Para ve güç üzerine kurulan vaaz imparatorluğu
Tribünleri dolduran ve aslında İncil'den herhangi bir kelimenin kulaklarına çarpmasıyla zaten vecde gelmeye hazır kitlenin bekleyişi nihayet sona eriyor ve sahneye bir vaiz ya da din adamından çok bir pop yıldızını andıran Osteen giriyor. Pahalı takım elbisesi, havalı saçları ve yakışıklı çehresiyle binlerce insanı daha ilk adımlarıyla coşturan bu adam, romantik parçalar söyleyerek genç kızları kendisine hayran bırakan popçuları andırıyor. Zaten kitlesi üzerindeki etkisinin bundan farklı olduğu da söylenemez. Ancak o bunu romantik parçalar ve danslarla yapmak yerine coşkulu bir eda ile Tanrı'dan, onun kendilerini ne kadar sevdiğinden, onun sevgisinin her şeyden kuşatıcı olduğundan, umuttan, şifadan, yeniden dirilmekten ve tekrar tekrar umuttan bahsederek yapıyor. Osteen, Yankees stadında geçen yıl düzenlediği bu vaaz organizasyonunun biraz daha küçük çaplısını zaten yıllardır Houston'daki Lakewood Kilisesi'nde her hafta sürdürüyor. Kiliseden çok bir konser salonunu andıran merkezde her hafta Osteen ve yine bir vaiz olan karısı Victoria'nın kişisel gelişim semineri ile 'one man show' arasındaki vaazlarını dinleyen binlerce insan huşu içinde kâh ağlıyor, kâh gülüyor, kâh ilahiler mırıldanıyor. Ünlü bir Evanjelist vaiz olan babasının aksine genç Osteen yapımcı olmak ve geleceğini televizyonda kurmayı hayal ediyordu. Ancak dinî bir imparatorluk kuran babasının ölümüyle onun koltuğuna oturması kaçınılmaz oldu. Osteen, bu mirası reddederek televizyonculuğa yönelseydi muhtemelen asla bugünkü kadar medyatik ve meşhur olamayacaktı. 40 milyon dolarlık bir serveti, 2 milyon dolarlık malikânesi ve Ferrari'si de…
Tanrı ile konuşan adamlar
52 yaşındaki Osteen'i hem kilisesindeki ateşli ve ikna edici vaazları, milyonlara ulaşan kitapları ve Oprah Winfrey'e dönem dönem konuk olacak kadar büyük popülaritesiyle aslında din dâhil her şeyi büyüklük ve iddialı bir söylem içerisinde yaşamayı seven ABD'nin yaşam tercihlerinin ortaya çıkardığı bir ürün olarak da görmek mümkün. Vaaz alanındaki bu şöhretine rağmen o bir istisna değil, ABD'de yüzlerce yerel kilise ve TV kanalında milyonları coşturan Evanjelist vaaz yıldızlarından sadece biri.
Onlarca 'süperstar vaiz' ve televaizin çoğu saf ve iyi niyetli insanlardan oluşan milyonlarca dindar Protestan'ın duygularına hitap ettiği bir inanç ve hitabet dünyasından bahsediyoruz. Her ne kadar biz aslında Hz. İsa'nın yolundan giderek müjdeleyici olmayı tercih eden Evanjelistleri Tanrı'yı kıyamete zorlayarak kıyametin ve dolayısıyla sonrasında dünyada kurulacak olan cennetin vaktini hızlandırmak için çaba sarf eden kökten dinci Hıristiyanlarla Beyaz Saray'ı dolduran ve kendisini Tanrı'nın görevlendirdiği bir kurtarıcı olarak nitelendirmekten çekinmeyen George W. Bush gibi örnekler üzerinden tanısak da aslında kendi evlerinde Afganistan ve Irak'a yansıttıklarından daha renkli ve sevgi odaklı bir dünyaları olduğunu söylemek mümkün. Bu dünya, çoğunlukla insanlara duymak istediklerini söyleyen, sevmekten, ilahi aşktan, Tanrı'nın mucizelerinden, insanın her şeye muktedir olabileceğinden bahseden, bir telkinle yılların kötü alışkanlıklarını terk ettiren, bir el dokunuşuyla kırk yıllık felçlileri ayağa kaldıran(!), Tanrı'yla konuştuklarını hatta onunla yakın dost olduklarını söyleyen karizmatik hatip ve vaizlerin cirit attığı bir inanç atmosferi aynı zamanda.
Medyatik devrimle şahlanış
Ülkenin hemen her yerine dağılan ve çoğu zaman karizma sahibi bir vaiz etrafında öbeklenen Evanjelist cemaatler içinde kimilerinin mensup sayısı vaizlerinin hitabet kudreti ve sosyal ilişkileri sayesinde milyonlara varabiliyor. Sadece ABD ile sınırlı kalmayıp, dünyanın dört bir yanına televizyon ve radyo kanalları vasıtasıyla ulaşabilen ve bir kısmı televizyon yıldızına dönüşen bu vaizler pozitif ve umut dolu mesajlarla yığınla insana ulaşırken bir yandan da bu milyonlarca gönüldaştan akan bağışlar, satılan kitap ve vaaz videolarının gelirleri ve kurulan ilişkiler ağından beslenen bir ekonomik sektörün de lokomotifi konumundalar.
Özellikle televizyon kanalları vasıtasıyla kazandıkları şöhret sayesinde bunların bir kısmına 'televanjelistler' de deniliyor. Ancak en büyük minnettarlığı, etkinliklerini kilise ve cemaat sınırları dışına yaymalarındaki ilk teknolojik etken olan radyoya borçlular. İlk günlerinden itibaren radyonun sunduğu imkânlardan yararlanmaya başlayan Evanjelist vaiz ve hatipler kendilerini sadece mistik ve ahlaki konularla sınırlamadılar. Örneğin radyolu günlerin ilk ünlü Evanjelistlerinden olan Charles Coughlin 1930'ların kriz yıllarında bir yandan halka umut dağıtırken öte yandan da antikomünist propagandadan geri kalmıyordu. İzleyen süreçte ardı ardına ortaya çıkan yıldız Evanjelist vaizler önce radyoyu ardından televizyonu çok etkili bir dinî iletişim ve misyonerlik aracı haline getirmekten geri kalmadılar. 1970'ler ve 80'lere gelindiğinde ABD'de Evanjelist Hıristiyanlığın yükselişiyle televizyonlar televanjelist denilen bu vaiz ve hatiplerden geçilmez hale geliyordu. İzleyicilerin büyük ilgisine mazhar olan bu televanjelistler artık başkalarının TV kanallarındaki programlarla yetinmek yerine kendi kanallarını satın almaya ve bu sayede popülerliğin yanı sıra medyatik güç ve siyasi etkinlik de devşirmeye başlıyorlardı. ABD'ye özgü bir vaizlik olarak başlayan televanjelizm süreci, bu ülkenin arka bahçesini teşkil eden Güney Amerika ülkelerine de yayılmaktan geri kalmayacaktı. Bu süreç sonunda tüm dünyaya oldukça gösterişli vaaz ve mucize şovları üreten büyük televizyon ağlarının doğuşuna yol açacaktı. Büyük ekonomik buhran döneminde Amerikan şehirlerini adım adım gezerek inançlıları toplayan vaizlerin artık dünyanın herhangi bir yerindeki inançlılara ve inançlı adaylarına ulaşmak için ayakkabılarını eskitmelerine gerek kalmamıştı.
Beyaz Saray'ın Evanjelistleri
Siyasi güç söz konusu olduğunda, Evanjelist vaizlerin en popülerlerinden biri olan Billy Graham bunların en iyi örneklerinden biriydi. 1948'den 2000'li yıllara kadar Amerikalıların en sevdiği adamlar listesinin ilk sıralarından inmeyen ünlü Evanjelist vaiz sadece ABD'de değil dünyada da en kalburüstü şahsiyetlerle temas kuran en etkili kişilerin başında yer alıyordu. Döneminin papalarından, Martin Luther King'e kadar çok yakın dostluklar kuran Graham'ın özellikle ABD Başkanı Nixon'la özel bir yakınlığı söz konusuydu. Hatta ABD'de basında etkili olan Yahudilerin saf dışı bırakılmasında Nixon'a yardım etiğine dair kayıtlar çıkana kadar bu ithamları reddeden Graham'ın en fazla eleştirildiği konu Katoliklerle olan iyi ilişkileri oldu. Beyaz Saray'da etkin ilişkileri olan sayısız Evanjelist kanaat önderi açısından en iyi örneklerden biri olan Graham, Nixon dışında Eisenhower ve Lyndon Johnson'un da yakın arkadaşı ve akıl hocalarından biri oldu. Hayatı boyunca 2,2 milyar insana hitap eden Graham'ın kendi biyografisindeki şu cümleleri onun Beyaz Saray'daki etkinliğini de ele veriyor: "Johson'un başkanlığı sırasında Beyaz Saray'ı neredeyse otel gibi kullanıyordum. Başkan, sürekli orada kalmam için çalışıyor, ayrılmamı hiç istemiyordu."
Evanjelistler her dönemde Beyaz Saray'ın müdavimleri oldular. Dinî duyguların siyasette geçer akçe olduğu ve Protestanların kurduğu bir ülke açısından bu anormal değildi. Ancak hiçbir dönemde, bir alkolikken İncil okuma gruplarına katılarak inançlı bir Evanjelist olan ve sonradan Tanrı'nın kendisini dünyadaki 500 milyon Evanjelist'in ruhani lideri olarak görevlendirdiğini düşünen George W. Bush dönemi kadar Beyaz Saray'da yuvalandıkları görülmedi. O dönemde ABD kongresi bile Evanjelist vaizler ve muhafazakâr akademisyenlerin düzenlediği siyaset okulu niteliğinde seminerlere sahne oluyordu. Bu seminerlere Hıristiyan devlet adamları yetiştirmek için bir merkez kuran ve televizyondaki vaazlarıyla milyonlarca Amerikalıya yol gösteren televanjelist James Kennedy ve yardımcısı Jeremy Bouma yön veriyordu. Evanjelistlerin, Jimmy Carter, George Bush ve oğlu George W. Bush döneminde yoğunlaşan yükselişleri Beyaz Saray'a yakın Evanjelistlerin küresel politikaları yönlendirmelerine kadar vardı.
Tanrı ve Hz. İsa: Kazançlı yatırım
Evanjelist vaiz ve papazların hem medyatik hem siyasi etkinlikte zirve yaptığı bu dönem ekonomik yükselişi de ihmal etmiyordu. Püriten Protestan ahlakının doğuşuna büyük katkılarda bulunduğu kapitalizmin bu dinin günümüzdeki temsilcilerine cömert davranması kaçınılmazdı. Öteki dünya açısından kazandırdıkları konusunda kesin verilere dayanan bir fikir birliği olmasa da ABD'de büyük kitleye ulaşan her faaliyet gibi Hz. İsa'dan ve İncillerden bahsetmenin bu dünyada kazandırdığı yadsınamaz bir gerçekti. Politikacılara seçim, şovmenlere şöhret, din adamlarına saygınlık kazandıran Hz. İsa, Evanjelik vaizlere aynı zamanda para da kazandırıyordu. Bunun örnekleri ise hiç de az değildi. Örneğin Billy Graham Evangelistic Association'u kuran Billy Graham birkaç yıl önce öldüğünde kişisel serveti çoktan 25 milyon dolara ulaşmış durumdaydı. Dünyada milyonlarca seyirciyi aşka getiren Amerikan asıllı İsrailli Evanjelist Benny Hinn, TV ayinleri ve kitaplarından kazandıkları ile 40 milyon dolar servet ediniyordu. Adeta TV şovuna verdiği isim gibi Tanrı ona "Bu senin günün" demiş olmalıydı! Tıpkı karısı gibi televizyondaki vaazları ile ünlenen Creflo Dollar'ın ABD sathına yayılan merkezlerin de katkılarıyla elde ettiği servet 27 milyon dolar olarak belirtiliyordu. Creflo Dollar geçtiğimiz aylarda almak istediği 65 milyon dolarlık özel uçak için bağlılarından bağış isteyince çok ciddi eleştirilere uğradı. Ancak cevabı aynen şöyle oldu: "Hayal kurmamı ve Tanrı'dan istekte bulunmamı engelleyemezsiniz!" Florida'da bir dinî merkezin vaizelerinden olan Dr. Cindy Trimm aynı yoldan yürüyerek senatörlük, yazarlık ve yaşam koçluğunun yanı sıra 15 milyon dolar servete de kavuşuyordu. İnsan hakları aktivisti de olan Evanjelist vaiz Jesse Jackson ise bu alandaki maharetini senatörlüğün yanı sıra, tıpkı Nijerya'da halkın dinî duygularını coşturan sıra dışı vaiz Temitope Joshua gibi 10 milyon dolarlık bir servetle taçlandırmayı başarıyordu. Ancak hiç biri kişisel servette Chris Oyakhilome'nin ayağına su dökemiyordu. Nijerya'da ülkenin en seçkin siyasetçi ve iş adamlarının da mensubu olduğu 40 bin mensuplu Christ Embassy kilisesini kuran Oyakhilome, bu ilişkiler ağını içinde oteller, gazeteler, dergiler, TV kanalları, gayrimenkuller bulunan bir yatırımlar külliyatına dönüştürerek 50 milyon dolarlık bir servet edinmesini beceriyordu. Ancak yine de aynı ülkede dört özel jeti ile seyahat eden piskopos Oyedepo'nun 93 milyon dolarlık servetinin gölgesinde kalıyordu. 2 milyon dolarlık bir evde yaşayan Dallaslı piskopos T.D. Jakes'in edindiği servet de 93 milyon dolara ulaşıyordu.
Neticede insanlara bol bol Tanrı'nın vaadi olan cennetten ve O'nun ilahî lütuflarından bahseden bu verimli misyonerlik-tebliğ-kişisel gelişim-gösteri sektörü bir yandan insanlara sınırsız umut saçarken, bir yandan da yıldızlaşan rahip-vaiz-hatiplerine bunların dünyadaki ön mükâfatı babından şöhret, itibar ve servet saçıyordu ki bu bile az bir mucize sayılmazdı. Bu eğilim sadece ABD ile sınırlı kalmadı. Afrika'da ve Güney Amerika'da benzer şekilde Protestan vaizlerin zirve yapmasına, hatta Brezilya'da çocukların vaiz olarak sahnelere çıkarılarak aile bütçesine katkıda bulunmasına yol açan vaaz kültürü İslam dünyasında da karşılıksız kalmadı. Benzer metotlar, başta Mısır ve Pakistan gibi ülkelerde uygulayan kimi Müslüman televaizlerin hazırladıkları programlarla büyük popülarite kazanmasının da yolunu açtı.