Kült mü, Cemaat mi?
'Tarihimizde ilk defa bayrağı olmayan bir düşmanla savaşıyoruz' dedi arkadaşım, 'bu çok tuhaf bir durum'. Körü körüne itaatin katil robotlara çevirdiği vahşilerin, dini referanslarla hareket ediyor gibi görünmeleri pek çok kişiyi irkiltti. Bir suç teşkilatı olarak çalışan bu yapıyı nasıl anlamalıyız? Onu dini bir cemaat olarak mütalaa edebilir miyiz, yoksa Batı dünyasında örneklerine sıkça rastladığımız kültlerden birisi midir? Dilimizde, kelimeyi birebir karşılayacak bir kavram olmaması nedeniyle kullanımda yer eden kült terimi, Amerikan Psikiyatri Sözlüğü'nde; "Bir dogma yahut dini öğretiye dayalı, genelde toplumun kabul görmüş inanç ve değerleriyle karşıtlık gösteren inanç ve ritüeller sistemi" olarak tanımlanır.
Önder tarafından sevilmek isterler
Kült tarzı yapılanmalara katılan insanların iki temel motivasyonu var: İlki, hayatlarında eksikliğini hissettikleri manevi anlam arayışı, ikincisi ise kompleks bir dünyada kendilerine yol gösterecek daha üst seviyede ve bilgili bir otoritenin kılavuzluğuna duydukları ihtiyaç. Külte katılan kişiler 'Tanrı'nın dünyaya bir ihsanı' olarak gördükleri önderleri tarafından sevilmek ve ilgilenilmek isterler. Önderlerinin büyüklenmeci benliği onların aç benliğini doyurur, gruplarının ve önderlerinin güçlerini içlerine alarak kendilerini güçlenmiş hissederler. Kültler insanın belirsiz bir dünyada kesinlik ihtiyacına duydukları arzuyu sömürür. Herkesin ruhunda mükemmel ebeveynlere sahip olma, sevecen ve ilgili bir grubun parçası olma gibi istekler vardır. Bu, istekten öte bir ihtiyaçtır. Paylaşılan bir düşünce, bir barınak vaat eder. İdeolojik bir kardeşlik, elinden tutacak bir dost ağı, bir yazgı kardeşliği... Bu paylaşımın sıcaklığı, karşı konulması zor bir ayartmadır. Uygun bir fırsat doğduğunda, bu ihtiyaç, muhakeme yeteneğini ve algıyı etkileyerek kişiyi bir kültün sömürüsüne açık hale getirir. İnsanlar bir külte katıldığı zaman grubun korumasından istifade ederler. Ancak bunun bir bedeli olacaktır. Kişi özgür bir birey olmaktan vazgeçer ve kendi özgün fikirlerini dışarıda bırakarak tek tipleşmeyi kabul eder. Kült müntesibi kapana kısılmış, gerçekçi olmayan ve kaskatı bir düşünce sisteminin içine kilitlenmiş kişidir.
Aile bağlarını zayıflatırlar
Kült liderleri mutlak itaat ve sadakat ister ve eleştiriyi bastırır. Etraflarına çok özel bir bilgi ile donanmış ve ilahi bir güce sahip oldukları fısıltısını yayarlar. İnsanları kendilerine bağlamak için aile bağlarını ve dışarıda sahip oldukları sağlıklı ilişkilerini zayıflatır, kurulabilecek yegâne ve iyi ilişkinin kendileri ile olduğuna inandırırlar. Kült liderleri büyük bir gizlilik içinde yaşar. İnsanların zihninde göksel ve kutsi bir imgeye sahip olmak ve üstünlük fantezisini sürdürebilmek için olabildiğince gizli bir hayat sürdürürler. Mutluluk, bilgelik ve aydınlanma sözü verirler ancak insanları götürüp bıraktıkları uçurumda katı düşünce ve mutsuzluk vardır.
Sorgusuz sualsiz teslimiyet
Kült müntesibi, dışarıdaki gerçeklikleri fark etmesin diye sürekli meşgul tutulur. Kuşandığı at gözlüğü yüzünden dışarıdaki insanların bakış açısını anlayamaz hale gelir ve bu yüzden farklı düşüncelere tahammülü azalır. Zihni iğdiş edilmiş ve ruhun selametinin narsist grup liderine sorgusuz sualsiz teslimiyette yattığına inandırılmıştır. Kült içerisinde kişilerin bireysel düşünce özgürlüğü yoktur. Yek diğerinden farklı olmak manasında bir bireylikleri de yoktur. Aslında gruptan ayrı düşünebilmek insanı derinleştirir ve bir farkındalık yaratır. Oysa bu bir kült liderinin özellikle kaçınacağı şeydir. O yüzden benzeş düşünceler ödüllendirilirken, farklılık ve ayrıksı düşünceler alabildiğince cezalandırılır. Kültün ana düşüncelerinden birisi de şudur: "Biz güvendeyiz ve doğru şeyi yapıyoruz, ötekiler yanlış yapıyor ve günaha giriyor." Eğer bir kültün içindeyseniz kendinizi dışarıdakilerden dini olarak ve ahlaken daha üstün hissedersiniz. Bir sonraki aşama, "öteki kötü, biz iyi tarafız" anlayışıdır. Bu anlayış çok tehlikelidir çünkü önce nesneleştirilen sonra da yaşamı negatifleştirilen, ötekine zarar verme, şiddete yönelme eğilimi de artabilir. Öteki, kült üyesinin gözünde herkes tarafından yaşam hakkı elinden alınabilecek, hak sahibi olmayan bir 'homo sacer'dir. Dışarıdaki kötü olarak algılanınca onları yok etmek veya onları türlü yöntemlerle 'kurtarmak' meşrulaştırılır. Hiçbir kült 'belki de biz yanlışızdır' diye düşünmez ve sorgulamaz çünkü o zaman o kült var olamaz.
Hayatlarının bir dönemi karanlık
Kültlerin en güvendiği şey esnek ve farklı düşünme yeteneksizliğidir. Bu açıdan, kültler müntesiplerini iktidarsız bırakan, onları çocuklaştıran bir doğa sergilerler. Hiyerarşide altta olanlar arasında sahte bir rekabet yaratılır, böylece liderin gözüne girmenin önemi artırılır. Bu şekilde hiyerarşide altta olanlar üstte olanların gözüne girmek, terfi almak ve cezalandırılmamak için her türlü şeyi yapmaya teşnedir. Kültün değerleri her türlü kurumsal değerin önüne geçmeye başlar, mevcut sistem dönüştürülerek yeni bir sistem yaratılır ve verilen güç çift yönlü bir istismara yol açar. Kült liderleri çoğu zaman hastalıklı narsizme duçar olmuş, hayatlarının bir döneminde bir karanlık uyanış yaşamış yıkıcı liderlerdir. Kendilerinin özel olduğuna ve her sorunun cevabının kendilerinde bulunduğuna kati bir surette inanmışlardır. Kendilerini izleyenlerden mutlak bir itaat beklerler. Kendilerini çok değerli, diğerlerini ise aşağı görürler. Eleştiriye katlanamazlar ve bütün bu çarpık kişiliklerine rağmen, yakın çevreleri yine de bu kişilere bağlanır. Habis narsisizm olarak isimlendirilebilecek bu durum, paranoid beklentilerle sarmalanmış psikopatik eğilimleri içerir. Başka birey veya grupları özsaygılarını tehdit eden ve kendilerinin değersizleştirilmiş yönlerini temsil eden şeyler olarak görür ve saldırgan zaferlerle onları yok etmek, aşağılamak isterler.
Üyeler kişiliksizleştirilir
İnsan olarak gruplar içinde var olmaya eğilimliyiz. Çünkü bir grup içinde var olmak hayatın belirsizliğini azaltır, bize bir anlam, ülkü ve değer sağlar. Bir grup içerisinde kendi faniliğimiz ile yüzleşmemiz daha kolaydır.
Kült yapılanmalarındaki eğitim sonucunda üyeler, dünyanın nasıl algılanması gerektiğine dair farklı perspektif ve dil kazanırlar. Orwell'in 1984'ünde afazi yaratmanın bir yöntemi olarak tanımladığı, 'çift düşün-yeni konuş' benzeri bir dejenerasyona maruz kalırlar. Bu şekilde düşüncenin tüm farklı türleri feshedilir ve olanaksızlaştırılır. Bununla da kalınmaz, üyeler kişiliksizleştirilir. Bu, aşağılama, korkutma, ayartılma yöntemleriyle yapıldığı gibi katı ritüeller (özellikle en akıldışı olacak şekilde tasarlanırlar) ve birtakım metinlerin sistematik ve biteviye okutulmasıyla da sağlanır. Tüm bu kişiliksizleştirme neticesinde örselenmiş kült üyesi ve habis narsist lider birbirlerinin kendilik nesnesi haline gelir.
Cezalar başlar
Zaman içinde kült grubunun soğuk ve cezalandırıcı tarafı ortaya çıkmaya başlar. Kültün inanç ve tutumlarını sorgulayan üyeler dışlanır ve yalnız bırakılır. Böylece şu mesaj verilir: 'Grup sana vermeyi bildiği gibi almayı da bilir'. Ceza almaktan ve hikmetinden sual olunmaz lider tarafından aşağılanmaktan korkan kişi, kendisi de etik olmayan yollara sapmaktan, türlü hile ve desiselerle insanları yıldırmaktan ve kandırmaktan imtina etmez. Külte katılmadan önce sahip olunan ilke ve ahlaki ölçütler yoktur artık o kişide. 'Grubun selameti adına' ve 'grubun üstün menfaatleri için' gerekçeleriyle ahlak dışı davranışlar rasyonalize edilir.
Fanteziyi sorgulamak şeytani kabul edilir
Kült liderleri otoriterdir. Önce lider, sonra aile ve sevdiklerimiz gelir. Üyenin grup dışındaki insanlarla kurduğu yakın ilişki çeşitli şekillerde zayıflatılır. Kişinin dışarda bağımsız, sağlıklı ve kendi olgunlaşmasını destekleyen ilişkiler kurması engellenir. Farklılık bağımsızlığı, çeşitliliği destekler ve bu durum kültün hoşuna gitmez. Fanteziyi sorgulamak, kültün güvenliğini tehdit eder ve bu davranış tarzı şeytani olarak tarif edilir. Büyüklenmeci ve paranoyak olan kült liderleri grubun dış dünyadan kopmasını destekler. Çeşitlilik dışarıda bırakıldığı zaman grup kendini ve fikirlerini üstün görür, fikirlerini korumak ve etkilenmemek için kendini dış dünyaya kapatır. İnsanlar grubun içinde oldukça, kutsal lider sayesinde korunduklarını, kurtarıldıklarını veya Tanrı'yı bulduklarını hissetmek ister. Dışarıdaki insanları hor görüp acır ve kültten çıkan bir üyeyi adeta ölmüş, hayatta kaybolmuş kişi gibi düşünürler.
Terör örgütüne böyle dönüşürler
Gruptan olmayanı değersiz görmek dışarıdaki insanlara etik veya ahlaki olmayan davranışları da meşrulaştırır. Bu tür tutumlar gösterildiğinde pişmanlık ve suçluluk hissedilmez. Ötekinin değersizleştirilip nesneleştirilmesi ile birlikte kült üyelerinin iyi, özel ve her şeyi hak ediyormuş gibi hissetmesini güvence altına alınır. Kült üyelerinin gerçeklik algısı böylece zayıflatılmış olur. Zayıflamış algı üzerinden kült lideri üyeleri manipüle eder, insanlığa ve ahlaka karşı kullanışlı bir alet, ölümcül bir silah gibi kullanır. Dışarıya kapalı ve yalıtılmış bir grup olan kült, zaman içinde hissedilen bazı iç ve dış baskıların veya sosyopolitik ortamdaki değişikliklerin etkisiyle farklılaşır. Kült mensupları içinde bulundukları ülkeye ait olmadıkları hissiyatını yaşayabilirler. Liderlerin etrafında safları sıklaştırarak onları çevreleyen kötülüğü bertaraf edeceklerini düşünebilirler. Kült lideri grup psikolojisinin etkilerini kullanarak kendisini mutlak anlamda doğru, hakikat olarak gösterir. Dış dünyada gidecek bir yeri kalmayan ve kendisini grup dışında sudan çıkmış balık gibi hisseden kült üyeleri için itaat, var olmanın yegâne yöntemi haline gelir. Kişi var oluşunu sadece itaat etmeye bağladığında; sorgulama, gerçekliği sınama, empati kurma gibi becerilerin kullanımı azalır ve gruba uyum hayattaki en önemli düstur haline gelir. Bunun bir adım sonrasında verilecek katliam emirlerine uymak işten bile değildir. Kültün bir terör örgütüne dönüşümü de işte bu noktada olur. Terörist gruba katılanların gerçeklik algısı, belirli bir ölçüde zedelenmiştir ve kararlarını dış gerçeklikten ziyade psikolojileri, fantezileri, iç dünyaları etkiler. Terörist saldırı ve girişimler, terör grubunun bastırdığı var olma, yok olma kaygısını azaltmaya yarar. Zaten bozuk olduğunu düşündükleri ve canavarlaştırdıkları bir sistem yahut kitleye, saldırıların sorumluluğunun onlarda olduğunu bildirirler söylemlerinde. Böylece mutlak kötü olan düşmanla kendi varoluş amaçları ve onurları için, mutlak iyi olarak dövüşmek zorunda kaldıklarına giderek daha fazla inanırlar. Bu noktada gerçeklik algısı daha da zedelenir. Kendilerini kurtarıcı olarak ilan eder ve ötekini şeytanlaştırırlar. Kendilerini sadece önderlerinin dediğini yapan adanmış kişiler olarak görür ve sorumluluğu üzerlerine almazlar. Saldırı sonuçlarını küçümser, mağdurların bu saldırıyı hak ettiğini düşünürler.
Grup narsisizmi
İnsan Yıkıcılığının Anatomisi adlı kitabında Erich Fromm, 'grup narsisizmi' kavramını ortaya atmıştı. Onun tarifine göre grup narsisizmi, kişinin kendi grubuna ve o grubun ülkülerine sorgusuz sualsiz bir itaat, sadakat ve beğeniyle bağlanmasını ve eleştirel tutumların düşmanlık olarak algılanmasını ifade ediyordu. Grup narsisizmine duçar olan toplumsal yapılar kendilerini seçilmiş, mükemmel ve seçkin olarak tanımlarken dışarıda kalanları da muhtemel düşmanlar olarak algılayabilir. 'Bizim iddia ve doğrularımız, diğerlerinin doğrularını belirler' diye düşünür. Narsistik grubun üyesi, 'eğer kendi grubumdan olan insanlara yardım edersem, bu beni daha iyi bir insan yapar' diye fikir yürütür ve böylece grup-içi dayanışma, diğer gruplarla dayanışmanın önüne geçer. Kolektif narsizm, büyüklenmeci kendilik imgesine bir saldırı algıladığında, öfke ve saldırganlıkla mukabele edebilir.
Kolektif narsisizm ve terör
Kollektif narsisizme mağlup olmuş FETÖ gibi gruplarda şiddete veya tahakküm kurmaya dönük eylemler için, yüksek ve saf ahlaki güdüler sunulabilir müntesiplere. Bütün bunlar derinlerde yatan kendine hizmet etme güdüsünü, bencilliği ve grup çıkarlarını gizliyor olabilir. Masum yurttaşı öldüren cani darbecinin suyunu çömelerek üç yudumda besmeleyle içmesi veya darbe girişimi gecesi insanları katledenlerin Fetih suresini okuyarak bu katliama kendilerini motive etmeleri örnek verilebilir. Onlara kalırsa dünyayı kötülükten arındıracaklardır. Bir nefret teolojisi etrafında örgütlenen bu nihilizm her an yok etmeye ve yıkmaya hazırdır. Bu tarz bir düşüncenin izlerini Bush veya Ladin'de birbirinin karbon kopyası olarak bulabilirsiniz: 'Ya bizimlesinizdir, saflık ve arılığı temsil ediyorsunuzdur, ya da onlarla, yani kötülük ve kirliliğin yanındasınızdır.' Zizek'in sözüyle, özcü terörist, "İnanmaz, doğrudan bilir." O, kendini gördüğü biçimiyle, Tanrı'nın iradesidir ve onun eylemi, aşkın olanla kendi bireysel ölümlü varlığı arasındaki mesafeyi kapatan Tanrısal bir eylemdir. Böylece inanç kesin bilgiye, kutsal olan dünyevi olana dönüşür ve hınç, yıkıp yok ederek, dünyayı eski saflığına döndürmeyi hedefler.
Terör, uzlaşının bildik yöntemlerini kullanmaksızın, yarattığı tedhiş ve yıldırma duygusuyla hedefine ulaşmak ister. Bu amaçla da toplumu infiale uğratacak, ümitsizliğe sürükleyecek ve gelecekten duyduğu emniyet hissini zedeleyecek eylemlerde bulunur. Vatan evvelemirde bir güvenlik duygusudur. Bize sağladığı aşinalık ve tarihsel süreklilik hissiyle, kendimizi emin hissettiğimiz yerdir. Terör işte o güvenlik duygusunu yok ederek kötülüğünü gösterir. Günübirlik hayat tedhiş edilir, hayatın doğal ritmi ve akışkanlığı bozulur. Günümüzde terör, sadece politik amaçlara ulaşmak istemiyor, aynı zamanda psikolojik hasar da bırakmak istiyor. İkincil örseleme yoluyla eyleminin çeperlerini genişletiyor: Teröre bizatihi tanık olan insanların dışında daha geniş bir kitle, iletişim araçları üzerinden teröre tanık olarak, ruhsal anlamda örseleniyor. Bir de 'ahlaki hasar' bırakıyor üzerimizde, kötülüğe tanık olup da onu engelleyememenin yarattığı hasardır bu.
Seçilmişlik hissi
FETÖ gibi terör örgütleri, kapalı organizasyonlar. Bu kapalı organizasyonlara ait olmak müntesiplerine seçilmişlik duygusu verir. 'Ben seçilmiş biriyim ve toplumun diğer kalan kısmından üstünüm' diye düşünmeye başlar kişi. Önceden sıradan, kimsesiz, gariban sayılan bir genç birdenbire sözüm ona çok soylu, sözüm ona çok yüce bir amaca hizmet ettiğini düşünen bir kimse haline gelir. Bu özellikle gençler açısında çok önemli bir süreç. Zaten varlığıyla ilgili, aidiyeti ile ilgili bir sürü sorular sormakta olan kişi birdenbire bir hücreye dâhil olmakla varlığına çok büyük bir anlam kattığını düşünür. İkincisi, bu güya soylu dava için ölümünden sonra isminin yaşatılacağı, kendisinin ve ailesinin saygın şekilde anılacağı örgüt tarafından empoze edilir. Üçüncüsü, bu tür insanların bu görevlere hazırlanmadan evvel bir hücre eğitimine daha çok da birebir eğitime tabi tutulduğunu söyleyebiliriz. Bu birebir eğitimlerde kişi aslında madden ve manen kendisini feda etmekle davalarına çok mühim bir katkı sunacağına inandırılır. Yani bir 'beyin yıkama' işlemi gerçekleştirilir. Kendi varlığınızı grubun varlığına ve o sözüm ona soylu bir amaç uğruna feda etmeniz beklenir. İşte bütün bu endoktrinasyon süreçleri aslında sıradan kendi halinde bir insanı bile çok keskinleştirip hayatını feda edecek bir konuma getirebilir. Zaten toplumsal düzeyde de bu saygınlık ritüelleri sürdürülür. Hayatı feda etme üzerinden yeni bir mitoloji, bir kahramanlık kültürü üretilir. Darbeciler o gece 'ya kahraman olacağız ya da hain' diyorlardı.
Kolaylaştırıcı etkenler arasında tabii ideolojik örgütün kapalı yapısından dolayı toplumla o örgüt arasındaki düşünce farklılıklarının abartılması da var. Normalde kişi topluma çıktığı zaman, farklı görüşten insanla konuştuğunda çok yoğun olarak algılayamayacağı o farklılaşmayı örgütün içindeki endoktrinasyon sonucunda 'biz ve onlar' şeklinde tam bir ikilik halinde algılamaya başlıyor. Böyle ikilikçi ve mutlak bir düşünce yerleşiyor. Terör örgütleri hayat ve düşünceyi basitleştiriyor. Hayat eylem yoluyla dönüştürülmüş oluyor. İyinin ve kötünün sınırları, üzerinde düşünülmeyecek kadar net hale geliyor: 'Onlar ne olurlarsa olsunlar kötüdür, biz nasıl olursak olalım iyiyiz'. Kahramanlık ve sadakatin şahikası da kişinin kendi hayatını feda etmesi olarak resmediliyor.
Kimdir Haşhaşi?
Bu kişiler habis narsisizmden muzdarip liderlerin baştan çıkarıcı büyüsüne râm oluyor ve iyi tasarlanmış bir şartlanma programıyla, mutlak itaat üzerinden hayatın kafa karıştırıcı sorularına kolay cevaplar buluyor. Başka bazı yazarlar pek çok radikalin veya teröristin aslında sıradan insanlar olduğunu ve onları haddi aşmaya teşvik eden şeyin içinde yaşadıkları özgül durumlar olduğunu dile getirir. Bu görüşe göre sosyal bağlam, "karıncayı ezmez" zannedilen birini sınırın öte yakasına taşıyarak onu vahşi bir mücrim kılabilir. Bunun örneklerini kendisini dini cemaat olarak sunan FETÖ'de görüyoruz. Halim selim görünüşlü insanların ölüm kusan canavarlara dönüşebildiğini o meşum gecede idrak ettik.
Herkesin düşündüğünün aksine politik şiddet psikopatlığa eğilimli ve genel olarak belli bir psikolojik profil çizen birkaç delinin davranışları sonucu ortaya çıkmaz. Politik şiddet, zeki bir aklın stratejik planlaması sonucu ortaya çıkar. Her ne kadar bu süreç diğer insanlara zararlı, etik ve yasal olmayan bir şekilde gelse de, politik şiddetin ve bu tarz grupların planlarının dikkatli ve hedefe kilitlenmiş akıllardan çıktığını unutmamak gerekir. Son darbe girişiminin de gösterdiği gibi yıllarca bekler, planlar ve kendileri için en doğru zamanda eyleme geçerler.
Kimlik konusunda belirsizlik yaşayan insanlar, bir grupla özdeşim kurmaya daha meyillidir. Bir gruba ait olmak kişinin kimliğiyle ilgili belirsizliğini azaltır, o gruba ait özellikleri doğrudan kendi özellikleriymiş gibi üstüne almasına neden olur. Seçtikleri gruplar ise çok fikrin barındığı, farklı kutuplarda yorum ve özelliklerin bulunduğu gruplar olmaz. Genelde homojen ve benzer düşünceye sahip olan insanların oluşturduğu grupları seçerler ki hissettikleri belirsizlik ortadan kalksın, üzerlerine alacakları özellikler kesin ve net olsun.
Büyük sebepler genç insanlara her zaman çekici gelir. Bir güç, bir seçilmişlik, anlam ve cemaat duygusu verir. Anomiden kaçış onları hayatın getirdiği hayal kırıklıklarından korur. Katil darbeciler, ister dini isterse de seküler bir amaç uğruna hareket etsinler, ölüm tarikatı tarafından büyülenmiş, ona ram olmuşlardır. Yeni, gizli ve güçlü bir teşkilatın parçası olmakla geçmişin hayal kırıklığını tamir edecek bir kimliğe kavuşurlar.
Bütün özcü hareketler modern hareketlerdir. Dinin daha doğru ve saf bir biçimini uyguladıklarını iddia etseler de dini 'yenilikçi ve radikal' bir biçimde yorumlar ve bu uğurda her şeyi eğip bükebilirler. Kendi ideolojileriyle uyum içinde olmayan herkesi dünyadan temizlemenin derdindedirler. Tevazu, hoşgörü gibi aldatıcı görünümler içeride kaynayan şiddeti ve güç tutkusunu örtmek için bulunmuş kılıflardır, tıpkı aşırı mahviyetkârlığın eşi benzeri olmayan bir kibri maskelemek için kullanılması gibi.
Terörist aşırılıkçı hareketlerde bu hayatın karmaşasını siyah ve beyaza indirgeme eğilimi mevcuttur. Düşünce esnek değildir ve olayları bir başkasının gözünden görmeye çalışma yoktur. Çeşitli bilimsel veriler bize düşünsel esneklik ile empati arasında yakın bir ilişki bulunduğunu gösteriyor. Bu tür kimi hareketlerin kıyamet beklentilerini de hatırda tutmak gerek. Apokaliptik anlatı, dünyanın bütün yaşanan bozulmalar neticesinde sonunun geldiğini, ahir zaman alametlerinin belirdiğini ve iyilerle kötüler arasında nihai bir savaşın yakın olduğunu söyler. Tarihteki diğer binyılcı gruplar gibi mesiyanik bir hareket olarak FETÖ de dünyayı arındırmak ve kendisine göre yeni bir dönemi açmak derdindedir. Binyılcı proje, dünyayı her zaman, dini veya politik olarak, olduğundan daha saf bir hale getirmeyi hedefler. Apokaliptik gruplar, bir dünyayı kurtarmak için onu yok ederler.
Egoyu sıfırlarlar
Kültte öğretilen şeylerden birisi de kendini unutmaktır. 'Sıfır ego' bir hedef olarak tayin edilir. İnsanın dünyayı bütün olarak algılayabilmesi, çevreyle bağlantıda olabilmesi ve kendi niyetlerinin farkında olabilmesi için, kendi kendinin farkında olan kendi eylemleri üzerine düşünebilen bir varlık olması gerekir. Ancak kültün işine gelen şey, insanın kendini kaybetmesi ve kendi üzerine daha az denetime sahip olmasıdır. Böylece muhakeme yeteneği zayıflar, çevreyle ilişkisi kopmaya başlar, sorgulama ve farkındalık azalır. Borges, "Duvarlar, Kitaplar" adlı denemede Çin Seddi'ni yapan imparator Shih Huang Ti'nin kendi döneminden önce yazılmış tüm kitapların da yakılmasını emrettiğinden bahseder. Ayrıca yazıtlarında kendi dönemindeki her şeyin kendilerine layık adlar almasıyla da övünüyordu imparator. Geçmişi iptal ederek afazi yaratmak ve yeni kavramlarla bu afaziyi berkitmek güç sahibi kötücül narsistlerin ortak yöntemidir.
Bazen bir büyük şer bin hayra gebedir. Bu, acı tecrübe bize sağlıklı bir 'ben' idrakinin ne kadar önemli olduğunu, sual eden zihinlere ne büyük bir ihtiyaç duyduğumuzu öğretti. Kült yapılanmalarına ancak soru soran bir zihinle karşı durabiliriz. İrade Allah'ın bize verdiği bir emanettir ve devredilemez. Ruhun yükselmek için binlerce yolu vardır. Teslimiyet kula değil yalnızca Allah'adır.