rakam, hatırı sayılır bir topluluk ediyor. Ama kendi iradesi ile 17/25 Aralık sürecinden itibaren bu yapıyı desteklemeye devam etmiş kimselerin Bylock programı kullanması kuvvetli şüphe oluşturuyor.
Türkiye'de bu programı kullandığı tespit edilen 210 bin kişi var, bunlardan 165 bininin kimlik tespiti yapılmış ve diğer kıstaslarla karşılaştırılarak ve diğer delillerle birleştirilerek üye olup olmadığına veya kişinin suç işleme potansiyeline karar verilmeye çalışılıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi konunun analiz kısmı çok zahmetli bir iş.
Maalesef 'FETÖ ile mücadele' kavramı gazetelere iki yıldır girmiş olsa da bu mücadelenin hakkıyla yapılmamış olmasının pek çok nedeni var. Öncelikle "amma abarttınız" diyen naif bir güruh ile Bugün ve Zaman gazetelerine kayyum atandığında gazetecilik içeri atılıyor diye kıyameti koparıp FETÖ'cülerle aynı orkestrayı paylaşanlar ve siyasi irade içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın işaret ettiği netlikte ve prensipte bu meselenin izini sürmemiş olanlar… Sonuç, aynı cümle: 'Bu kadarını tahmin etmiyorduk.'
Bu kadar insana ve yakınlarına ne olacak?
Tutuklanmalar ve KHK ile atılmalarda adaletten şaşmamak için ne yapmak gerektiğini sorduğumuz bir başka yetkili ise bize şöyle söyledi: "Biz devletiz, suç örgütü gibi davranamayız, aynı metotları kullanamayız. Dolayısıyla kimlik tespiti yapıldıktan sonra kişiler örgüte üye olma potansiyellerine göre muhakkak derecelendirilmeli. Soruşturmaların bilerek sulandırılmasına ve mağduriyetler yaratılmasına kesinlikle mahal verilmemeli. Unutmayalım ki karşımızdaki örgüt organize olmuş ve örgüte kendini adamış ve kazanmak için hiçbir kutsal tanımayan, kendine her şeyi mubah gören bir ağ oluşturmuş. Ankara'ya liste göndermek veya 'bakın ben ne kadar FETÖ'cü attım' deme motivasyonu ile hareket eden kişiler kolaylıkla FETÖ'cülerin yönlendirmesine maruz kalıp günahsız insanların canını yakabilirler." Bu kişinin işaret ettiği çok önemli bir gerçek daha var, bu kadar insana ve yakınlarına ne olacak?
15 Temmuz'dan sonra ancak meselenin farkına varabilmiş, o güne kadar da mahallesindeki öğrenci yurduna yardım ettiğini düşünen, kurban bağışlayan kimselerle, bu örgüt ile iş tutmuş, şantajına boyun eğmiş, işine karıştırmış, bütçelerini teslim etmiş kamu personeli, idari amirler, yerel yöneticiler elbette bir tutulmamalıdır. Bu konuda siyasi iradenin gösterilmesi ve sıradan insanların travma geçirmesine müsaade edilmemesi önem arz ediyor.
FETÖ ile mücadelenin sosyal boyutunu konuştuğumuz bir başka üst düzey bürokrat ise FETÖ manipülasyonunun önüne geçmeden, kendi bilgilendirme sistemimizi işler hale getirmeden yapılacak bir mücadelenin daha büyük sorunlar doğurabileceğini anlattı. Nesnel standartların oluşturulması ve devlet mekanizmasını çalıştırmak gerektiğini anlatan yetkili, daha etkin bir istihbarat zemininin oluşturulmasına ve medyanın da konunun takipçisi olarak gerekli kişiler üzerinde baskı kurmasının önemine değindi.
Meselenin sosyal boyutu herkesin birbirini kolaylıkla darbecilikle ve FETÖ'cülükle suçladığı bir zemine doğru kaymamalı. Çoğunluğu FETÖ'cüler eliyle oluşturulan bu karşılıklı suçlama/fişleme ve yok etmeye çalışma ortamı yine en çok FETÖ'cülere yarıyor. Yine diğer yetkilinin altını çizdiği gibi, FETÖ'nün sistemin açmazlarını ve açık noktalarını değerlendiren bir yapı olduğuna işaret eden bürokrat, FETÖ'cü atmak kadar bütün bu sistemi kullanma noktalarının deşifre edilmesinin ve kanalların kapatılmasının önemine de işaret ediyor.
Mesele galiba biraz da devleti ele geçirilecek bir şeymiş gibi görmekten vazgeçmekte. Yoksa bir diğerinin mücadele tarzı diğerini etkileyebiliyor. Sonuçta bir kişinin FETÖ'cü olduğuna dair kanaatler belli kriterlerle oluşturuluyor. Bu kriterler nesnel ve gerçekçi olsa bile etkileyeceği insan sayısı çok büyük bir rakam edecektir. 17/25 Aralık sürecinde bir çizgi çizmek ve daha sonra darbeye karışmayan, darbeyi desteklemeyen suça bulaşmayan kişiler için bir rehabilitasyon sistemi geliştirmek gerekebilir. Bu kişilerle ilgili ne yapılabileceğini sorduğumuz bir başka yetkili, bir süre kamu hizmetinden muaf tutulabileceklerini, bu kişilere toplumları ile barışmaları ve örgüt ile bağlarını koparmaları için bir süre verilmesi gerektiğini ve batıdaki gibi kamuda hizmet içeren rehabilitasyon cezaları verilebileceğini söyledi. Sivil toplumun bu konu ile ilgilenmesi ve psikolojik destek de çok önemli ayaklar elbette. Bu örgüt, tabanını Türkiye'de kaybetmiş, marjinalize olmuş, kendini radikalleştirmiş, beynini yitirmiş bir örgüt. Militanlaşan, eylemsellik kovalayan, Türkiye'ye zarar verme motivasyonu ile hareket eden FETÖ'cülerin yakalanması ve etkisiz hale getirilmesi elzem. Bunun için uyuyan hücreleri de tespit etme amaçlı devletin nesnel, iyi kurgulanmış bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Çünkü karşımızda kendini bir tek örgüt üyesi gibi tanımlayan kişiler yok. Toplumuna bilerek isteyerek planlı bir şekilde ihanet eden bir kitle, FETÖ'yü 15 Temmuz'da fark eden sempatizanlar, iyi organize olan ve hem AK Parti'nin hem bürokrasinin hem de yerel yönetimlerin içindeki kimselere belki şantajla belki ikbâl kaygısıyla boyun eğdirerek kendini gizleyen FETÖ'cüler tarafından mağdur edilen vatan evlatları var. Zor bir iş…