Yerliliğin kavramsal macerası
Yerliliğin mekân/coğrafya kadar tarih/zaman ve bağlam ile de ilgisi bulunmaktadır. Salt bir toprakta yaşıyor olmanın bir anlamı yoktur. Bunun bir süreklilik içermesi gerekmektedir. Süreklilik, olayların birbiriyle illiyeti kadar geleneğin varlığını da ortaya çıkarmaktadır. Yerlilik bu anlamda gelenekle bağ kurmak, modern dönemlerde geleneğe yeniden eklemlenmek (ki gelenekle bağlarımızın büsbütün kopmadığını da söylemek durumundayız) ve yeniden kendi sürekliliği üzerinden hareket etmektir. Gelenek kavramının bile modern bir kavram olduğunun tartışıldığı bir ortamda, yerliliğin modern bir durum olduğunu söylemek abes kaçmayacaktır. Yerlilik, bir durum tespiti yaparken, aynı zamanda modern zamanlarda olduğunu unutmadan bir eylem öngörmektedir.
Yerlilik ithal ve ihraç edilemez
Genel olarak yerlilik ile ilgili şu tespitler yapılabilir: En dar anlamıyla yerlilik, yabancı ile farkı ortaya koymak için kullanılır. Yerli olmayan yabancıdır, yabancılık buraya ait olmak ya da olmamakla ilgili bir durumdur. Burada mekânsal bir algı ortaya çıkmaktadır. Tarih unsurunun olduğu söylenemez. Diğer yandan yerlilik herhangi bir ülkenin veya coğrafyanın kendi şartlarının dikkate alınması bağlamında kullanıldığında, bu şartların tarih/zaman ve mekân/coğrafya bağlamında oluştuğu da apriori olarak ortaya konmuş olacaktır. Yerlilik zaman, mekân ve insan/millet özellikleri itibariyle bütünüyle taşınması (ithali ve ihracı) mümkün olmayan görüşlerin yekûnunu ifade eder. Yerlilik, tarihî ve kültürel realiteyi içermektedir. Yaşanılan mekânın, coğrafyanın veya toprağın tarihsel tecrübelerinin ve güncel şartlarının dikkate alınması, bunların ışığında yerliliğin yeni fikirler, uygulamalar ortaya konulması olarak da farklı bir yön taşıdığı ifade edilmelidir.
Yerlilik bir farkındalık olarak, modernleşme ile ortaya çıkmıştır. Yerlilik, başlangıçta reflekssel özellikleri baskın bir tutum ve durumdur. Zira modernleşme ile başlayan Batılılaşma/yabancılaşma karşısında kendine sahip olacağı değerler belirleyip bunları koruma çabası yerlilik olarak da görülmüştür. Yerliliğin ortaya çıkması da zaten artık kendi paradigmamızdan uzaklaşmaya, çözümü başka yerde aramaya başlamamızla olmuştur. Yerli tutum, kendisinin olana sahip çıkma çabasında kendini göstermiştir. Ancak bunun yoz hali -bugün bile- sadece kendi içine kapanmak, geçmişi/tarihi ve giderek kendini kutsal ve biricik görmektir. Yerli, bir yerinin olmasını kastederken, o yere ait olmayı çok da ifade etmez. O yere ait olan yereldir. Yerel özelliklerin yerli kimliğin oluşmasında katkısı da göz ardı edilemez, ancak belli nüanslar çerçevesinde yerelin çok fazla değişken olduğunu da belirtmek gerekir.
Bizim yerlilik birikimimiz ve buna dair hareketlenmemiz elbette kendi tecrübelerimiz çerçevesinde olmuştur. Tuhaf olan başka tecrübelerin (bunlardan da yararlanılması gerektiği bir kenarda durmalı), getirilip tatbike zorlanması ise beyhude çabalar olarak toplum belleğini geri sarmaktadır. Türkiye'nin modernleşme tarihi ve ideoloji hareketleri bunları net olarak göstermiştir. Güncel alanda Kürt sorunu konusunda da farklı bir mekanizma devreye girmiştir. Yerliliğini kaybeden Türkler, yerliliğini kaybeden Kürtler eliyle, bütün Kürtlerin yerliliğini zayıflatmaya teşebbüs etmiştir.
Genel olarak korunması gereken değerlerin başında din ve ahlak gelmiştir, bundan mütevellit dil, kültür vs. korunacak değerler arasında yerlerini almıştır. Bu durumun Osmanlı İslam düzeni için geçerli olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu nedenle değerlerin korunması yönünü içeren yerlilik, sadece Türkiye'ye özgüdür.
Tarihi bir kez daha hareketlendirmek mümkündür
Yerlilik son kertede kendi paradigmasına dönmek olarak ifade edilebilir. Bir kopmadan da doğal olarak bahsetmek mümkündür. Anakronik bir bakışla Anadolu'da kurduğumuz geleneğin yerlilik olarak adlandırılması ise tashih gerektiren bir durumdur. Yerlilikler birden çoktur, her coğrafya uygun şartlarla kendi yerliliğini kurabilir. Paradigma kırılması yaşayan çevrelerin Türkiye'de tarih, Osmanlı, tasavvuf, hatta mezhepler üzerinden Sünnilik konulu eleştirileri yanında, evrenselci söylemin cezbediciliği bir mekânsızlaşma ve yersizleşmeyi yedeğinde getirmiş, kırılma burada derinleşmiş ve devam etmektedir. Birkaç yüzyıllık modernleşme süreci Batı merkezli tecrübe alımı şeklinde devam etmiştir. Cumhuriyet modernleşmesinin din alanındaki reformist tavrı, 1960 sonrası tercüme akımıyla daha fazla taban bulmuş; din algısında büyük bir mantık, paradigma ve gelenek kırılması yaşanmıştır.
Fikrin temelinin oluşumunda kendi yerliliğini devreye sokamayan, bununla bir bağ kuramayan büyük bir kitlenin bu temellerin oluşumunda birbiriyle bağdaşamayacak yazarları bir araya getirmeleri, eklektik bir zevkten ötede ciddi bir kırılmayı da doğurmaktadır. Bu şizofrenik durumun giderek derinleşiyor olmasını da özellikle vurgulamak gerekiyor.
Kendisine ait olanları yaşattığı, güçlendirdiği ve yenileme kabiliyetini gösterdiği sürece bir millet tarih sahnesinde özne olup, kurucu roller üstlenebilir. Temel hareket noktasında bütünselliği ve tutarlılığı yakalayan toplumların yükselişleri mümkün olmuştur. Tarih sadece bir konu olarak değil, aynı zamanda olaylar sahnesi olarak incelendiğinde bile farklı durumlar, modeller, yaklaşımlar ve yorumlar ile karşılaşılacaktır. Anadolu coğrafyasında, İslamlaşma sonrasında yeni bir yorumun yeşermesi, bu Sünni yorumun aslında başka yorumlara cevap olmaktan çok, şartlar üzerinden ve ihtiyaçlar noktasından hareket etmek suretiyle yeni ve sahih olana sadık bir durumun ortaya çıkması, tarihi akış açısından incelenmeyi ve günümüzün koşulları üzerinden yeniden değerlendirilmeyi hak etmektedir. Devlet kurmuş, bir nizam inşa etmiş, kendine özgü bir milletler sistemi kurmayı başarmış bir coğrafya, Anadolu, bize yerliliğin üzerinde yürümek istediği köklerini de sunmuştur. Başka bir toplumun durumu farklılık arz edebilir, ancak bu topraklarda bin yıldır devletsiz bir şey yapılmaması dikkat çekicidir. Bu toplumda devletsizlik düşüncesinin yaygınlaşması, devlete olan düşmanlığın ideolojik bir ton üzerinden meşruiyet kazanması, devletin hukuksal ve siyasal anlamda yanlışlıklarının göz ardı edilip salt devlet karşıtlığı ortaya konulması da ciddi bir kırılmadır. Bugün bu ülkenin İslamcılarının, liberallerinin ve sosyalistlerinin kafalarında devletsizlik apriori bir durum olarak durmaktadır. Devletçi olmak ile devletin bir mekanizma olarak varlığını kabul etmek arasındaki uçurumun bilerek yok edilmesi de dikkati çekmektedir. Bir yandan kendi topraklarının şartları, kendi insanlarının karakteri vurgusu yapılırken, diğer yandan da bu coğrafyanın genel karakterini belirleyen Sünniliğin sufi yorumundan çok selefi yorumu öne çıkarılmış, devrimcilik gibi bir söylem benimsenmiştir. Yeseviler, Yunuslar, Mevlanalar gitmiş, yerine siyasal söylem olarak güçlü, gün içinde kullanışlılığı yüksek olan Ortadoğulu yazarlar gelmiştir. Kendi bölgelerinde bile tartışılan fikirlerin Türkiye'de temelsiz bir şekilde aynen kabulü, halktan kopmayı ve marjinalleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu marjinalleşme, gücü elde ettikçe merkeze kendi değerlerini taşımaya da devam etmektedir.
Yerlilik, İslami düşüncenin geleneği ve sufi yorumu ile de ilgilidir. Bugünden geçmişe bakıldığında yanlışların veya başarısızlıkların tespiti, zihnen ve fikren tamiri mümkündür. Yeni bir tarih yazımı veya mühendisliği denemesi değil bu durum. Tarihi bir kez daha buradan hareketlendirmek mümkündür. Bugünün inşasında geçmişin hareketlenmesi de katkı sağlayacaktır. Bugünde olduğunu unutmadan, geçmişi bugünün şartları ile ele almadan, ama geçmişi ve tarihi bugüne konuşturma ve belki Akif'in söylediği gibi "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı." İslam'ı söyletme konusu ayrı bir tartışma konusu ama burada tarihi asrın idrakine söyletme tezi üretilebilir. Yerlilik, tarihin hareketlenmesi ile etkinleşir.
Yerlilik, devrim ve milat düşüncesi gibi yaklaşımlara karşı, geleceği de şimdiki zamanda etkin düşünür. Yerlilik, artık sloganlarla, hamasetle örülü söylemleri aşmış, fikrî, edebî ve siyasi bir tutarlılık gözeten bütünselliğe varmıştır. Bu bütünsellik, geçmişten gelen ile gelecekte gelmesi beklenenin bugünde ceminden ibarettir.
Yerliliğin farklı tanımları
Yerlilik kavramının özel bir durumu işaret etmeye başlaması 1990'lı yıllarda oldu. Bu yıllarda İslamcı çevrelerde ortaya çıkan bir gençlik hareketlenmesi Yerliler adlı bir dergi çıkarırken, kavramı popüler hale getirmişlerdi. Bunlar aktivist bir kimliği öncelerken, kavramla öz itibariyle bir kopuş da yaşıyorlardı. Bu yılların yerlilerinin tarihsel ve kültürel bir tutarlılık gözetme anlamında bir yerlilikten çok, 'beyaz adam'a (ABD) karşı savaşan 'Kızılderili' yerlilere daha yakın durduğu söylenebilir. Dolayısıyla bunun ele aldığımız bağlamla bir ilgisi yok. Bu yeni durumun, mevcut genel durumla uyumluluğu elbette vardı. Kavramsallaştırmanın siyasal, tarihî ve kültürel bir önermeden çok salt sosyolojik bir belirlemeye dönük olmasına dikkati çekmek gerekiyor.
90'lı yıllardan itibaren ise sosyolojik arka plana ek ve hatta daha yoğun olarak siyasal bir belirleme endişesi ve çabası öne çıktı. Yeni durumdaki yerlilik, tarihi kültürel bir obje olarak ele alırken, bir anlamda tarihten kopma yoluna da yönelmiş oluyordu. 90'lı yılların ikinci yerlilik kalkışması, eski milliyetçi entelektüellerce ortaya konuldu. Türkiye Günlüğü dergisi çevresinde görünürlük kazanan bu yeni tip yerlilik daha çok Ahmet Turan Alkan ve Beşir Ayvazoğlu gibi isimlerin yazıları veya atıfları ile dile getirilirken, zaman içinde konu Alkan'ın nostaljiye kayan yazılarında sıkışıp kaldı. Sağ-milliyetçi-muhafazakâr bir kısa hareketlenme olarak fazla ses getirmedi. Alkan, yerlilik kavramını müstakilleştirmiş ama anlam olarak bir yere taşımayı başaramamıştır. Tarih ve kültür vurgusu, bir türlü 'nasıl olacak' sorusuna cevap veremezken, konu en sonunda yerliliğin bir ortak payda olmasında tıkanıp kalmıştır. Bir anlamda 'bugün'den ibaret olan ve toprak vurgusu taşıyan bu tezler, çekingen bir siyasal önerme olarak farklı siyasi renkleri bir ortak payda çevresinde bir araya gelebilir hale getirme çabasının da dönemsel yansımasıydı. Alkan'ın toprak merkezli ortak payda önerisinin kuramsal bir derinliğinin olduğunu söylemek zordur. Romantizme kayan, ortak toprak, ortak tarih, ortak kültür gibi kavramlar çevresinde dönen bir yerlilik... Ki bunun da derinleşip yaygınlaştığını söylemek zor.
Türkiye Günlüğü dergisinin Mart-Nisan 1994 sayısında yayınlanan editoryal 'Mektup', siyasal özneyi şöyle tanımlamıştır: "Rengi Müslüman, kaynağı yerli, zemini milli, perspektifi evrensel…" Diğer taraftan konuya sol çevrelerin müdahil olması, tartışmanın belli bir aşamaya gelmesini sağlamıştır. Birikim ve Cogito dergilerindeki tartışmaların ardından birkaç edebiyat dergisinde yayınlanan yazıları saymazsak konunun uzun süre gündeme gelmediğini de söyleyebiliriz. Birikim dergisinin 1998 yılında hazırladığı dosya ile sol çevreler de konuya müdahil olmuştu. Birkaç yıl sonra Cogito dergisinin özel sayısı konuyu biraz daha derinleştirdi. Yerlilikle ilgili bu iki derginin yayınları kalıcı ve iz bırakan bir nitelikteydi. 2000 yılında Kırklar dergisinde üç yazıyla tartışmayı sürdürme ve yeni bir açılım sağlama çabamız da bu kapsamda yer almaktadır. Hece dergisinin 2010 yılında hazırladığı ve hazırlanmasına katkı sunduğumuz kapsamlı 'Yerlilik özel sayısı', geç kalınmış bir katkı olarak konuyu tekrar gündeme taşıdı. Bu sayının ortaya koydukları, yerlilik üzerinde hâlâ düşünemediğimizi, kavramın anlaşılmadığını, yerellikle karıştırıldığını da göstermiştir.
1990'lı yıllardaki yerlilik tanımlamalarının 70'lerdeki atıflardan farkı, merkeze toprağı daha fazla almasıdır. 70'lerde ise daha çok inanç merkezli bir atıf içeriyordu kavram. Mesela Sezai Karakoç yazılarında Anadolu, coğrafya ve toprak kavramları üzerinde duruyor olsa da, onun yerliliği toprak merkezli bir yerlilik değildir. "Yerli kültürden yeniden evrensel boyutta bir sistem üretmek" gibi bir hedef koyan Karakoç, mekânların, coğrafyanın kendine özgü şartları kadar, toplumların kendi tecrübesini ve karakterini de önemsemektedir. "Arab'ın mizacı bilim ve düşünceye yatkınsa İslâm medeniyetinin bilim ve düşünce yönünü geliştirmiş. Acem mizacı, sanat ve edebiyat yününü, Türk mizacı da yönetim ve örgütlenme cephesini, sosyal yapı cephesini açmaya yaramıştır." Milletlerin karakterlerini vurgulamanın dışında 'İslam'ın Yerliliği' başlıklı yazısında önemli tespitler yapmaktadır. Yazısında, Arap kültürüne ait olduğu iddiasıyla İslâm'ın yabancı kılınmak istendiğini, hâlbuki İslam'ın yüzde yüz yerli olduğunu, hatta tek yerli kültürümüzün İslam olduğunu, öbür kültürlerin ancak onunla uyuşabildikleri oranda maddi ve manevi kültürümüze katıldıklarını ifade etmektedir.
Yerliliğin tarihî tutarlılık, süreklilik üzerinden yürüyor olması, bu topraklarda herhangi bir ideolojinin kök bulmasına ve büyümesine müsaade etmemektedir; ayrıca yerliliğin hâlâ gelenekselliğini koruyan ve ideolojileşmemiş bir toplumsal kitlenin oransal çoğunluğunu elinde bulundurduğu söylenebilir. Bu durum yerliliğin kılcallarda diri olduğunu da göstermektedir.