Gökhan Ergür: Bir gece sabahlayıp geçtik vatan dersini

Bir gece sabahlayıp geçtik vatan dersini
Giriş Tarihi: 6.09.2016 12:20 Son Güncelleme: 6.09.2016 12:21
Gökhan Ergür SAYI:27Eylül 2016
15 Temmuz gecesi zor zamanların adamı Kulaksız Bekir Taksim Meydanı’ndaydı. Yanına koşup sarıldım, anıtın etrafını saran asker çocukları ikna etmemiz gerektiğini, mümkün mertebe herkesin sakin olmasını söyledim. İki askeri ikna edip polislere teslim ettikten 5-10 dakika sonra Bekir Abi’nin biraz öteden bağırtısını duydum, ağız dolusu küfür ediyordu rütbeli ve gözlüklü askere.

Bu mevsim hep aynı dizeyle gelir ömrüme: "Yaz kötü başlamıştı, zaten hep kötü başlar." Karanlık çöktü, pencere sonuna kadar açık, çocuk sesleri iyice cılızlaştı, yani akşam herkesin kabul edebileceği kadar akşamdı. Alışkanlık üzre sosyal medyayı karıştırırken Boğaziçi Köprüsü'nün askerler tarafından trafiğe kapatıldığı haberini okudum, darbe söylentileri yerine, teröre karşı önlem haberleri daha mantıklı geldi ilk anda. Fakat '2016 yılında darbe mi olur?' deyişimiz kursağımızda kaldı ve o zor günlerin ilk kurşunu atıldı: 'Yurtta Sulh Konseyi' devlet yönetimine el koyduğunu açıkladı.

Hayatında hiç darbe görmemiş bir kuşağa ait olsam da bu tip kaotik durumlarda sırasıyla neler yapmam gerektiğini daha önceden zihnimde toparlamıştım. Telefonla güvendiğim dostları arayıp kısa istişarelerde bulunduk, o sırada Beyoğlu semalarında ilk kez gördüğüm askeri helikopterler de tepemizde dolanmaya başlamıştı. İş sahiden de ciddiydi, bu gece hepimiz için uzun olacaktı.

Arkadaşlarla bulunduğumuz yerdeki en yakın meydana çıkmayı ve ulaşabildiğimiz kim varsa haber verip onları da sokağa davet etmeyi kararlaştırdık. O geceye dair dinlediğim hikâyelerin büyük bir kısmında abdest alıp iki rekât namaz kılma güzelliği vardı. Onca karmaşanın ve zihin depreminin içerisinde ben de o güzellikle şereflenip evden çıktım ve yoldayken son olarak babamı arayıp durumu anlattım. Her ne olursa olsun sakinliğini bozmayan ve kendine güvenen o adam gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti sanki. Umduğumdan daha büyük bir tepki veren ve endişelenen babam son olarak: "Menderes gibi yapacaklar oğul, sakın izin vermeyin, geri durmayın" dedi ve helalleşip telefonu kapattık. 15 Temmuz gecesi sanki bütün evlatlar babalarından 'geri durmayın' öğüdünü almıştı ve hepsi bu öğüde canları pahasına sadakat gösterdi.

Tarlabaşı'ndan Taksim'e doğru berbat bir hisle tırmanıyordum; marketlerin dışına sarkan kuyruklar, sağda solda çıldırmışçasına ekmek arayan sözde adamlar, bankamatiklere koşan zavallılar, HDP il binasının önünde gevrek gevrek sırıtıp 'asker asker dediniz aha geldi size asker' diyen soysuzların sıfatını asla unutmayacağım.

Balık Pazarı'ndan geçip kendimi İstiklal Caddesi'ne attım, cadde karanlığa gömülmüştü, açık olan dükkânlar da hızlıca kepenk indirip kopacak büyük fırtınayı bekleyecekti. Taksim Meydanı'na doğru ellerinde bayraklarla koşar adım yürüyen dört kişilik grubun peşine takıldım, anladım ki bu tip durumlara benden daha iyi hazırlananlar da varmış, zira vatandaş o karmaşa içinde Türk bayrağını unutmayıp sırtına asacak kabiliyetteydi. Meydana çıktığımızda anıtın etrafını yaklaşık 25-30 kişilik bir askeri grup sarmıştı, o askeri grubun çevresinde göğsü iman dolu halk, en dış halkada ise altı yedi kişilik "askere uzanan eller kırılsın" diye yırtınan bir grup vardı. İçlerinden bir tanesini ismen tanıyorum; Beyoğlu'ndaki aile sağlık merkezinden günde iki öğün sıcak yemek alan, Ramazan'da kumanya, kışın kömür, her ay gıda yardım çekiyle beslenen ama her ne hikmetse bütün terör yandaşı eylemlerde sokağa çıkıp polise molotof savuran ve demin zikrettiğim malum terör yandaşı siyasi partinin gençlik kollarında görevli olan bu mahlûk yine boş durmamış ve ortalığı karıştırmak için sırtlan sürüsünü toplayıp meydana çıkmıştı. Fakat ortamın bu kadar kalabalık ve inanmış olacağını düşünememişlerdi ki ilk tepkide kaçtılar.

Kulaksız Bekir

Üçüncü sınıf bitmiş, ustam sağ elime faturayı, sol elime de parayı sıkıştırmış (parayı sağ elle alıp vermenin ayıp olduğunu söylerdi hep) Beyoğlu Sular İdaresi'ne doğru yürüyorum. Turan Caddesi'nin sonunda dört esmer çocuk, yanlarında da çamaşır ipinden tasma yaptıkları bir sokak köpeği... Niyetlerini anlayıp kaçmaya yeltendim ama olmadı. 'Çıkar bakalım paraları' deyip üzerimi aradılar, bulamayınca da ellerimi açmak istediler, sağ avucumu hemen açtım fakat sol avucumu iyice sıktım, ekmek teknemizin kazancını serserilere kaptıramazdım. Sol kolum zaten güçsüz, avcumun içi terliyor, kolum titremeye başladı artık, ama teslim de olamam. 'Taş getirin ulan' dedi en kara olanı, beyaz bir mermer parçası getirip sivri tarafıyla sol elimin üzerine iki kere vurdular, elimin üzerinden akan kan iyice hırslandırdı beni, "o para ustamın lan, ustamın, vermeyeceğim size" diye gözyaşları içinde bağırdım. Allah hemen Hızır'ımı gönderdi, köşeden Kulaksız Bekir çıkıp geldi. Beni o halde görünce sağlam bir nara atıp serserileri kaçırdı. Burnumu çeke çeke koştum yanına, sarıldım beline, "Bekir Abi bak kaptırmadım paramızı" diyerek sol avucumu açtım, kana bulanmış parayı gösterdim. Hey gidi Kulaksız Bekir, seneler sonra ben de seni kanlar içinde görecektim.

Bekir Abi ömrünü ve kazandığı parayı İstanbul'un karanlığına gömmüş, şu sıralar tahliyesi söz konusu olan ünlü bir mafya babasının uzun yıllar yanında durmuş, sonra da kendisine ufak bir çay ocağı açıp; gündüz çay gece de kâğıt karıştırmış, dönemin Beyoğlu Korku İmparatorluğu'nun tanınmış isimlerinden biriydi. Kulaksız denmesinin sebebi Aksaray'da kavga ettiği bir boksörün kulağının üst kısmını ısırıp koparmasıydı. Zaman geçip devir değiştikçe güçten düştü, dükkânı kapatıp biriktirdiklerini yemeye başladı, zaman zaman semtte görüp elini öper hal hatır sorarım. Yaşlanmasına rağmen bakışları hâlâ tehditkâr, gömleği hep beyaz, ceketi her daim omuzundaydı.

15 Temmuz gecesi zor zamanların adamı Kulaksız Bekir Taksim Meydanı'ndaydı. Yanına koşup sarıldım, anıtın etrafını saran asker çocukları ikna etmemiz gerektiğini, mümkün mertebe herkesin sakin olmasını söyledim. İki askeri ikna edip polislere teslim ettikten 5-10 dakika sonra Bekir Abi'nin biraz öteden bağırtısını duydum, ağız dolusu küfür ediyordu rütbeli ve gözlüklü askere. Son olarak: "Senin Amerikan uşağı Hoca'nın da, senin de..." demesine kalmadan karnına yediği sert bir tekmeyle boylu boyunca uzandı ve bütün gece kan akıtan o gözlüklü asker Bekir Abi'nin baldırına tek el ateş etti. Hemen kemerimi çıkartıp yanına koştum, kurşunun girdiği yerin üst tarafına kemeri dolayarak iyice sıktık. Kaderde bu günleri de görmek varmış. "Yakınıyım ben" diyerek ambulansa binmek istedim fakat Bekir Abi müsaade etmedi: "Sen kal, bu merikleri (genç erkek çocukları için kullanılır) paket etmeden de sakın gözüme gözükme, ben evdekileri ararım şimdi" diyerek beni meydanda bıraktı.

İzzet ve zillet

15 Temmuz gecesi, tam bağımsız Yeni Türkiye yolunda atılan ilk adımdır. Emperyal güçlerin artık alenen saldırdığı, iftiralarda bulunduğu ve kuklalarına açıktan sahip çıktığı bu dönemde gösterdiğimiz dik duruş tüm dünyayı şoka uğratmış ve panik içerisinde Türkiye'deki gizli hücrelerini harekete geçirmelerine neden olmuştur. Eğer 15 Temmuz ruhuyla hep beraber direnmeye devam edersek, bu zor günlerin sonunda hainlerden arınmış tertemiz bir vatan elde edeceğiz.

Yıllardır kandırılıyoruz. Örflerimizi, âdetlerimizi, değerlerimizi hatta dinimizi bile kaybettiğimiz söylendi. Gevşediğimiz, Batılılaştığımız, güçten düştüğümüz kulağımıza bir masal gibi okundu. Fakat 15 Temmuz gecesinde gördük ki örfümüz de, âdetimiz de, dinimiz de, imanımız da hepsi ilk günkü gibi tertemiz, Türk milleti dimdik ayakta, bizi biz yapan bütün değerler sapasağlam hâlâ. Bencil, saygısız, edepsiz, internet ve fastfood bağımlısı, apolitik dünya vatandaşları dediğimiz Türk gençleri herkesten önce tankların önüne koştu, şehit oldu. Türkiye, tüm psikolojik ve sosyolojik kuramların bir gecede çöktüğü kutsal bir vatandır.

Unutursak tekrar aynı yerden yara alırız. 15 Temmuz gecesinin korkaklarını asla unutmayın. Tanklara alkış tutan Bağdat Caddesi'ni, bankamatiklere ve marketlere parmak arası terlikleriyle koşan özgürlükçü tipleri, darbe girişimi esnasında ortadan kaybolan, halkın darbe girişimini bastırdığına emin olup iki üç gün sonra ortaya çıkan sanatçıyı, topçuyu, popçuyu, dizi oyuncusunu unutmayın. Darbe girişimine tiyatro diyen zavallıları unutmayın ve acıyın zira ömürlerinin geri kalanını, darbeye karşı duramamanın ya da sessiz kalmanın doğurduğu kişiliksiz ve korkak bir ruh haliyle geçirecekler.

Nobel ödüllü yazarımızın sessizliğini, muhafazakâr camianın imkânlarını kullanıp sonra karşı mahalleye zıplayan romancıların ve şairlerin ilk iki gün hayalet gibi dolanmasını unutmayın. Gezi zamanı hepsinin meydanlarda kol kola olduğunu, sosyal medyada 7/24 yalan yanlış paylaşımlar yaptıklarını aklınızdan çıkartmayın. Gezi Parkı'ndaki işgalcilerin üzerine gaz fişeği atılınca dünyayı ayağa kaldıran sözde aydınlar, Boğaziçi Köprüsü'nde halkın üzerine tank mermisi ateşlenince üç maymunu oynadı. Sözümüzü direkt söyleyelim: 15 Temmuz gecesi sokağa çıkanlar eğer Marksist gruplar olsaydı, o üç maymunu oynayan sözde aydın ve sanatçılar; her şehre bir kahramanlık anıtı dikip, her şehide bir destan, her gaziye bir şiir yazacaktı. Fakat hastalıklı Türk solu o gece Türkiye'nin dört bir yanında şehit olan Anadolu insanını görmedi, çünkü o gece dışarı çıkanlar bu topraklara ait insanlardı, büyük bir çoğunluğu hayatında hiç uçağa binmemişti ve Türkiye'den başka gidecek bir yerleri de yoktu.

Türk Milleti olarak bizler birbirimizi 'ama'sız, 'fakat'sız sevip sahip çıkacağız. Ayrılık ve farklılıklarımızı bir diken olarak değil, bir zenginlik olarak algılayıp ortak paydamızı bağımsız Türkiye olarak belirleyecek ve buna göre yeni bir kardeşlik tesis edeceğiz. Dinle diyanetle arasının hiç iyi olmadığını söyleyen âlemci Kulaksız Bekir'e 15 Temmuz gecesi Taksim Meydanı'nda 'Ya Allah Bismillah Allahu Ekber' dedirten ruh neyse ona sımsıkı sarılacağız ve bu topraklar üzerinde haysiyetimizle bin yıl daha yaşayacağız.

BİZE ULAŞIN