Türkiye’nin rejim sorunu
Üzülme, ben de hayatımın belli dönemlerinde kilo problemi yaşamış birisiyim (İtiraf edeyim, hâlâ biraz yaşıyorum). Bu yaşıma gelene dek diyetisyen gurmesi oldum. İşinin ehli diyetisyeni gözünden tanırım (Ben ne diyetisyenler gördüm). Zaten hemen hemen yarısından fazlasının ofisinde de şahsen bulundum. Bu diyetisyen denen insan türünden randevu almak da bir zor, önce acaba bedava filan mı diye düşündüm. Sonra baktım ki devlet hastanesinde bile devlet diyet bölümüne ödeme yapmıyor. Neyse, konumuz bu değil. Telefon açıp randevu istiyorsun, iki hafta sonrasına gün veriyor, oh bu iki hafta nasıl geçecek? Elbette yiyerek… Aldık mı 3 kilo daha? Oh suyundan da…
İlk diyetisyen tecrübesinde şöyle diyaloglar kaçınılmaz:
-Evdeki tartı 3 kilo daha az gösteriyor.
-E, tabi bu hassas tartı…
-Öyle tabii…
-…
Bu diyalog ilk diyetisyen tecrübesinde halisane niyetlerle, daha sonrakinde bilinçli olarak tekrarlanır. Böylece konuya gelmeden önce zamandan kazanan insan, diyet listesinden kaybeder.
Sonra 'kiramen kâtibin' soruları başlar. Nasıl besleniyorsun? Sağlık problemin var mı? Bu kiloya ne kadar zamanda geldin? (Kibarca bu hale nasıl geldin demek istiyor). Bir yandan da hım, hımmm diyerek not alıyor.
"Tatlıya bayılırım, patates kızartmasını ekmek arası yerim, maşallahım var sağlıklıyım, ne ara aldım ben bu kiloyu bilmiyorum" cevapları sonrası diyetisyen eline kalemi alıp cızır cızır ölüm fermanını yazmaya başlar. Sabahları iki dilim ekmek, üç zeytin, bir kibrit kutusu peynir (illaki kibrit kutusu olacak) ama üzülmeyin, sınırsız yeşillik yiyebilirsiniz. Of.
Sabah kalkıp aç karnına bir bardak ılık su, kibrit kutusu peynir ile kahvaltı, öğle yemeği öncesi bir meyve, öğlen yemeğinde sekiz yemek kaşığı (kepçe değil) sebze yemeği, hadi bir ara öğün daha, o da iki galeta (mucidine selam olsun), bitki çayı (ödem atmalık), akşam yemeği ızgara ve salata, yatmaya doğru içi bayılanlara bir kâse yoğurt. Oh mis…
Bu listeye uymaya çalışır, her hafta gidip giyotin görünümlü tartıda (kantar demedim, şükredin) hesap verirsin. Sonra bir bakmışsın gözünün feri kaçmış. Bir işkembe içmeyeli, bir kokoreç patlatmayalı, depresyona girip kova ile dondurma yemeyeli hayat çekilmez olmuş. Zaten diyetteysen depresyona da giremezsin ağız tadıyla. O ne öyle? Çikolata yok, dondurma yok…
Bunlar ile birlikte elbette egzersiz yapmak lazım. Her gün 45 dakika yürüyüş. Maşallah her yer zaten yürüyüş parkuru, pazar sabahları sıcacık yatağımızdan çıkıp köy kahvaltısı etmek varken titreye titreye yürüyecekmişiz filan.
Haksızlık etmek istemem, diyetisyenler, doğru bildikleri tedavi yöntemleri ile insanlara yardımcı olmaya çalışan düzgün, efendi insanlar…
Ama bir de aramızda her iki kişiden üçü olan 'sağlık guruları', 'lokman hekimler', 'bedava yaşam koçları' var. Kilolu biriysen bazen ölseydim de bunların eline düşmeseydim diye geçirdiğin olur içinden. Herkes için her yaşa uygun süper reçeteleri vardır. Bir kuaför koltuğunda sıranı beklemektesin. Ansızın sana zayıflama çayı tarifi veren bir teyze ile 'ne münasebet!' diyeceğin bir diyaloğa girmişsindir bile. Yan koltuktan bir hanım seslenir, ben göbeğimi yeşil çayla erittim. En zevklisi, bazen bir ortamda karşı karşıya gelen Maranki veya Karatay ekolünden olan yaşam gurularının çarpışmasını izlemektir. Yok ekmeği öyle yiyeceksin, yok yok şu çok tehlikeliymiş diye laflar havada uçuşurken tabaklarda kısır, börek ve kek hızla azalır, onlar yer, sen kilo alırsın, bir de işittiğinle kalırsın.
Çok dokunsal bir insan olmasan da ansızın eve gelen bir misafir tarafından göbeğine bir şaplak yiyebilirsin, hakkındır… Çünkü toplum, makbul kilonun üzerindeki bireylere sorgusuz sualsiz enseye tokat olabilme hakkı vermiştir. Haline şükret çünkü maazallah bir James Bond filminde olsan ilk sen ölüp gidecektin.
Bir masaya oturduğunda herkesin senin için muhakkak bir 'şifa' önerisi, bak ben nasıl zayıf kalıyorum içerikli bir örneği vardır. Zayıf olanlar, irade gösterip çaba harcadığı için zayıf kalmayı başarabilmiştir, eh bu da anlatılmaya değerdir be dostum!
Buraya kadar okudukların tanıdık gelmiştir muhakkak. Şahsen her şeyden evvel, bize emanet olan nefse hâkim olup bedenini tanıyan ve onun ihtiyaçlarına göre yaşamaya çalışan insanlara saygı duyuyorum. Ama normal hayatta insanların birbirine zulmetme noktasına gelen bu beden kriterleri çoğunlukla sağlıklı yaşamak ve sağlıklı kalmak kaygısıyla yapılmıyor. Çok zayıf olması ile övünen ama kol kasları ile iki kiloyu bile taşıyamayan bir kadına sağlıklı diyebilir miyiz? Haydi, kendimizi kandırmayalım, sağlık büyük bir şemsiye, ama biz onun estetik yanını hep daha çok seviyoruz.
Konuya bu kadar çok takılıp kaldıkça o listeler uzayıp gidiyor ve çoğu zaman hiçbir işe yaramıyor. Yine anne babanız sizi tosunum diye seviyor, arkadaşlarınız ise az kilo versen çok güzel kız olacaksın diyor…
Peki, ne yapmalı? Ben çözümü sağlıklı beslenmekte buldum. Kalori hesabı yapmak, diyetteyim az yemeliyim psikolojisi bir zaman sonra, yemişim diyetini moduna devşiriliyor. Yediklerimi bu sağlığım için iyi bu sağlığım için kötü olarak ayırdıktan sonra rahat ettim. Çünkü sağlık estetiğin önüne geçmeli, estetik sağlığın değil. Çünkü çoğunlukla kadınlar çok zayıf olma saplantılarını sağlıklarından ödün vererek gideriyor. Zayıf olun ama gözünüzün feri de gitmesin, bu önemli. Daha da önemli olan evet, bir klişe ama, insanın kendini iyi ve yeterli hissetmesi. Modern dünyanın dayattığı güzellik standartlarına uymadığınızda eksik veya çirkin olmuyorsunuz. Çünkü herkesin bir hikâyesi olduğu gibi kendine has güzellikleri de var. İlginç olan bir şey de kendini iyi ve yeterli hissetmeye başladığında, içine girdiğin yemek yemek döngüsünden kurtuluyorsun. Tamam, kabul, 'kalbin temiz olsun'a bağladım ama gerçek bu, ne yapalım vesselam…