Gökhan Ergür: Popüler ikonlar ve ruh sağlığı

Popüler ikonlar ve ruh sağlığı
Giriş Tarihi: 16.5.2016 11:44 Son Güncelleme: 16.5.2016 14:23
Gökhan Ergür SAYI:24Mayıs 2016
Parlak ekranlarda gördüğümüz süslü hayatlar, mutlu gülüşler ve sahip olamadığımız dünyalık nimetler bizi eksik hissettirmeye başladı. Eşimizi, sevgilimizi, babamızı, annemizi sorgulamaya başladık ‘neden bu imkânlara sahip değiliz’ diye. Bu sorgulama, kişiler arası ilişkileri bozup kendimizi yetersiz ve talihsiz hissetmemize yol açarak ruhsal örselenmeler doğuruyor. Tüm bunlarla başa çıkmak içinse kurtuluş yolu olarak o parlak hayatlara, yani popüler ikonlara sahip olmaya çalışıyoruz.

"Evet biz tüketiciyiz. Tutkulu bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz." Fight Club

Doyumsuz yenilikler, güncellemeler, trendler ve çöküşler. Misal; selfie çubuğu dedikleri aletten kaçımız uzak durabildik, retweet kaygısıyla attığımız tweetler, bu yılın modası beyaz mobilyalar, kahvaltı qeyfi'nde iyi bir poz yakalayacağım derken soğuyan omlet, yaşamını yitiren sanatçıların ardından başsağlığı telaşımız, ünlü bir mağazanın Türkiye'deki açılışında birbirini ezen milyoner vatandaşlarımız... Popüler kültür böyledir, ne kadar direnirsen diren, sonunda seni kendine benzetir ve bu benzediğin şey aslında senin felaketindir.

Geçtiğimiz ay bir meslektaşımın danışanı, kendini çocuk parkında astı. Etik sınırları aşmamak için derinlemesine sorular sormaktan ziyade genel birkaç soru sormayı tercih ettim. Aile ya da iş yaşantısında bir sorun olmayan şahsın varoluşla alakalı bir sancısı ve yüksek derecede depresif duygulanım içinde olduğunu öğrendim. Meslektaşım geçenlerde bir ekran görüntüsü paylaştı benimle. Ölen şahsın eşi bu arkadaşımı Facebook üzerinden eklemiş ve profil fotoğrafını da üç gün önce güncellemiş. Fotoğrafta saçları fönlü, ağır makyajlı, gülümseyerek selfie çeken bir hanım var. Emin olmak için şaşkınlıkla tekrar soruyorum; "Eşiyle alakalı hiç mi bir sorun anlatmadı sana?" Bilakis, kendini parkta asan şahıs eşini çok sevdiğini ve aile hayatının normal olduğunu anlatmış, hatta bu depresif duygulanımdan kurtulursa ailesiyle tatile çıkacağını da eklemiş. İnsanın insana çare olduğu inancından asla vazgeçmeyeceğiz ama eşinin kırkı çıkmadan Facebook'ta süslenip profil güncelleyen çağın ayak sesine de asla razı gelmeyeceğiz.

Sosyal medya bağımlılığı ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi inceleyen sayısız araştırma mevcut. En son Pittsburgh Üniversitesi'ndeki akademisyenler sosyal medya kullanımı ve depresyon arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çalışma gerçekleştirdi. Araştırmanın sonucunda, sık ve uzun süre sosyal medya kullananların depresyona daha yatkın olduğu tespit edildi. Bunun temel nedeni, kişinin çevresindeki insanların sosyal medyada oldukça idealize edilmiş hayatlarını paylaşması ve bu durumun kişide kıskançlık duygusunu tetikleyerek, 'başkalarının daha mutlu yaşadığı' izlenimi oluşturmasıdır aslında.

Vaktiyle; tanıdığımız, gördüğümüz, tanık olduğumuz hayatların sayısı sınırlıydı. En fazla uzak bir akrabanın komşusunun aldığı ev eşyasından, yazlığından ya da yurtdışına okumaya giden oğlundan haberdar olurduk. Çevremiz sosyoekonomik olarak bize yakın insanlardan kuruluydu ve bu denklik bizi rahatsız etmiyor, aksine kendimizden düşük hayat standartlarında yaşayanlara bakıp halimize şükrediyorduk fakat şimdi hiçbir şey eskisi gibi değil, milyonlarca hayatı telefonumuzda taşıyıp o hayatlara şahitlik ediyoruz. Parlak ekranlarda gördüğümüz süslü hayatlar, mutlu gülüşler ve sahip olamadığımız dünyalık nimetler bizi eksik hissettirmeye başladı. Eşimizi, sevgilimizi, babamızı, annemizi sorgulamaya başladık 'neden bu imkânlara sahip değiliz' diye. Bu sorgulama, kişiler arası ilişkileri bozup kendimizi yetersiz ve talihsiz hissetmemize yol açarak ruhsal örselenmeler doğuruyor. Bütün bunlarla başa çıkmak içinse kurtuluş yolu olarak o parlak hayatlara, yani popüler ikonlara sahip olmaya çalışıyoruz.

Fantazyalar dünyası

İnsanın en büyük yanılgısı, tüketerek var olacağı sanrısıdır. Kentler orta sınıfı boğar ve insanlar kaçış olarak bir üst sınıfın yaşamına ilgi duymaya başlar. Çalışma saatleri dışındaki boş zamanlarını bir üst kimliğe ulaşma hayaliyle geçiren şehrin insanı giderek fantazyalar dünyasının müdavimi oldu. Fantazyalar dünyası insan için yakını uzak, uzağı yakın kılar. Yaşadığı gerçeklikten sıyrılmak isteyen kişi, genellikle kendini popüler kültürün önümüze sürdüğü ikonlarla özdeşleştirmek yoluna gider. Konfeksiyon atölyesinde öğle tatilini duvara astığı şarkıcı posterine içli içli bakarak geçiren genç, bu özdeşleştirmeye verilebilecek örneklerden biridir. Freud'un bahsettiği gündüz düşleri, kişiyi gerçekliğin olumsuz yanlarından anlık da olsa kurtararak yapay mutluluklar üretir. Fakat ustabaşının attığı nara bu hayalci kaçışı sonlandırarak kişiyi gerçek dünyaya uyandırmakta asla gecikmez.

Popüler kültür duygusal olarak yıkıcıdır, çünkü kişiye asla sahip olamayacağı sahte mutluluklar sağlar, şiddete ve cinselliğe verdiği önem sebebiyle insani yanlarımızı köreltelerek bizleri yabanlığa iter. Hayatın gerçeklerinden insanı kaçırıp hayali içeriklerle oyalanmamızı sağlayan popülerite, kişinin gerçekle baş edebilme yeteneklerini de zayıflatır. Hakiki olana yüz çeviren anlık mutlulukların insanı, gerçekçi bir problemle yüz yüze kaldığında, ilk rüzgârda terse dönen şemsiyeler gibi işlevsiz ve çaresiz bir hal alır.

Hayatın tek amacının mutluluk olduğunu ruhumuza zerk eden popüler kültür, hangi sosyal statüye sahip olursak olalım bizlere parlak bir yaşam ve sınırsız zevkler vaadeder. Tüm iç güzelliğimizi televizyon ekranıyla sınırlayan bu sistem her an şeytanın bacağını kırabileceğimizi ve talihin bize dönebileceği inancını diri tutup irademizi pasifize ederek sadece hayal kurmamızı ve önümüze konulan popüler ikonlara itaat etmemizi sağlar. Sürekli gelecek güzel günleri düşünüp içinde bulunduğu durumu sağlıklı değerlendiremeyen kişi, giderek gerçeklik ilkesinden kopar ve haz ilkesinin hastalıklı kölesine dönüşür.

Çemberin dışı

Ruhumuz, tahribatı yüksek bir bombardıman altında. Televizyon, radyo, gazete, dergi, internet, billboard, el ilanı ve daha birçok kitle iletişim aracı sayesinde sistemin istediği görüntülere ve seslere maruz bırakılıyoruz. Tüketmemiz istenilen popüler kültür ikonlarına hem fiziksel hem de duygusal olarak duyarsızlaşarak bir zaman sonra bu zorlamayı kendi tercihlerimiz olarak algılayıp irademizi fark etmeden büyük şirketlerin marka danışmanlarına teslim ediyoruz. Popüler kültür insanların Rabbine değil ürettiği markalara tapmasını ister.

Bazı şirketler ise bu işi gizliden değil artık aleni olarak kabaca gerçekleştirmekte. Sözgelimi, sahip olduğumuz cep telefonu her iki yılda bir yeni model üretmekte ve bu modelle beraber tüm ürünlerine yeni bir versiyon sunmaktadır. Eğer eski model bir telefona sahipseniz yüklediğiniz yeni versiyonla telefonunuz yavaşlamakta ve işin garip kısmı eski versiyona geri dönüş yapılamamakta. Isırılmış elmanın dayatmasına karşı çıkıp eski telefonunuzu, eski versiyonla tüm yavaşlığına rağmen kullanmaya devam etseniz bile belirli aralıklarla size versiyon yükseltmeniz için taciz uyarıları gelmekte ve sizleri ısrarla teknoloji marketlerinin cep telefonu reyonlarına itmektedir. Verdikleri mesaj çok basit aslında: Kontrolün bizde ve biz ne istersek onu yapmak zorundasın.

Hapsolduğumuz şehirlerdeki metafizik yurtsuzluk, Fethi Benslama'nın deyişiyle bir 'kendi olma ümitsizliği' doğuruyor. Kendi olmaktan yorulan, kendi sorunlarına bugünden bir ümit bulamayan insan giderek bir köken mitolojisine sığınır ve kaybettiği özgüveni geçmişte arar (bugünkü Osmanlıcılık tartışmalarını bu açıdan değerlendirebiliriz) fakat popüler kültür, anlık ve günübirlik olanın tarafındadır; eşyaları, hatıraları ve insan zihnini kullan at ideolojisiyle donatarak bir tarihsizleştirme politikası güder. Bu sisteme göre ruhun hafiflemesi ve ümitvar olması ancak insanın benimsemek zorunda kaldığı tek tip yaşam formuyla mümkündür: Sana sunulanı izle, dinle, kullan, ye ve düşünme.

Eğer makbul dünya vatandaşı olmayı reddederseniz, eksik ve dışlanmış hissedersiniz. Çünkü o parfümü sıkmazsanız karşı cins sizinle ilgilenmez, o kot pantolonu giymezseniz bakışlar üzerinizde toplanmaz, o trençkot sırtınızda olmazsa önemsiz biri sayılırsınız, hele masaya bir araba anahtarı koyamıyorsanız siz zaten yanmışsınız.

İkona endüstrisi

Televizyonun beyaz büyüsü bizleri etrafına topladığı günden beri ikonlar beyaz ekranlar aracılığıyla üretilir ve dünyanın acımasız gerçeklerinden sıkılmış hipnotize edilmeye hazır milyonlarca insanı bu ikonlara benzetmeye ya da onları kullandırmaya yöneltir. Televizyonda, sinemada, podyumda, stadyumda, basında ikonlaştırılan kişiler ve onları simgeleyen kıyafetler, rozetler, t-shirtler ve fotoğraflar ikona endüstrisinin kullan at ürünleri olmakla beraber süslü yalanlarıyla bizlere sonsuz mutluluğu vaadeder. Oysa gelecek sezonun mutluluk 'trendi' bugün sahip olduğunuz şeylerden fazlasıyla farklı olacaktır ve siz elinizdeki eskiye bakıp sahip olamadığınız yeniye dair ihtiraslı hayaller kuracaksınız.

Popüler kültür sıkılgandır, beklemeyi, sabretmeyi, muhafaza etmeyi bilmez, hız ve haz odaklıdır. Karşısında sürekli; son dakikalar, az sonralar, yeni bölümler, şok görüntüler ve ilginç olaylar görmek ister. Hastane ya da banka kuyruklarını izleyin; yaşlılar tek bir noktaya odaklanıp sabırla sıralarını beklerken, gençler, telefonlarındaki renkli dünyaya dalıp çıkmalarına rağmen yine de sıkılır, hareketsizliğe ve renksizliğe dayanamaz. Aynı şekilde tablet, televizyon ve bilgisayarın büyülü ekranıyla büyüyen çocuk okulda, tahtaya tebeşirle yazı yazan ve candy crush oynamaya müsaade etmeyen öğretmenden kolaylıkla sıkılır, dersi dinlemez, arkadaşlarıyla uğraşır, sonra ver elini dikkat eksikliği ver elini hiperaktivite bozukluğu.

Popüler ne kadar bizden?

Halk, kendi içinden çıktığına inandığı popüler ikonların yerine kendini koyarak onlarla özdeşir ve psikolojik bir rahatlık sağlar. Oysa ki bu ikonlar planlı ve programlı bir şekilde üretilip duvarlarda, evlerde, yollarda, televizyonlarda ve radyolarda sürekli yer bularak aslında bizim seçimimiz olduğu ve yaşadığımız kültürün bir sonucu olduğu düşüncesini bilinçaltımıza işler. Halkın yansıması olduğunu sandığımız popüler kültüre, 'halktan gelen' anlamını yüklemek bu yüzden tehlikelidir.

Klibinde; fiyakalı takım elbisesi, lüks Mercedes'i ve manken sevgilisiyle dağ başında rakı masası kurup, gitar eşliğinde türkü söyleyerek köy ve doğa güzellemesi yapan Ferdi Tayfur'un Hacı Taşan'dan daha fazla yerli ve bizden gözükmesinin sebebi nedir? Halk, önceliğini neden bu insanlardan yana kullanmış ya da kullandırılmıştır? Bu sorular başka bir yazının konusu olarak kenarda dursun.

İkona endüstrisi, dünyada maneviyat adını veridiğimiz tüm olguları yıkıp yerine kendisi geçmek istemektedir. Kendisi için tehlike arzeden; aile, örf, adet ve inanç kavramlarına doğrudan saldırarak yerini sağlamlaştırmaya çalışır. İnsanın tutunacağı son dalı da dibinden keserek bizi seçeneksiz bırakır.

Değerlerini yitiren, duygularını yaşamaktan kaçıp anı yaşayan, nefs atıyla dolu dizgin karanlığa doğru yol alan, fazlasıyla bireysel ve doyumsuz bir nesille karşı karşıyayız. Düzelir diye umduğumuz ne varsa giderek daha da kötüye gitmekte. Meydana çıkıp ruhlarımıza yol göstermesi gerekenler kendi köşelerinde dinlenmekte. Ve dünya olanca çirkinliğiyle üzerimize saldırmakta. Evlilik programı adı altındaki rezilliğe hepiniz şahitsiniz. Kanal satın alıp anadan üryan genç kızları yarıştıranlara, cinsel içerikli film kıvamında her akşam televizyonlarda gösterilen dizilere, çocukların psikososyal gelişimleri düşünülmeden üç-beş kuruş fazla para kazanmak için meydanlara boy boy asılan iç çamaşırı reklamlarına ve daha birçok arsızlığa, uğursuzluğa şahidiz.

Evet, ne yazık ki biz, bu çağın şahidiyiz.

BİZE ULAŞIN