Betül Özel Çiçek: Aşkın romanını yazsak yeniden toplumsal gerçekleri sel alır gider

Aşkın romanını yazsak yeniden toplumsal gerçekleri sel alır gider
Giriş Tarihi: 6.07.2015 17:37 Son Güncelleme: 7.07.2015 15:56
Aşk romanları, içerik olarak görece masumiyetlerine rağmen, ikincil unsurları çeşitlense bile amacının ve niyetinin tekrarlanırlığı ve değişmezliği açısından, biçim itibariyle ‘kadınlar için pornografi’ midir? Yahut seneler boyu kadınlara içinde yaşanılandan çok farklı bir dünya gösterip erkekler hakkında olmadık, gerçek dünyada pek karşılaşılmayacak beklentilere sokmaları sebebiyle fantazi/bilim-kurgu türüne mi ait sayılırlar? Aşk romanları, bahsedildiğini duyduğunda herkesin hafif bir alayla burun kıvırdığı, hatta çoğu kez apaçık hor gördüğü bir yazın türü. Bu türün okuyucuları edebi zevklerinin pek ciddiye alınmadığını bilirler ve vakitlerini böyle niteliksiz kitaplarla harcadıkları için sıklıkla kınanırlar. O yüzden özellikle ilk gençlik döneminde, itibar kaybına uğramamak, takılmalara maruz kalmamak için herkesten gizlenerek kıyılarda, köşelerde okunur aşk romanları.

Bu kadar hor görülen bir tür varlığına nasıl devam edebilir? Devam etmesi bir yana, şaşırtıcı bir gerçekle karşı karşıyayız: Aşk romanları dünya üzerinde en fazla kâr getiren yayın türü. 2012 yılında aşk romanları yayıncılarına 1.44 milyar dolar kazandırdı. Hemen ardından gelen türün elde ettiği hasılatla (gizem romanları, 8.2 milyon dolar) aralarındaki açık ara farkı görünce, aşk romanlarının popülerliği daha net anlaşılıyor. Bununla da kalmıyor, aşk romanları piyasada satılan kitapların yüzde 46'sını oluşturuyor. Yani meşhur yayınevi Harlequin, saniyede dört aşk romanı sattıklarını açıklarken abartmıyor. 2008'de yapılan bir ankette, kurgu okuyucularının yüzde 18'inin aşk romanlarını tercih ettikleri açığa çıkmış. Bu oran, takipçi kitlesinin büyüklüğü ve etkinliği ile bilinen bilim-kurgu türününkinden bile kat kat fazla. Aşk romanlarının okuyucu profili de epey geniş; 25 ila 65 yaş arası kadınlar tarafından okunuyorlar. Kuzey Amerikalı kadınların yaklaşık üçte birinin hayatları boyunca en az bir kere bir Harlequin romanı okuduğu düşünülüyor. İşin daha da ilginci 2005 yılında yapılan bir araştırmayla açığa çıkıyor: Aşk romanı okurlarının yüzde 42'si üniversite mezunu.

Bu kitaplarda ne var ki coğrafi sınırları, sınıf, kültür, ırk, din ve yaş farklarını aşıp bu kadar geniş bir kitleye bu kadar etkin bir şekilde hitap edebiliyorlar? Kadınlar için, kadınlar tarafından, kadın bakış açısıyla ve kadınlar hakkında yazılan bu yazın türünün etkisi, ortaya çıkış sebebi ve geldiği nokta nedir? Aşk romanları, kimilerinin iddia ettiği gibi kadınların kendilerini gerçekleştirme ve bulmalarının yolunun sadece bir erkeğe bağlanmaktan geçtiği görüşünü zihinlere durmadan kazıyan bir sosyal kontrol mekanizması mıdır? Yoksa eninde sonunda istediği erkek kahramanı elde eden, onu bir nevi ehlileştiren, medenileştiren ve kadınların sembolik nüfuz alanı olan eve çeken kadınların gücünü vurgulayan feminist bir yazın mıdır?

Aşk romanlarının tarihçesi

Bu soruların cevabını arayabilmek için belki de en başa, aşk romanlarının ortaya çıkış hikâyesine gitmek gerekiyor: 1900'lerin başında kurulan küçük bir yayınevi, Mills&Boon, daha kârlı bir yatırım olduğunu düşünerek o zamana kadar muhatap alınan okuyucu kitlesinden farklı bir kitleye, daha önce denenmemiş bir yöntemle hitap etmeye başladı. Okuma yazmanın yayılmasıyla artık bambaşka sınıflardan birçok insan okuryazar olmuştu. Bu kesimin okumak istedikleri, o zamana kadar bilinen okuyucu alışkanlıklarından farklıydı. Mills&Boon diğer yayınevleri gibi ünlü yazarlar peşinde koşmadı, halkın okumak istediklerini yazan, halktan, amatör yazarlarla çalıştı. Nitekim sadece okuyucular değil seslerini duyurmak isteyen yazarlar da kitaplarına teveccüh gösterdiler.

Böylece yıldızı parlamaya başlayan Mills&Boon'un 1930'larda popülerliği iyice arttı. Bunun sebebi yayınevinin belli bir formül ekseninde üretilmiş küçük aşk romanları basmaya yoğunlaşmasıydı. Bu kitapların en önemli özelliği yazarları tanınmasa bile içerik itibariyle okuyucunun beklentilerini karşılıksız bırakmamaları, cep boyutunda olmaları, düşük kalite kâğıda basılmaları ve ucuzluklarıydı. Herkes tarafından kolaylıkla satın alınabiliyorlardı. Mills&Boon, bir süre sonra geleneksel kalın ciltli kitapları tamamen bir yana bıraktı ve ince karton kapaklı cep kitaplarını basan ilk yayınevi oldu. Aşk romanları da böyle basılan ilk kitaplar.

Mills&Boon'un getirdiği yenilikler bununla bitmiyordu. 1957'ye geldiğimizde Mills&Boon artık 50 yıllık bir şirketti ve daha önce yapılmamış bir şekilde, yayınladıkları aşk romanları için denenmiş ve geçerliliği kanıtlanmış bir tarifleri, özel bir formülleri vardı. Yani Mills&Boon aşkı endüstrilize etmişti. Bu kurallara uyan herkes, onlar için kitap yazabilirdi. Yayınevinin kurucularından Charles Boon tarafından 1930'larda konulmuş ve geçerliliğini bugün bile koruyan iki temel kural şunlardı: Romanların kadın kahramanın perspektifinden yazılması ve erkek kahramanın Boon'un 'alphaman' diye tabir ettiği güçlü erkekler olması.

Mills&Boon'un aşk romanlarına yoğunlaşmasının altında yatan sebeplerin başında Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında ölen birçok erkeğin geride bıraktığı çok sayıda kadının -eşin, nişanlının ve sevgilinin- kendilerine bir uzaklaşma ve kaçış yolu aramalarıydı. Ya eski hatıralarda kaybolmak ya da savaş sonrası buhranlarından kaçmak için kadınlar bu kolay okunan ve kolay satın alınan kitaplara rağbet ediyorlardı.

Aşk romanlarının formülasyonu da bu kaçışı kolaylaştırmak içindi. Belli bir formül etrafında tekrar eden hikâyeler sayesinde okuyucuların hoşlarına gidecek şekilde tahmin edilebilir bulduğu bir marka çıktı ortaya. Aşk romanları türü ve bu türün kuralları da böylelikle oluşmaya başladı.
Romanların hiç durmadan yenilenen ama okuyucuya yabancı da gelmeyen, hızlı tüketilir, tüketildikten sonra bir kenara atılır olması okuyucuya anlık haz ve rahatlama verse de aynı zamanda onu sonsuz ve doyumsuz bir döngünün içine sokuyordu. Kitapların sınırları, içeriği belli ve belirliydi, yapısı kolaylıkla taklit edilebilirdi, ev hayatı ve iki cinsin birbirine duyduğu aşk ile kadının kendini gerçekleştirmesi konu alınıyordu hep. Ana karakterler, romanın sonunda hayatlarının sonuna kadar birlikte yaşamak üzere birleşiyorlardı. Ne çok kısa ne de çok uzun, yaklaşık 180 sayfa civarındaydılar ve dergiler gibi kısıtlı bir raf ömürleri vardı. Bu kitaplar bir kez okuyucuların rutinlerine dâhil olduktan sonra da sadık ve vazgeçmez bir hayran tabanı doğdu. Tekrarlanan oyunlar ve hikâyeler psikolojik iki ihtiyaçlarını gideriyordu bu okurların: Can sıkıntısından kaçmak, heyecan ve endişelerinden onları korumak için güvenli bir yer.

Aşk romanları ataerkilliğin icadı mı Havva'nın hediyesi mi?

Aşk romanlarını en çok okuyanlar arasında orta sınıf ev kadınları başı çekiyor. Dünya savaşlarının getirdiği travmanın ardından özellikle İngiltere'de başlayarak dünyaya yayılan kaçış edebiyatına sığınmak kadınlarda da kendini aşk romanlarına ilgi ile gösteriyordu. Bu kadınların çocukları Yüzüklerin Efendisi'ni okurken anneler de aşk romanları okuyorlardı. Fakat aşk romanlarının popülerliğini sadece dünya savaşlarına bağlayamayız. Çünkü bu savaşlardan çok sonra da aşk romanları etkilerini gittikçe artırdı. Aşk romanları, Mills&Boon ile anlaşan Kanadalı yayınevi Harlequin aracılığı ile önce İngiltere'den Kuzey Amerika'ya, sonra İngilizce konuşulan tüm ülkelere, oradan da çeviriler yoluyla tüm dünyaya yayıldı. Daha sonra bu iki şirket birleşecek ve aşk romanları üzerinde bugün bile kırılamayan bir tekel kuracaklardı.

Aşk romanı okurları diğer insanların görüş sahası dışında kalmış bir kadın oluşumunun üyeleri gibi görülebilirler mi? Bu kitapların okurları sanki gizli bir kulübe mensuptur; burada yargılanmazlar, rahatsız edilmeyecekleri bir yerdedirler, bunun bir sebebi de kalabalığa rağmen dışarıdan kimsenin bu yere kıymet verip bakmamasıdır. Aşk yazını konusu itibariyle durağan bir tür olarak değerlendirilir, romanların konusu ve sonu bellidir. Okur bu romanları sonuçtan hiç şüpheye düşmeyerek eline alır. O zaman, ünlü aşk romanları yazarı Nora Roberts'ın yazmayı 'telefon kulübesinde kuğu gölü balesi yapmaya' benzettiği bu romanlarda değişen nedir? Mesela, bu türü kadınlar arasında aşkın ne olduğuna, hangi şartlarda nasıl ilerlemesi, kabul edilmesi ve yaşanması gerektiğine, bütün sıkıntılara katlanmaya değecek bir hayat arkadaşının nasıl belirleneceğine dair yıllar boyu ve nesiller arası süren bir tartışma olarak düşünmek mümkün müdür? Yoksa aşk romanları, içerik olarak görece masumiyetlerine rağmen ve ikincil unsurları çeşitlense bile amacının ve niyetinin tekrarlanırlığı ve değişmezliği açısından biçim itibariyle 'kadınlar için pornografi' midir? Yahut seneler boyu kadınlara içinde yaşanılandan çok farklı bir dünya gösterip erkekler hakkında olmadık, gerçek dünyada pek karşılaşılmayacak beklentilere sokmaları sebebiyle fantezi/bilim-kurgu türüne mi ait sayılırlar?

Peki, aşk romanları sosyal şartlandırmalarla meydana gelmiş bir boşluğu dolduruyor olabilir mi? Kadınlar coşku ve heyecanı tahayyül ettiklerinde toplum onlara bir tek görsel sunuyor: romans. Yoldaşlık üzerine düşündüklerinde toplum onlara bir tek imkân veriyor: evlilik. Başarının ne olduğu üzerine hayal kurduklarında toplum onlara tek bir güç veriyor: bir erkeği kendine bağlama gücü. Aşk romanlarında kadın kahramanın hissî, fiziki ve zihnî enerjisi erkek kahramanın onay ve memnuniyetini kazanmaya odaklanır, bu da erkek bakışının içselleştirilmesi ile gerçekleşir. O zaman aşk romanlarının durmadan aynı konuyu tekrar etmesinin sebebi toplumda kadınların mutlu, tam, kendisini gerçekleştirmiş insanlar olarak gösterildiği örneklerin azlığı ve böylesi örneklerdeki kadınların sözü geçen ruhî tatmin ve dinginliğe ancak evlilik ile ulaşabileceklerinin altının çizilmesinden midir? Toplumun kadınlara vermek istediği mesaj buysa, aşk romanları bir kadının hayatında olup olabilecek en önemli olayın bir erkeği kendisine âşık etmesi olduğunu söyleyerek bu algıyı pekiştirir mi?

Özellikle aşk romanlarının ilk çıktığı ve yaygınlaştığı zaman dilimlerine baktığımızda, bu romanları baz alarak yapılacak bir incelemede toplumun kadınlara erkeklerin koruması, sevgisi ve sağlayacakları ekonomik güvenlik olmadan hayatlarının pek de bir anlam taşımadığını söylediğini görebiliriz. Lakin bu koruma, sevgi ve güvenliği hak etmeye, ona layık olmaya çalışmaları gerekmektedir kadınların. Korkmalarına ise gerek yoktur, toplum bunu nasıl sağlayabileceklerini de öğretir kadınlara: alçakgönüllülük, itaat ve kendilerini hiçe sayarak eşleri için tüm varlıklarını feda etmek. Bu bağlamda bakıldığında aşk romanları baskıcı cinsiyet rollerine meydan okuyacak ve kadın-erkek ilişkisinde adaleti güçlendirecek pek az şey yapar. Aksine, okurlar, bu romanlarda evlilik birliğinde mutlu olmak için baş eğmeye karşı bağımsız olmak, birlikten iki tarafın da güç kazanmasına karşı ev hayatının onanması için kendini yok saymak gibi birbirine zıt mesajlara maruz kalırlar sürekli.

Bununla birlikte aşk romanlarının gündelik hayatın baskısı altında bunalmış kadınlara bir kaçış, kısa bir mola sağladığını ifade edenler de vardır. Buna göre okurlar aşk romanlarını okurken bir 'kaybolma davranışı' sergilerler. Okurlar kendilerini, kadın kahramanın anlamlı bir var olma amacıyla kurduğu ve mutluluk bulduğu kurgu dünyasına bırakıverirler. Bu kaybolma, okurlara kendi rollerine devam etme gücü ve itkisi de verir çünkü aşk romanları ev hayatını yüceltir. Aşk romanlarını okurken okurların dikkati birkaç saatliğine kendilerine yönelir, katlanılması külfetli sorumluluklarla dolu ortamlarından zihnen el ayak çekerler. Fakat aşk romanlarının sağladığı 'rahatlama' belirsiz hatta çelişkilidir, kadınların karşılaştıkları gerçek sorunlar ile bu sorunların gerçekten uzak çözümlerinin bir kombinasyonudur adeta bu romanlar. Her aşk romanının sonu kadın kahramanın bütün ihtiyaçlarının, hayatta aradığı her şeyin ev ile karşılanmasıyla biter. Bu durum, okuru evin bakıcısı olmak görevlerinden azat etmese de kendini hem bir süreliğine o çemberden uzaklaştırmasına hem de o ev yaşamının onaylandığını hissetmesine vesile olur.

Öte yandan 1970'lerdeki ve 1980'lerdeki Mills&Boon yazarlarının erkek kahramanları 'öteki' olarak kurguladıkları da görülür: Kısmen objeleştirilmiş, biraz korkulan ve ilk başlarda kıyasıya savaşılan. Kadın kahraman, kendisini otonom bir birey olarak görmesini sağlamak için erkek kahramanla savaşır. Sadece bununla da yetinmez, aynı zamanda erkek kahramanı daha güçlü olduğu kendi sahasına getirmek için savaşır. Cinsler arasında yaşanan çatışma ve anlaşmazlık sebebiyle erkek kahraman acı çeker. Bu süreç, erkek kahramanın çektiği acı yoluyla tamamen 'insanileşmesi' ve sonunda 'kadın dünyasına girmeye uygun olması' için gereklidir. Bu mücadeleyi -olaylar üçüncü tekil şahısla anlatılsa bile- kadın kahramanın bakış açısından tecrübe ederiz. Erkek kahraman, kadın kahraman için tamamen kapalı bir kutu, sanki parçası olamayacağı bir dünya gibidir, kadın kahramanın ona ulaşabilmesi için onu açması gerekmektedir. Kadın kahraman, erkek kahramana tamamen kadınsı bir yolla ulaşır. Bu yolla erkek kahramanın da içinde bulunan daha barışçıl ve merhametli yönün kilidi açılır. Kadın kahraman erkek kahramanı kendinden başkasını sevmesi ve önemsemesi için cesaretlendirir. Hayatının her alanını mutlak kont-rolü altına almış, maskülenlik anıtı erkek kahramanın kadın kahraman yoluyla geçirdiği bu değişim, aşk romanlarının çekiciliğinin özeti de sayılabilir.

Bir başka yoruma göre de, özellikle 1980'lerde yazmaya başlayan romancıların eserleri düşünüldüğünde -bu yazarların çoğu önceden türün okurlarıydı, ne okumak istediklerini biliyorlardı ve aşk romanları yazmaya başladıklarında okumak istedikleri şeyleri yazmaya karar vermişlerdi- eğer kadın kahramana romanların tek kahramanı, erkek kahramana da toplum olarak bakılırsa, aşk romanlarının özlerinde feminist harekete ait romanlar olduğu düşünülebilir. Fakat aşk romanları türünün özellikle patriyarkiyi ve baskıcı cinsel politika ve tutumları desteklemek, pekiştirmek gibi bir amacı olmadığı gibi, doğrudan ve kasıtlı bir feminist gündem ile yazıldığını söylemek de kolay değildir. Aşk romanı yazarları ve okurları bu romanları, tür evrildikçe bir güç ve bilinç kazandırma aracı olarak kullanmış olabilirler; şüphesiz ki yazarlar istedikleri kültürel hareketleri ve olguları seçip romanlarının içine yediriyorlardı. Her alt türle beraber karakterlerin hayatlarının ve ilişkilerinin detayları değişip evriliyordu ve bu detaylar feminist iddialarla belki de etkileşim halindeydi. Fakat feminist çıkarları romanlarda uygulamaya sokma trendine rağmen verilen bu mesajlar türün temelini ve yapısını değiştirme hususunda başarılı olamadı.

Aşk romanlarında değişen erkek ve kadın tipolojileri

Aşk romanları hakkındaki ilginç mevzulardan biri de yıllar içinde değişen kahraman prototipleridir ki bu değişim bize erkek ve kadın kahramanın hangi döneme ait olduğuna ve dönemin özelliklerine dair belirgin ipuçları verir. Erkek kahramanların geçirdiği değişiminden dolayı bazı feministler bu romanların erkek egemenliği değil kadın gücü hakkında olduğunu iddia etmişlerdir. Fakat bu romanlarda dönemlere göre değişim gösterenler sadece erkekler değildir, kadınlar da değişir. Yine de, değişmeyen niteliklerden biri kadın kahramanın vasıflarının genelde çok ayrıntılı ele alınmamasıdır. Erkek kahraman ise aksine ayrıntısı ile anlatılır.

1910'ların romantik kahramanları emperyal emelleri olan İngiliz erkekleridir. Bu erkeklerin karşısına onları fazlasıyla takdir eden, tutkulu ama baskı altında tutulan kadın kahramanlar çıkar. Erkek kahramanlar her ne kadar ulvi ideallere sahip olsalar da kendilerini sosyal açıdan ya da finansal olarak kurtarmaları için kadın kahramanlara ihtiyaç duyarlar. 1920'lerde ve 1930'larda, yukarıda da değinilen, delikanlı kahramanlar vardır. Bu kahramanlar, nazik, sarışın, kadın kahramandan daha genç ve fiziksel olarak daha zayıftırlar. Bu çocuklar, bu romanları yazan ve okuyan kadınların 10 sene önce Avrupa'nın savaş meydanlarında ölmüş gençlik aşkları olarak görülebilir. Sevgililerinin tahayyüllerinde, hatıralarında yaşayıp asla yaşlanmamışlardır. 1930'larda arazi sahibi İngiliz centilmenleri, 1940'larda olgun adamlar, 1950'lerde playboylar veya başarılı yaşı büyük iş adamları revaçtadır aşk romanlarında.

1960'larla birlikte çeşitli sosyal ve politik hareketlerin etkisiyle İngiltere'deki erkekler romantik kahraman olmalarını engelleyecek kadar maskülen taraflarını törpülediler. Aşk romanı yazarları da bu sebeple yurt dışına açıldılar ve maço Latin ve/veya Arap erkek kahramanları romanlarına yerleştirdiler. Bu erkek kahramanların bir ilgi çekici özelliği muhakkak ya annelerinin ya da dadılarının İngiliz olmasıydı. Bu, kadın kahramanın yabancı erkek kahramanı kendi alanına çekmesini de kolaylaştıran bir etkendi. 'Sadece isimde evlilik' teması da 1960'larda tutulan konulardan biriydi. Okuyuculara özellikle çekici gelen, güçlü aşk duygularının hiç cinsellik iması olmadan yazılmasıydı.

Bu tarihlerdeki romanlarda kadın kahramanlar neredeyse tamamıyla sessiz, görünüşünden ziyade karakteri ile çekici olan, sadece ender anlarda -tercihen erkek kahraman, kadın kahraman fark etmeden ona baktığı zamanlarda- güzel bulunan, bugünden değerlendirildiğinde omurgasız görünecek kadar kendilerini ezdiren tiplerdir. Asla kaba, bayağı yahut frapan ve gösterişli değillerdir ve bakiredirler. Genelde 19 yaşındadırlar, taşınmak ve/veya çalışmak zorunda kalmışlardır. Yetenekli ve beceriklilerdir. Başlarına devamlı bir şeyler gelir, devamlı bir şeylere maruz kalırlar. Hayatlarına dair pek az inisiyatif alırlar. Duygularını anlayamadıkları ve neyi neden yaptığını romanın son birkaç sayfasına kadar kestiremedikleri zengin bir adamla karşılaşırlar. Erkek kahramanlar ise müstağni bir hava içindedirler. Kadın kahramanların iyi niyetini ve emeğini sonuna kadar kullanan ve ancak kadın kahraman onu terk ettiğinde ne yaptığının farkına varan, kadının kıymetini anlayarak nedamet getiren bencil karakterlerdir.

Kadın ve erkek karakterlerdeki bu trend 70'lerde de devam etti. 70'lerde ise en ünlü, en tanıdık, en bilinen Mills&Boon erkek kahramanı ortaya çıktı: Fazlasıyla baskın, fazlasıyla kaba, lider karakterli, hatta çoğu zaman acımasız ve zalim diye nitelendirilen erkekler. Bunlar mütemadiyen kadın karakteri utandıran, aşağılayan yahut gereksiz yere hırpalayıp cezalandıran eylemler içinde olurlardı. Bu tarihlerdeki romanlarda kontrol, para ve güç erkek kahramanın elindeydi. Genelde kadın kahramanın patronu olan erkek kahraman bu gücünü kadın kahraman üzerinde ezici bir şekilde kullanmaktan çekinmezdi. 70'lerdeki kadın kahramanlar yavaş yavaş erkek kahramanlara karşılık vermeye, tepki göstermeye başlamışlardı. Kadın karakterlerde canlılık emaresi görülse de ilginç olan istemedikleri erkeklerden gelen tacizleri hep nazikçe engellemeye çalışmaları, kimseye "defol git" dememeleridir. Yine 1970'lerde romanların geçtiği ortamlar daha egzotik ve daha uzak mekânlar olsa ve ilişkiler biraz daha hareketlense bile, görüldüğü üzere kitapların içeriğinde büyük dramatik değişiklikler yoktu.

1970'lerin ortasında tarihi aşk romanları da yayınlanmaya başladı. Bu kitaplar diğer aşk romanlarına nazaran pek masum sayılmazlardı. 'Zorla baştan çıkartma' bu kitaplarda en çok tekrarlanan temaydı. Fakat bu romanlar aynı zamanda daha cesur ve güçlü, daha açık sözlü ve daha görünür bir kadın kahramanı da beraberlerinde getirdi.

1980'lerde Amerikalı kadınlar kendi aşk romanlarını yazmak istediler ama Harlequin ve Mills&Boon'da böyle bir şansları yoktu. O zaman Harlequin'de sadece bir tek Amerikalı kadın yazar vardı ve onlar da bunun yeterli olduğunu düşünüyorlardı. Bunun üzerine, yeni bir yayınevi, Sillhoutte kuruldu. Bu kadar fazla yarış olunca, işler yine ilginçleşmeye başladı. Bir kere, Amerikalılar İngiliz yazarların tasallutundaki alanın kapılarını kırıp içeri girmişlerdi ve yeni karakterler, konular, dekorlar ve dinamikler denemek, geleneksel kurguya modern ve Amerikanvari bir değişiklik getirmek istiyorlardı. Böylece, aşk romanlarının seriler halinde kategorize edilmeleri, konularına ve konularının alt dallarına göre sınıflandırılmaları 1980'lerde yaşandı. Ana konu başlıkları artıyordu ve artık trendler insanlardan geliyordu, yayınevlerinden değil.

1988'den itibaren Mills&Boon ve Harlequin romanları daha modern bir hal almaya başladılar. Kadın kahramanların kariyerleri vardır artık, hedefleri ve şahsiyetleri de. Genç kadın kahraman sayısı azalmıştır ve genç olanlar da o kadar saf, deneyimsiz ve yardıma muhtaç değillerdir. Erkek kahraman hâlâ kendini beğenmiş ve ukaladır ama artık romanlarda onun bu hali fark edilip kabul edilir, affedilir. Yine de erkek kahramanların bu özellikleri ya biraz traşlanmaya başlanmıştır ya da erkeğin neden böyle davrandığını açıklama ihtiyacı doğmuştur.

1990'larla birlikte yeni bir erkek kahraman tipinin daha karşımıza çıktığını görüyoruz: Hassas ve şefkatli ama aynı zamanda Mills&Boon standartlarına göre erkek kahraman olabilecek kadar güçlü karakterler. Romanlardaki ilişkiler artık daha dengeli ve eşitler arasındaymış gibi görünmektedir. 2000'lerde ise baba olmayı isteyen, bebekleri çok seven erkek kahramanlar, çocuklarına çok iyi bakan bekâr babalar, yıllar sonra gelip yaptıklarından dolayı af dileyen kahramanlar, aile kurmak isteyen savaş gazisi kahramanlar hakkında yazılmaya başlanmıştır.

2000'lerin sonuna doğru romantik kurgunun gördüğü ilgi dijital kitaplara geçildiğinde daha da artmış, bu ilgiyle beraber okurların daha ayrıntılı ve belirli isteklerine uygun kategorilerde yazılmış romanları okuma talepleri de yoğunlaşmıştır. Charles Boon'un 'alphaman' dediği erkek karakterler halen popülerdir. Bu kahramanlar 'asi ve kötü çocuk' iken sadece sevdikleri kadın için 'iyi'leşip aile babası olan, aşırı korumacı, sevdikleri kadın etrafında neredeyse çocuklaşsa da dünyaya tehdit saçmaya devam eden karakterlere dönüşmüşlerdir. Bunda muhtemelen ülkelerin yaşadığı iç ve dış tehditler karşısında her şeyi yapabilecek güçlü bir figür tarafından ev hayatının korunması isteği vardır. Fakat kadınların sosyal alandaki etkinlik daireleri genişledikçe 'alphaman'lerin yanı sıra kadınların ilişkide etkin bir şekilde var olmasından rahatsızlık duymayan, yardımsever, iyi niyetli ve rahat 'betaman'ler hakkında da yazılmaya başlanmıştır. 2000'lerle gelen bir başka olgu da doğaüstü karakterlerin de aşk romanı kahramanları olarak görülmesidir. Vampirler, kurt adamlar, şeytanlar, periler, melekler, yarı-tanrılar ve akla gelebilecek her türlü mitolojik/masalsı varlık aşk romanlarının malzemesi olmuşlardır ve halen yoğun ilgi görmektedirler. Bu haliyle bir nevi alışveriş çılgınlığına dönüşen aşk romanları pazarında artık belirli bir türün ya da belirli bir tipte kahramanın egemenliğinden bahsetmek mümkün değildir. Şu anda Harlequin ve Mills&Boon 20 farklı kurgu kategorisinde oluşturduğu 19 ayrı seride her ay dört ila altı, toplamda ise her ay 100'ün üzerinde kitap yayınlamaktadır.

BİZE ULAŞIN