Melek Arslanbenzer: Popüler vs. popülizm: Düşman ikizler

Popüler vs. popülizm: Düşman ikizler
Giriş Tarihi: 16.5.2016 12:12 Son Güncelleme: 16.5.2016 12:14
Melek Arslanbenzer SAYI:24Mayıs 2016
Bir ürün popüler hale getirildiğinde herkes o ürünü görür fakat çoğunluk ona ulaşamaz çünkü çoğunluğun satın alma gücü ‘popüler’ ürünler için yetersizdir. Çoğunluğun ulaşması için o ürünlerin taklitleri yapılır, daha düşük maliyet ve f iyatla topluma arz edilir. Daha çok kişinin ulaşabileceği bir hale ancak o zaman gelir. Biraz çelişik bir tablo çıkıyor burada karışımıza. Halkın daha çok kullandığı ya da doğası gereği popüler olan şeyin dışında ayrıca bir popülerlik icat edilmiş durumda.

Popüler ile popülizm arasındaki fark, Zeki Müren'le şeker fabrikası arasındaki fark gibidir. Yani hiçbir ilgileri yoktur. Biri halkı eğlendirmek amacı taşır, diğeri halkın ihtiyacını karşılamaya yöneliktir. Kelime kökenlerinin 'halk' anlamına gelmesi dışında pek bir ortak tarafları da söz konusu değildir zaten.

Her şeyden önce popülerlik tartışmaya oldukça açık bir kriter. Neye popüler diyoruz? Medyanın gösterip durduğu hatta göstermek için para aldığı ya da torpil yaptığı insanlar, davranışlar, kıyafetler vesaire mi popüler? Yoksa gerçekten toplum çoğunluğunun yaptığı şeylere mi popüler diyoruz?

Popüler: Yaygın ve kullanışlı mı, seçkin ve satışa uygun mu?

Medyanın sunduğu popüler ile gerçek popüler birbirinden oldukça farklı. Mesela laminat parke popülerdir, halkın büyük çoğunluğunun bildiği ve kullandığı bir şeydir fakat mimarlık dergileri bize bunu sunmaz, başka bir popülerlik sunar; elit bir popülerlik... Gerçek hayatta yaşanan popülerlikle bu anlamda elit ve satılmaya çalışılan popülerlik birbirinden ayrılır. Tükenmez kalem popülerdir; her evde muhakkak bir tükenmez kalem bulunur. Her kırtasiyede satışı yapılan bir şeydir, yaklaşık 1 liraya satın alınabilir ve çok kolay ulaşılabilir ama 'popüler kültür'ün bize sunduğu, pahalı markalara ait dolma kalemlerdir. Yani aslında popülerin yaygın ve kullanışlı olma anlamıyla, popüler kültürün bize sunduğu seçkin ve satışa yönelik olma hali çelişir.

Bir ürün popüler hale getirildiğinde herkes o ürünü görür fakat çoğunluk ona ulaşamaz çünkü çoğunluğun satın alma gücü 'popüler' ürünler için yetersizdir. Çoğunluğun ulaşması için o ürünlerin taklitleri yapılır, daha düşük maliyet ve fiyatla topluma arz edilir. Daha çok kişinin ulaşabileceği bir hale ancak o zaman gelir. Biraz çelişik bir tablo çıkıyor burada karışımıza. Halkın daha çok kullandığı ya da doğası gereği popüler olan şeyin dışında ayrıca bir popülerlik icat edilmiş durumda. Suni olan doğal olanın, elitist olan popülerin yerini almış durumda. Şu anda popüler kültür deyince doğal kitle kültürünü değil belli merkezlerde üretilen medya kültürünü kastediyoruz. İronik bir durum.

"Halk bunu istiyor, biz ne yapalım!" diye bir söylem var mesela. Aynı diziden üç tane çekip farklı televizyon kanallarında gösterirsen halk bunlardan birini tercih etmek zorunda kalır. Ne var ki, bu üç diziden halkın daha çok tercih ettiğine değil de söz konusu üç dizinin çekilme sebebinin ne olduğuna bakarsak popülerlik kavramının tam da medyanın istediği ya da manipüle ettiği gibi olduğunu anlamış oluruz. O üç diziyi sen çektin; halk da onlardan kendi için en popüler olanı, kendine en yakın olanı seçti. Dolayısıyla popülerlik kavramını medyanın sunduğu bir kavram olarak değil de toplumun kendisine bakarak anlamak, toplumun sunulanın içinden neyi seçtiği olarak okumak bizi daha gerçekçi ve tam bir düşünceye eriştirir. Herhangi bir işi yapan birinin ismini hiç durmadan zikredersen insanlar da bir yerden sonra "Aa bu popüler biri herhalde" diyebilir ama gerçekte seçtiğinin onu tercih etmiş olması gerekmez.

Popüler olmayan bir yaklaşım: popülizm

Popülizm ise tamamen ayrı bir şey; ilk olarak 19'uncu yüzyılda ortaya çıkan bir yaklaşım. Popülizmin tam olarak bir ideoloji ya da köşeleri belli bir dünya görüşü olduğunu söyleyemeyiz. Milliyetçilik gibi, sosyalizm ya da İslamcılık gibi bir dünya görüşü değil popülizm. Bu anlamda popülizmi ideolojik bir kategori olarak değerlendiremeyiz. Hepsinden bir şey alan, her birinin içine girip çıkabilen bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Kavramsal olarak popülizmin zıddı elitizm ya da statükodur. Popülizm tam olarak halk çoğunluğunun çıkarı için bir şey düşünmek, istemek ve yapmak manasına gelir.

Popülizmin bir de güncel siyaset içinde kullanılan kötü bir anlamı var: 'Halk yardakçılığı.' Bu kavram kendi çıkarları uğruna, kendi tarafını tutan kişilere yapılan bir tür yardımı, daha doğrusu kıyak çekmeyi ifade etmek için kullanılıyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgememenin politikadaki karşılığı diyebiliriz. Popüler bir tavırdır; dünyanın her ülkesinde az veya çok halk yardakçılığı yapılır. Özellikle de demokrasilerde.

Seçim kazanmak için ortaya atılan içi boş vaatler için kullanıldığında anlam yükünü tamamen boşaltmış oluyor popülizm terimi. Gerçeğiyle sahtesini ayırmak da öyle her zaman kolay değil. Çünkü bir şeyin halka gerçekten yararlı olup olmadığına karar vermek de zor. Daha doğrusu, siyasi taraflardan birinin ak dediğine diğeri kara dediği sürece, hepsi birbirini popülizm yapmakla suçlamaya devam edecek ve halkın gerçek istekleri çoğunlukla tehir edilecektir.

Halkın neyi tercih edeceğine halk yerine medya karar veriyor. Neyin halkın yararına olduğunu baskı çevreleri belirliyor. Böyle bir ortamda 'halk'ı sorgulamadan, halk dediğimizde tam olarak kimlerden söz ettiğimiz üzerinde durmadan ezber tekrarı yapmaktan öteye gidemeyiz. O halde, baştan başlayalım: Halk nedir ve önemini nerden alıyor?

Nerden çıktı bu halk?

Hemen söyleyelim: İnsanlar, herkes, kalabalık anlamında halk, her zaman olan bir kavramdı. Klasik İslam düşüncesinin meşhur adalet çemberinde halkın emeği devleti ayakta tutan temellerden biri sayılıyordu. Kınalızâde Ali Efendi'nin meşhur Ahlâk-ı Alâî kitabına göre halktan alınan vergiler olmasa asker toplanamaz, asker olmayınca da şeriat hükümleri uygulanamazdı. Şeriatı yani yasayı uygulayacak olan ise sultandı. Sultan adil olmayınca da halk huzur içinde yaşayamaz ve vergi vermeye de yanaşmazdı.

Kınalızâde tipik bir Osmanlı bürokratı olarak halkı bir işlev olarak görüyor. Amaç, devleti ayakta tutmak ve sultanın meşruiyetini sağlamaktır. Batı'da ise daha farklı fikirler canlanmıştı Kınalızâde'nin yaşadığı çağda. Bunlar arasında halkın keşfi de vardı elbette. Önce folklor keşfedildi. İngiltere ve Almanya'da halk masalları ve şarkıları derlenip kitap suretinde basıldı. Bu derleme kitaplar zaman içinde moda haline geldi ve birçok şair, yazar, müzisyen ve dramatist, bu 'aristokrat' olmayan kaynaktan beslenmeye başladı.

Romantizm düşüncesi ve devrim pratiğiyle beraber halk, amacını kendi içinde taşıyan büyüsel bir özneye dönüştürüldü. Fransız İhtilali ve devam eden devrimlerden çoğunlukla burjuva sınıfı yararlandı ve kapitalizm, gücüne güç katarak ulus-aşırı bir otorite kazandı. Oysa bütün devrimler halk adına yapılıyordu. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gibi ilkelerin özü itibariyle popülist olduğuna şüphe yok. Gerçekçi olmaktan bir o kadar uzak olduğuna da…

19'uncu yüzyılda aristokrasi kadar burjuvaziyi düşman gibi gören halkçı hareketler ortaya çıktı. Rusya bu anlamda derin bir kaynaktır. Rus ve Balkan entelektüellerinin sırtını verip devrim gerçekleştireceği bir burjuva sınıfı mevcut değildi. Slav dünyası adı üstünde kölelerin dünyasıydı ve artık kölelerin kurtuluşu için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Rus narodnik hareketi böylece doğdu.

Halkçılık bize de Rusya Müslümanları üzerinden geçti zaten. Rus Çarlığı'nın işgalini yaşayan Kırım ve Kafkasya bölgelerindeki Müslüman entelektüeller, Osmanlı başkentine taze fikirlerle geldiler. Osmanlı toplumu da Slav dünyası gibi yüzde doksan köylülerden oluşuyordu. Namık Kemal'den beri gelen vatanseverlik hisleri, hürriyet fikirleri narodnik aşıyla birleşince ve bir de Meşrutiyet ilan edilince 'halka doğru' hareketinin başlaması kaçınılmazdı.

Birçok insan halkçılık denince Cumhuriyet Halk Partisi ve Kemalizm'in altı okunu düşünür doğal olarak. Halkçılık ne CHP ile başladı ne de Kemalizm'in altı okuyla. Tam aksine, Meşrutiyet döneminin milli halkçılığı, Kemalizm'i daha sonra bu fikri kendine mal etmeye sevk etmiştir. 'Halka doğru' hareketinin tarihi 1912; halkçılığın Kemalizm'e mal edilmesi ise 1930'larda. Zaten bizde millet denince halk, halk denince millet anlaşılır. Bunula beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden Adalet ve Kalkınma Partisi'ne kadar kısa veya uzun süreli iktidar yaşayan bütün partiler halkçı bir damar taşıya gelmişlerdir. Muhalefet hareketlerinin de çoğu halkçılık yolunu izlemişlerdir. Bu anlamda Demokrat Parti'nin "Yeter, söz milletin!" şiarıyla Türkiye İşçi Partisi'nin "Kula kulluğa son!" sloganı arasında önemli bir fark yok. Hatta TİP sloganının İslami görüntüsü daha belirgin.

Bugün hem politikada hem kültürde bir bölünme yaşıyoruz. Halkın ezici çoğunluğunun, belki de tamamının isteği veya ihtiyacı şudur ya da budur, halk bunu istiyor şunu istemiyor gibi cümleler kurmak her zamankinden daha zor. Çeşitlilik her zamankinden daha çok. Bu nedenle de en iyi çözüm şu olabilir: Halkın birden çok eğilimi bünyesinde barındırdığını kabul etmek ve bu nedenle de farklı eğilimlerin kendilerini daha açık seçik ifade edebilmelerine hizmet etmek. Bir başka deyişle; popüleri medyanın, popülizmi siyasetin bir günlük dar çemberinden kurtarıp adalet çemberini yeniden ortaya çıkarmak. Böylesi hem gerçek anlamda popüler hem de olumlu anlamı içinde popülistçe olacaktır. Çünkü halk kendine ait ve yakın olanı asla yabana atmaz; medya ve siyaset gibi kullanıp bir kenara bırakmaz, kuşaktan kuşağa aktararak ömrünü uzatır. Halk bu yetişkinliğe doğuştan sahiptir.

BİZE ULAŞIN