Türkiyeli aydın olmak ihtimal dâhilindedir
Aydınların dilemması
II. Mahmut'tan sonra hızlanır din ve dünya ayrımı. Niyazi Berkes, Jön Türklerle beraber gelen devleti dinden ayırıp Avrupa modeli kurma anlayışından bahseder. Şinasi bu yolun başlangıcıdır. Memleketin hayrını başka ülkelerin düşünceleriyle görmeye çalışan bir aydın zihniyeti, Tanzimat'tan başlayıp Cumhuriyet'te de devam eden bir anlayış üstelik. Türkiye'de aydın olmak buradan başlıyor ve uzayıp gidiyor mesele işte. Bir başka ikilik mesela Tevfik Fikret, "Düzen bozuk, Batılılaşma samimi değil" derken Akif, "Batıcılık yıkıcı" diyerek Batılılaşmanın karşısında yer alıyor. Durduğun taraf, güttüğün siyaset önemli bu noktada. Batının Hıristiyan ilahiyatıyla çatışmaları ve kendi sancısıyla bir doğum sürecini bizde başlatmaya çalışmak; Cemil Meriç'in de belirttiği taraf budur. Batının dinle sürdürdüğü kavgası hangi yanımıza uyuyor bizim? Batılılaşırken İslamlaşmak ne olacak? Din bizden ayrılabilecek bir şey midir? Bu basiretsizliğin tutacağı maya yok. Buna rağmen kendi değerlerine, kültürüne, edebiyatına, yerel kaynaklarına kapalı olabiliyorken, aidiyet kuramayacağımız tüm değerlere açık bir aydın zihniyeti, aydın ikiliği var ortada. Bu ülkeden olmak neyi gerektirir? Cumhuriyet Halk Partisi'nin Anadolu kadınının evine ayakkabıyla girmesi bu ülkeden olamamasıdır hâlâ. Arabeski aşağılamak, lahmacuna dudak bükmek de buna dâhil. Günlük kaygılarla, ideolojik saplantılarla babaannene ters düştüğün taraf, bizden başka her yöne çıktığın yol, buradan uzak olma halindir. Can Yücel; "Başka türlü bir şey benim istediğim/Ne ağaca benzer ne de buluta/Burası gibi değil gideceğim memleket/Denizi ayrı deniz havası ayrı hava" diye başlayabiliyor mesela şiirine. Terk etmek, olmuyorsa bırakmak ne demektir? Merkeze kendini koyup bükemediği eli öpmeyen, dönüştüremediği insanı hor gören yıkıcı bir şeyler vardır burada. Türkiye'ye dair bir şeyler yapmaya çalışan insanın, olmuyor, anlamıyorlar havasıyla uzakları, öteleri arzulaması, kendisi için korunaklı, hayali bir alan yaratması nedir? Türkiye'ye kızıp meseleye Fransız kalarak hangi halk aşağılanmış, hangi millet doğrulanmış oluyor peki? Kavafis ne güzel söyler: "Yeni bir ülke bulamazsın/Bu şehir arkandan gelecektir." İdris Küçükömer, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nurettin Topçu, Mustafa Kutlu vs. gibi kalemleri okumadan anlayamayacağımız bazı şeyler var. Aydın-halk ikiliğine düşmeyen, insanını cahil, hor, kaba saba görmeyen, kendini bilen bir tavır. Batının kavram ve klişelerini buzluktan çıkarıp piyasaya sürerek, başkasının kavram ve kelimelerini üzerimize alarak, kıblemizi değiştirerek olmuyor bazı işler. Merkezi Türkiye'den almamış her akım, fikir, ideoloji kabul görmeyecek; halk yaşamadığı, benimsemediği, içine sinmeyen her şeyi reddedecektir. Yani anlamıyor değil, anlamazlıktan geliyor halk. Modern Bihruz Beyler gibi dolanmaya gerek yok. Felatun Bey ve Rakım Efendi ikiliğinden sıyrıldığımız bellidir artık. Kültürel mirası, adalet anlayışı gelişmiş köklü bir geleneği olan bu toprakların 'öteki' olmaya ihtiyacı yok. Batıcılığın ve İslamcılığın en gergin zamanlarında, 'fikirlerden çok duygular ve heyecanlar konuşulmuştur.' Söz konusu etmemiz gereken ciddi meseleleri bu boyuttan düşünebiliriz. Fonda 45'lik plaklardan hoş bir seda ile "Akşama Selvi Boylum Al Yazmalım yazlık sinemada gösterime girecek" diye hoparlörlerden sokak sokak anons geçildiği yer bu ülkedir. Öylece başka bir şey, öylece güzel işte…
TUBA KAPLAN KİMDİR?
Şair.