Remzi Kopar: Hepimiz gurbetteyiz çünkü mimarimiz gurbete çıktı

Hepimiz gurbetteyiz çünkü mimarimiz gurbete çıktı
Giriş Tarihi: 1.09.2015 16:39 Son Güncelleme: 1.09.2015 16:40
Remzi Kopar SAYI:16Eylül 2015
Batı’daki seyirlik mimarinin aksine, bizde insan doğrudan mimarinin içinde. Mimariyle her an temas kuruyor. Bu temas da illa görsel veya mekânsal değil. Bu açıdan, Süleymaniye’yi özlediğini söyleyen insan, üst üste çakışan ezan seslerinin derinlikten yavaş yavaş geldiği, martı seslerinin ve denizin hışırtısının ona karıştığı, birtakım kokuların iç içe geçtiği bir bütünü özlüyor aslında. O bakımdan, gurbet duygusunda mimarinin çok büyük bir payı var. Turgut Cansever, mimariyi şöyle tanımlıyordu: "Mimari, insan ile varlık arasındaki ilişkiyi, maddi, organik, ruhi ve fikri bütün varlık alan ve tabakalarında düzenleyen disiplindir. Teknolojik, iktisadi ve politik sorunlara ek olarak insanın fikri dünyasının tümünü kapsar. Varlık ile ilişkisini bilinçle düzenlemek insana özgüdür. Dünya ile bilinçli ilişkisini düzenleyemediği aşamada insan yalnızca fizyolojik bir yaratıktır."

'Bilge Mimar' Cansever, mimari duyarlığın Türkiye'de nasıl yok edildiğini ise şu sözleriyle anlatıyor: "Osmanlı yaşama biçimi Cumhuriyet'ten sonra çok belirgin bir nitelik kazanan Batı kültürünün etkileriyle yok oldu. Türk toplumu halkın, insanların kültür duyarlıklarını, yaşama biçimlerini tamamen tadil eden etkilerini 1925'lerin ortalarından sonra yaşadı. Batı Avrupa ülkelerinden tercüme edilerek Türkiye'de uygulamaya konulan yapı yönetmelikleri, yapı anarşisini doğurdu ve mimari duyarlığın tamamıyla yok olmasına sebep oldu."

Bir milletin mimari duyarlığını yitirmesi, yüzyıllar içerisinde oluşmuş ortak kültürüyle bağlantısının kopuşunu da beraberinde getiriyor. Çünkü Cansever'in işaret ettiği gibi, mimari aslında insanın fikri dünyasının tümünü kapsayan, toplumun bütün alışkanlıklarını, bireyin hayata bakışını etkileyen ve dönüştüren bir vazife görüyor. O nedenle Türkiye'de planlı bir şekilde tahrip edilen Türk-Osmanlı sivil mimari örnekleri, milletin kendi kültürüyle temas kurabileceği köprülerin yakılması anlamına geliyordu. Bunun sonucu olarak da ortak bir dil oluşması imkânsızlaşmış, toplum her tür dış etkiye açık biçimde kendi referanslarından mahrum kalmıştır.

Emine Öğün ve Mehmet Öğün, bu durumu 'mimarinin gurbeti' olarak yorumluyorlar. Mimari farklılıkların gurbet duygusunun oluşumunda ne gibi etkileri olduğunu, gurbetin mimariyle ilişkisini, mimar Emine Öğün ve eşi mimar Mehmet Öğün ile konuştuk. Kendi kültür dilimizi yitirdiğimizi ve yerine yenisini inşa edemediğimizi vurgulayan Öğün çifti, bugün artık hepimizin gurbette olduğunu, aynı zamanda gurbetin de yok olduğunu söylüyor.

İnsan doğrudan mimarinin içinde

Mehmet Öğün, mimari anlayışın bizim geleneklerimizde ne anlam ifade ettiğini, mimarinin insanı nasıl evinde hissettirdiğini şöyle anlatıyor: "Gurbet çok özel bir kelime. İngilizcede, Fransızcada veya Almancada baktığınızda hep ev özlemi, uzakta olma gibi daha çok coğrafi ve fiziki bir konumlanma üzerinden durumu belirleyen bir özellik taşıyor. Hâlbuki bizde gurbet dediğiniz anda illa insanın fiziki olarak bir başka noktada, uzakta olması gerekmiyor. Kendi memleketinde, kendi evinde, kendi odasında da insan gurbet duygusunu yaşayabiliyor. Bugün aslında İstanbul'un içinde yaşayan insanlar olarak hepimiz gurbetteyiz, çünkü mimarimiz gurbete çıktı. İkisi iç içe geçiyor. Biz gurbette değiliz ama mimarimiz gurbete gittiği, yok olduğu için kendimizi boşlukta hissetmeye başlıyoruz. Aynı zamanda gurbet, arkada bıraktıklarının değerini bilenler için var olan bir şey. Geçmişi tiyatro dekoru gibi bugüne getirme çabası değil, referanslarını oradan alarak, bugüne dair bir şeyler söyleme çabası öne çıkmalı. Arkada bıraktıklarımızdan bugüne neyi taşıyacağımıza da karar verebilmemiz lazım. Bir insan fiziki olarak memleketinden uzaklaştığında aslında mimariyi de kafasında oraya taşıyor. Ona özlem içinde olma duygusunu hissettiren şey, kafasında taşıdığı, zaman zaman anılarla destekleyerek tekrar ilişki kurabildiği fiziki çevrenin somut olarak dışına çıkmış olması. O bakımdan bu bir romantik ilişki değil. 'Ah İstanbul'da olsaydım, Salacak'tan tarihi yarım adaya baksaydım… O silueti ne kadar özledim!' gibi bir şey değil. Bizdeki insanın mimariyle ilişkisi, bu tür mimariyi seyre dayalı, mimarinin dışına çıkıp uzaktan ona bakan, Batı romantiklerinin tarif ettiği gibi bir duygu hali değil. Bizde insan doğrudan mimarinin içinde. Mimariyle her an temas kuruyor. Bu temas da illa görsel veya mekânsal olmuyor. Bu açıdan, Süleymaniye'yi özlediğini söyleyen insan, üst üste çakışan ezan seslerinin derinlikten yavaş yavaş geldiği, martı seslerinin ve denizin hışırtısının ona karıştığı, birtakım kokuların iç içe geçtiği bir bütünü özlüyor aslında. O bakımdan, gurbet duygusunda mimarinin çok büyük bir payı var."

Gurbet kavramı anlamsızlaşıyor

Mimarinin insan yaşamına etki eden diğer unsurlardan bağımsız değerlendirilemeyeceğini vurgulayan Mehmet Öğün, bütün bu unsurların birbirini tamamladığını belirtiyor ve anonim bir şekilde biçimlenen çevrenin, farklı yerlerde farklı biçimlerde oluşmasıyla gurbet duygusunun yaşandığını ancak günümüzdeki tek tip mimari anlayışıyla gurbet duygusunun da artık ortadan kalktığını söylüyor. "Modern hayat bize mimariyi tekil bir şey olarak görme zorunluluğunu dayatıyor. Eskiden anonim bir üretim süreci içinde insanlar müziğe, görsel sanatlara vs. kendi çaplarında katkı veriyorlar ve hayat bir anlamda anonim şekilde biçimleniyordu. Osmanlı'yı ele alırsak, üst iradenin kararıyla Süleymaniye Külliyesi yapılıyor ama etrafında onun tamamlayıcısı olan unsurlara müdahale edilmiyordu. Onlar, asırlar boyu gelişmiş olan tekniklerle, yaklaşımlarla, sosyal ve hukuki ilişkilerle, büyük bir ahlaki düzen içinde, olduğu gibi cereyan etmeye devam ediyordu. Dolayısıyla bunlar birbirlerinin tamamlayıcısı olup bir bütünlük oluşturuyorlardı. Modern dönemle birlikte bu atomize oluş sonucu, a ve b mimarların yaptıklarının birbirleriyle hiçbir alakası yok. Referansları ayrı, amaçları ayrı, dolayısıyla bu imkân ortadan kalkıyor. Bu birliktelik, uyum, ahenk, o fiziki çevreye kendine has bir ritim kazandırıyordu. Diyelim ki İstanbul'un ritmiyle New York'un ritmi birbirinden tamamen farklıydı, hayatın akışı anlamında. Büyük global değişim olmadan önce böyleydi. O insanı alışık olduğu ritminden kopardığınızda bu büyük bir gurbet hali oluşturuyordu. Günümüzde ise 'gurbet' kelimesinin anlamsızlaştığı bir sürece geldik. Gurbet duygusunu besleyen şey aslında farklılıkların mevcudiyeti. Şimdi standart, tek tip bir düzen oluştu. Farklılıkları törpüleye törpüleye gurbet duygusunun ortadan kalktığı bir noktaya zorunlu biçimde geleceğiz."

Artık bize ait bir yer yok

Gurbeti, "Kendi geçmişinden, daha önce yaşadığı yerde sahip olduklarından yoksun kalma hali, kendi özlediklerini, kendi alıştıklarını bulamama hali" olarak tanımlayan Emine Öğün ise, bugün yaşanan global dönüşümün bir sonucu olarak insanın kendisini ait hissettiği bir yerin kalmadığını söylüyor. Kültürel ortak dili kaybettiğimizi ve yenisini de oluşturamadığımızı vurgulayan Öğün, büyük bir yokluk hali yaşadığımızı anlatıyor. "Kendi memleketimizde artık hepimiz gurbetteyiz. Kendimize ait, geçmişimize ait veya en yakın hatırladıklarımıza dair her şeyin hızla dönüştüğü ve yerine inşa edilenlerin de o elindekileri yitirme duygusunu bertaraf etmediği bir zamandayız. Yeni bir dil oluşturmayan, yeni bir ortak payda inşa etmeyen bir dönüşüm bu. Özellikle mimariye baktığımızda, herkes bildiği her şeyi, kâh Batı'dan aktararak, kâh yerel örnekleri kopyalayarak, kâh gurbet hissini yok etmek üzere belirli bir nostaljik referansla geçmişe ait olduğunu zannettiği süsleri kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyor. Kesinlikle bir ortak dil inşa etmeyen, dolayısıyla karşılıklı diyalog kurma ortamının yok olduğu çevre değerlerinden bahsetmek mümkün. Bu da bir gurbet hali mimaride. Bir hiçlik, yokluk hali, kaybetmişlik hali. Öte yandan, yaşamı bu kadar mekanik hale getirdiğiniz zaman, insanın gurbet hissini alacağı bir şey de kalmıyor. Bugün başka bir ülkeye çalışmaya gittiğinizde birtakım uluslararası standartlarda yemeğinizi yiyorsunuz, günlük çalışma düzeni, girip çıktığınız plazalar, yapıp ettikleriniz hemen hemen aynı. Gurbeti yok eden bir homojenleşme hali, her şeyi eşleştiren global bir trend var, vahşi bir trend bu. Artık hiçbir şekilde size ait bir başka yer de yok. Gurbet duygusunu duyabileceğiniz, size ait hiçbir sığınağınız yok. Aslında tam bir yalnızlık hali!"

Referanslarımızı yitirdik

İnsanın çevresinde olup bitenlere katılım sağlamasının önemini vurgulayan Emine Öğün, tarihi ve kültürel referanslarımızla bağlarımızın koptuğunu, Batı'nın yön verdiği global dönüşümü de oldukça trajik bir halde yaşadığımızı anlatıyor. "Gurbete çıktığınızda bir yere ait olma hakkını hissediyorsunuz. Oraya aitsiniz ve geçici bir süre gurbettesiniz. Ama bugünün insanı artık 'o yere' ait olma hakkına da sahip değil, orayı biçimlendirme hakkına da sahip değil. İstanbul'da son zamanlarda yapılan büyük ofis binalarını, diğer yapıları düşünün, onlar da bizatihi yapılış şekilleri nedeniyle birer gurbet alanı tanımlıyorlar birey için. Birey oralarda sadece bir ziyaretçi haline geliyor. Gurbete girip çıkıyor. Hiçbir şekilde oranın bir parçası olmuyor. Mimarlık mesleği de o açıdan çarpık bir alanda. Her mimarın kendi bildiğince bir proje üzerinde çözüm ortaya koyma hakkı var. Fakat bu süreçte toplumsal ortak paydalardan kaynaklanan bir ortak dil yok. Herkes bildiğince yapıyor. Bu aslında bütün kullanıcıları her an gurbette kılıyor, sistemin dışına itiyor. Geleneksel birey çevresini sürekli inşa ediyordu, sürece bir şekilde katılıyordu. Bugün ise katılma şansınız yok. Ortak kültürel bir dil olmadığı için bugün tasarım yapan insanlar, izleyenleri sürekli gurbette olmaya zorluyor, böyle bir trajik durum var. Fiziki çevremizin herhangi bir referansı olmaksızın büyük bir savrukluk içindeki değişimi bütün bireyleri adeta bir gurbet halinin içine sokuyor. Gurbeti, kaybettiklerimizi, ne vardı da yok oldu ve bu hale geldik diye sormamızı bile imkânsız hale getiren bir savrulma hali var. Biçimsel tercihlerimizde tam bir şüphecilikle, endişeyle, hatırlamaya ve yeniden inşa etmeye çalışan bir zihin yapısıyla hareket etmeliyiz ki, gurbet duygusunu da yeniden hissedebilelim."

Yeni bir inşa dönemi başlayacak

Emine Öğün, bu sürecin neredeyse doygunluğa ulaştığını ve yeni arayışların başladığını söylüyor. "Dünyada daha fazla kirletilecek büyük şehir kalmadı, kırsallar da çöktü. Şimdi artık soru soruluyor çevre meselesiyle ilgili. Bu sürekli gurbette olma hali rahatsızlık veriyor. İnsanlar çevrelerini ortak bir dille inşa etmeyi talep edecekler, şimdi bile başladı bu talep. Buradan yeni bir inşa dönemi çıkabilir. Bu şehirlerin ve şehirlerin oluşturduğu toplumsal ilişkilerin sürdürülemez olduğunu, toplumun ruh halinin de korunamayacağını kabul etmek lazım. Büyük global dönüşümü de reddetmeden ama tekrar bireyin insanca yaşama hakkını tartışabileceğimiz platformlar oluşturmamız gerekiyor. Bu hemen netice vermez ama bugün tam bir gurbette oluşumuzu ya da gurbetin tamamen yok oluşunu ortadan kaldıracak bir arayüz sağlayabilir."
BİZE ULAŞIN