Güven Adıgüzel: Çok Türkiyeli bir analoji: Popun 'arabesk' ruhu

Çok Türkiyeli bir analoji: Popun arabesk ruhu
Giriş Tarihi: 25.5.2016 17:14 Son Güncelleme: 15.6.2016 13:51
70’li yıllar Türkçe pop müziğin yükselişini müjdeliyordu. Aynı anda, iç göçün kentlere taşıdığı hüzne-acıya tercüman olarak arabesk müzik de önemli bir zemin kazanmıştı. Arabesk, hem taşrayı, hem de kentin taşrasına sıkışıp kalmış umutsuzları kapsıyordu; pop müziğe göre çok daha geniş bir kitleyi kucaklıyordu yani. Pop müziğin macerası, kendi izleğinde bir kimlik arayışıyla devam edecekti. Türkçe Rock'ın sıra dışı yorumcusu Teoman'ın bir televizyon programında sarf ettiği "Pop müzik dinleyeceğime arabesk dinlerim, çok daha samimi bir müzik" şeklindeki sözleri büyük tartışma yaratmıştı, hatırlayanlarınız olacaktır. O dönem insanlar bir rockçının arabesk tercihini anlaşılır bulmaya pek hazır değillerdi aslında. Bugün de en azından elitler cephesinde değişen bir şey yok. Dinleyen kitleye karşı duyulan alerjiyi, müziğin kendisiyle özdeşleştirme hastalığı bütün hızıyla devam ediyor. Bahse konu tavrın belirleyici etkisi hâlâ çok baskın. Bu bağlamda 'Arabesk müzik mi kaldı?' sorusu teknik açıdan hiç anlamlı değil, dinlediğimiz her şey, sözü, özü, içeriği ve ruhuyla arabesk çünkü. Mezkûr açıklamaya dönecek olursak; arabesk müziği poptan daha samimi bulma eşiği, ilk bakışta problemli gibi görünse de, arıza adam Teoman için mesele çok net bir aralıktan görünüyordu; popun ruhu yoktu ve arabeskin birçok müzik türünden daha sahici bir tarafı vardı. Pop ile arabesk, iki ruh hali, iki sosyolojik bakiye ve iki sonuç olarak, son tahlilde Türkiye fotoğrafında işgal ettikleri alandan çok daha fazlasına tekabül ediyorlar. Popüler müziğin içinde başat bir akım olan 'pop müzik' hazmı kolay, gündelik zevklere uyumlu, tüketime açık, dile rahat dolanan, konser formatına uygun ve kafa yormayan kitlesel bir tür olarak hayat bulur. Dünya ölçeğinde de geçerli olan ticari garantinin ana kaideleri yaklaşık olarak böyle. Kapitalist pazarın bireyin kulağına fısıldadığı pop-ninni de bugün budur ama Türkiye'de üretilen -neşvünema bulan- müzik türleri hakkında konuşurken popu daha ayırt edici bir çizgide ele alıp, analiz etmek gerekir. Çünkü bildiğimiz anlamda bir pop müzikten bahsetmek, çok partili hayata geçerek 'özgürleşen' 1960'lar (popun başlangıcı olarak kabul edilen yıllar) Türkiye'sinde neredeyse imkânsız bir haldir. 60'lar özgün bir üretimin olmadığı, müzikal arayışlara kapalı, yüzü batıya dönük, kafası karışık, kurak ve hareketsiz yıllardı müzik (pop) adına. Orijinal beste formuyla yapılan eserler yerine (Çağan Irmak, Unutursam Fısılda filminde bu dönemin eleştirisini de yapar) uyarlama yöntemiyle elde edilen, üzerine Türkçe sözler yazılmış ithal/yabancı bestelerin kullanıldığı bu kısır yıllar, 'aranjmanlar dönemi' olarak da adlandırılır. Daha ileriki yıllarda yapılan müzikal intihalleri göz önüne aldığımızda, kurak da olsa -hangi şarkıdan uyarlandığı açıkça belirtildiği için- yine de dürüst bir dönem olarak hatırlayabiliriz aranjman yıllarını.

Bir kültür politikası olarak TRT'nin de tam desteğini alarak yükselişe geçen 60'ların Türkçe sözlü hafif müzik ismiyle maruf bu müzik türü, kentli insanın batılılaşma arzusunu da temsil ediyordu. Kopya çekilen yer batıydı, temsili figür olarak Adamo'ydu. İdeolojik perspektifte doğruluğun kabul edilmiş/onaylanmış kıblesi, modern müziğin de yegâne kalesi/merkeziydi o yıllarda batı. Türkçe pop müziğin doğum sancıları çektiği ve imajıyla dikkat çeken ilk önemli yıldızı Erol Büyükburç'u çıkardığı dönem, devam eden süreçte Anadolu-Pop adıyla daha özgün ve yerli içeriği olan sentez bir müzikle zenginleşerek farklılaşacaktı. Pop'un deneme-yanılma yöntemiyle rotasını aradığı kafası oldukça karışık yıllardı bunlar.

Pop-arabesk; ilk karşılaşma

70'li yıllar -aranjmanların yerlerini yavaş yavaş orijinal bestelere bırakmasıyla- Türkçe popun yükselişini müjdeliyordu, tabii aynı anda, iç göçün kentlere taşıdığı hüzne-acıya tercüman olarak arabesk müzik de önemli bir zemin kazanmıştı kendisine. Bu zemin üzerinden oldukça korunaklı ve önü açık bir ivme yakalayan arabesk, kendi yolunu bularak kentlerin kılcal damarlarına kadar sızacaktı. Özellikle Orhan Gencebay- Ferdi Tayfur fenomenleri, film ve plaklarıyla domine ettikleri alanda tiraj ve yaygınlık açısından Türkiye'yi çok fena sallıyorlardı. Arabesk, hem taşrayı, hem de kentin taşrasına sıkışıp kalmış umutsuzları kapsıyordu, popa göre çok daha geniş bir kitleyi kucaklıyordu yani. Yerli motifler eklenmiş -Kahire eksenli- kulaklara tanıdık gelen sivil bir icranın isyankâr-protest havası, kırdan-kente göçerek hayatı en diplerde kavramak zorunda kalmış, yoksulluk ve uyumsuzluk travmasıyla acı çeken milyonlarca insana ilaç/sakinleştirici etkisi yapıyordu. Türkçe popun bu dönemde dikkat çeken deneysel Anadolu pop-rock ekolü; Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, 3 Hürel ve Erkin Koray gibi isimlerle başka bir türe doğru evirilecek ve pop müziğin asli yörüngesinden ayrılarak uygun adımlarla kendi yoluna doğru devam edecekti. Anadolu pop-rock; türkülere, Anadolu kültürüne ve yerel motiflere yaslanan bir ara forma dönüşerek varlığını sürdürdü. Popun macerası ise kendi izleğinde bir kimlik arayışıyla sürgit devam edecekti.

İki darbe arası müzik (71-80) mesaisi, bir bakıma pop ve arabeskin aynı anda doğup-yükseldiği bir ilk dönemi temsil ediyordu. Arabeskin baskın olduğu, popun da yolunu aradığı bu dönem; arabesk ve pop adına, Orhan Gencebay ile Erol Büyükburç gibi imaj ve müzikalite olarak birbirinden farklı yıldızlarla anılacaktı. Zaten Gencebay, Büyükburç'la değil, Erkin Koray'la müzikal bir ortaklık düşünüyordu. Bu anlamda özdeşlik sınırlıydı. İbre ve gündem arabeskten yanaydı. Pop müziğin 'gündem' olmasındaki en önemli kırılma noktası -1965 yılında Hürriyet gazetesince düzenlenen Altın Mikrofon şarkı yarışmasını saymazsak- 1975'te başlayan Eurovision şarkı yarışması macerasıydı. Pop müziği bir milli mücadele alanına doğru çeken ve daima gündemde tutan bu yarışma, gereğinden fazla ciddiye alınarak uzun yıllar boyunca 'başarı' ölçütü olarak kabul edildi. Elde edilen 'sonunculuklara' her seferinde bir yenisinin daha eklenmesinin gerekçesinin, yani başarısızlığın nedeninin 'sound' meselesi olduğu düşünüldü. Popun Eurovision ile imtihanı bir başka, uzun ve konuşulmaya değer bir başlığın konusudur. 70'leri konuşurken, çok bireysel bir çaba olarak kalsa da bütün zamanların en iyi pop albümlerinden biri olarak bugün bile hâlâ alaka gören, 1974 çıkışlı Bülent Ortaçgil'in Benimle oynar mısın? adlı kült albümünün adını anmamak olmaz. Ali Kocatepe'nin prodüktörlüğü ve Onno Tunç'un düzenlemeleriyle kaydedilen bu unutulmaz albümde, söz ve müziği Ortaçgil'e ait 14 şarkı mevcut. Bülent Ortaçgil, kendi denizinde bir ada olarak klasik popa olan sadakatini uzun yıllar boyunca büyük bir aşkla sürdürmüştür. Ayrıksı bir duruşa sahip olması ve genele dâhil olmamayı tercih etmesiyle, başka bir pop fenomenidir.

Popülerin 12 Eylül'ü ve Özal sonrası müzik

Pop ve arabeski besleyen dinamiklerin sosyolojik haritası, 1980 sonrası farklı bir ivme kazanmıştı. Darbe sonrası adeta bir arabesk patlaması yaşandı. Gecekondu semtlerinin oy potansiyelini fark eden liberal-muhafazakâr Özal dalgası, insanlara yeni bir yaşam tarzı sunmaya başlamıştı. Darbenin yarattığı toplumsal tahribatın bir rehabilitasyona tabi tutulması mümkündü. ANAP fenomeni dört eğilimle toplumsal olanı çevrelemişti adeta. İç göç son demlerini yaşarken, çarpık kentleşme, büyükşehre uyumsuzluk, ekonomik buhran, dışa açılım ve keskin gettolaşma arabeskin tahtını sağlamlaştırırken, aynı oranda pop müziğe de şiddetli bir şekilde kan kaybettirecekti. Yükselen Özal dalgasının arabeski tercih etmesiyle, pop-arabesk denklemi arabesk lehine değişti. Zaten steril popçu Ajda Pekkan'ın 1980'de Eurovision'a Petrol isimli arabesk bir şarkıyla katılması bu dönüşümün fitilini ateşlemişti. Pop müzik bu ağır şartlar altında girdiği 80'ler sınavından 'Kayahan' ismiyle bir rota bularak çıktı. Besteleriyle pop müziğe taze bir nefes üfleyen Kayahan, 80'lerin ikinci yarısını pop müzik adına ateşleyecek ve MFÖ, Sezen Aksu, Nilüfer, hatta Barış Manço ile birlikte yeniden pop müzik diyecekti. Arabesk fırtınası ise eş zamanlı olarak bütün hızıyla esmeye devam ediyordu.

80'lerdeki popun arabeskle etkileşimi -tam bu noktada- baskın bir müzik türü ve hatta yaşam tarzı olarak yayılan arabeskin derinlemesine hâkimiyeti altında ilerliyordu. Arabesk müziğin Batılı enstrümanlarla modernize edilmesiyle ortaya çıkan, arabesk tınılara sahip 80'ler pop müziği, bu derme çatma ama umut veren haliyle 90'lara taşınacaktı. Sözleri, kalıpları ve ruhuyla kaçınılmaz olarak bir arabesk-pop türü doğmuştu. 1988 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün açılışında kendi kullandığı otomobiliyle köprüyü geçen Özal'ın, yanında oturan eşine söylediği, bir dönüşümün simgesi olan o meşhur sözü hâlâ akıllardadır: "Semra tak bir kaset de neşemizi bulalım." Kasetçalara koyulan mezdeke, yani neşeli-soft arabesk, bir sentez olarak 90'lara taşınan kültürü de simgelemekteydi.

Pop-arabesk yıllar ve bugünün söylediği

1990'ları, arabeskin mutlak hâkimiyetini yitirmeye başladığı ve Türkçe sözlü pop müziğin patlama yaptığı yıllar olarak kayıtlara geçebiliriz. Bu noktada rahmetli Barış Manço'nun "4 darbe-4 müzik" tezini de hatırlamak lazım. Sezen Aksu'nun zirveye oynadığı, Nilüfer'in en iyi dönemini yaşadığı ve Sezen Aksu okulundan mezun birçok genç popçunun piyasaya sürüldüğü hareketli bir dönem olarak anılır 90'lar. Kayahan'ın temsil ettiği pop-omurga üzerinden baktığımızda; arabesk zevklere hitap eden ama klasik bir pop albümü havasını da taşıyan 1991 çıkışlı Yemin Ettim albümü bu anlamda tam bir kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Şarkı sözleri, tınıları, yorum/icra tarzı ve ruhuyla gayet arabesk esintili bir albümle; kentli/eğitimli/elit bir kitleyi de kapsayan, oldukça geniş bir dinleyici yelpazesine hitap eden Kayahan, öncelikli olarak bir besteci olarak var olduğu müzik piyasasında, popu sürükleyen adam rolünü de üzerine yakıştırmıştı ama arabeske hayır deme şansı, her iki anlamda da yoktu.

Sezen Aksu ve Kayahan, yaptıkları müzikleri temsil eden aynı ekol üzerindeki diğer öğrencileriyle birlikte tartışmasız olarak 90'ların modern arabesk yorumcularıdır. Pop, bir yola çıkış işaretidir onlar için. Kervan yolda dönüşmüş yahut dönüşmek zorunda kalmıştır. Son tahlilde Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay'dan çok da uzağa düşmezler. Arabeski kentli kitleler nezdinde meşrulaştırarak, bu müziğe bir kabul edilebilirlik, bir elit pasaport ve varlığına delil olacak yeni bir kentli alan sağlamışlardır sadece. Özel radyoların yaygınlaşması, iç göçün durması, kentlerde yerleşik düzenin oluşması, sosyo-ekonomik şartların iyileşmesi gibi sebepler yeni bir dip dalganın habercileridir zaten. Yeni kuşakların gelişen dijital teknolojiyle birlikte değişen-dönüşen zevkleri, olağan bir devinimle klasik-koyu arabesk yerine, rock ya da pop müzik etiketiyle servis edilen modern arabesk türünü tercih etmelerine yol açacaktı, içerik ve ruh aynı kalmış, form sosyolojiye göre bir değişim göstermişti sadece.

Sezen Aksu'nun 1991 çıkışlı Gülümse, Levent Yüksel'in 1993 çıkışlı Med-Cezir ve Nazan Öncel'in 1995 çıkışlı Göç albümlerinin en özgün tavırlı pop albümleri arasında yer aldıklarını söyleyebiliriz yine de. 90'lar muhteşem 80'lerdeki popun arabeskle etkileşimi -tam bu noktada- baskın bir müzik türü ve hatta yaşam tarzı olarak yayılan arabeskin derinlemesine hâkimiyeti altında ilerliyordu. Arabesk müziğin Batılı enstrümanlarla modernize edilmesiyle ortaya çıkan, arabesk tınılara sahip 80'ler pop müziği, bu derme çatma ama umut veren haliyle 90'lara taşınacaktı. Sözleri, kalıpları ve ruhuyla kaçınılmaz olarak bir arabesk-pop türü doğmuştu. 1988 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün açılışında kendi kullandığı otomobiliyle köprüyü geçen Özal'ın, yanında oturan eşine söylediği, bir dönüşümün simgesi olan o meşhur sözü hâlâ akıllardadır: "Semra tak bir kaset de neşemizi bulalım." Kasetçalara koyulan mezdeke, yani neşeli-soft arabesk, bir sentez olarak 90'lara taşınan kültürü de simgelemekteydi.

Pop-arabesk yıllar ve bugünün söylediği

1990'ları, arabeskin mutlak hâkimiyetini yitirmeye başladığı ve Türkçe sözlü pop müziğin patlama yaptığı yıllar olarak kayıtlara geçebiliriz. Bu noktada rahmetli Barış Manço'nun "4 darbe-4 müzik" tezini de hatırlamak lazım. Sezen Aksu'nun zirveye oynadığı, Nilüfer'in en iyi dönemini yaşadığı ve Sezen Aksu okulundan mezun birçok genç popçunun piyasaya sürüldüğü hareketli bir dönem olarak anılır 90'lar. Kayahan'ın temsil ettiği pop-omurga üzerinden baktığımızda; arabesk zevklere hitap eden ama klasik bir pop albümü havasını da taşıyan 1991 çıkışlı Yemin Ettim albümü bu anlamda tam bir kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Şarkı sözleri, tınıları, yorum/icra tarzı ve ruhuyla gayet arabesk esintili bir albümle; kentli/eğitimli/elit bir kitleyi de kapsayan, oldukça geniş bir dinleyici yelpazesine hitap eden Kayahan, öncelikli olarak bir besteci olarak var olduğu müzik piyasasında, popu sürükleyen adam rolünü de üzerine yakıştırmıştı ama arabeske hayır deme şansı, her iki anlamda da yoktu.

Sezen Aksu ve Kayahan, yaptıkları müzikleri temsil eden aynı ekol üzerindeki diğer öğrencileriyle birlikte tartışmasız olarak 90'ların modern arabesk yorumcularıdır. Pop, bir yola çıkış işaretidir onlar için. Kervan yolda dönüşmüş yahut dönüşmek zorunda kalmıştır. Son tahlilde Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay'dan çok da uzağa düşmezler. Arabeski kentli kitleler nezdinde meşrulaştırarak, bu müziğe bir kabul edilebilirlik, bir elit pasaport ve varlığına delil olacak yeni bir kentli alan sağlamışlardır sadece. Özel radyoların yaygınlaşması, iç göçün durması, kentlerde yerleşik düzenin oluşması, sosyo-ekonomik şartların iyileşmesi gibi sebepler yeni bir dip dalganın habercileridir zaten. Yeni kuşakların gelişen dijital teknolojiyle birlikte değişen-dönüşen zevkleri, olağan bir devinimle klasik-koyu arabesk yerine, rock ya da pop müzik etiketiyle servis edilen modern arabesk türünü tercih etmelerine yol açacaktı, içerik ve ruh aynı kalmış, form sosyolojiye göre bir değişim göstermişti sadece.

Sezen Aksu'nun 1991 çıkışlı Gülümse, Levent Yüksel'in 1993 çıkışlı Med-Cezir ve Nazan Öncel'in 1995 çıkışlı Göç albümlerinin en özgün tavırlı pop albümleri arasında yer aldıklarını söyleyebiliriz yine de. 90'lar muhteşem kapanışını Popçu Asya'nın 'Olmadı Yar' şarkısının Müslüm Baba'nın sesinden süzülmesiyle yaparak, aslında kendi iç meselesini de özetleyecekti. Ara geçiş sona ermiş, pop müzik, içindeki arabesk ruhuyla kaçınılmaz sentezi gerçekleştirmişti.

Bu bağlamda 2000 sonrası ortaya çıkan pop-rock akımının önemli temsilcilerinin tamamının müziklerini arabesk bir damar üzerinden temellendirdiklerini söyleyebiliriz. Yıldız Tilbe, Duman, Gripin, Rober Hatemo, Hayko Cepkin, Sagopa Kajmer, Emre Aydın, Kıraç, Zakkum, Seksendört gibi birçok isim ve grup çok net olarak, safi arabesk icra ediyorlar. Bugün, Bergen ve İbrahim Tatlıses yerine, onların bir ton açığı olan Yıldız Tilbe ve Serkan Kaya var mesela. Şarkılar ve icralar gayet tanıdık, içerik ve ruh aynı, güncellenmiş formu ve yeni enstrümanlarıyla bir parça 'farklı.' Müzik piyasasını -bir damar olarak- arabeskin ayakta tuttuğunu söylemek sağlıklı ve sağlam bir tahlildir.

Aslında 80'lerin geleneksel has arabeskinin -olağan dönüşümünü yaşadığı için- bir daha geri dönmeyeceği öngörüsüne katılmak pekâlâ mümkün ancak Dr. Caner Işık'ın şu söylediklerini unutmadan; "Arabesk bizim toplumun dokusunun ana göstereni. Toplumumuz, duygusal tepkileri yoğun bir toplum. Bilgiyi duygusal reflekslerine göre alıyor, algılıyor ve yansıtıyor. Bundan dolayı rasyonel bilginin kullanılması biraz geç gerçekleşiyor. Anadolu coğrafyası farklı dinlere ve medeniyetlere beşiklik etmiş bir mekân. Bütün farklılıkların özetle toplandığı bir kültür. Burada sosyo-genetik bir miras var. Müzik dünyamıza baktığımızda Klasik Türk Müziği'nden Türk Halk Müziği'ne birçok göstereni bir arada görebiliyoruz. Arabesk bunların hepsinin karmaşasını birlikte yaşayan kültürün kendisidir."
BİZE ULAŞIN