Kötülük kötülüğü çağırır
Kötülük çoğu zaman büyük bir facia ya da şiddetli bir yıkım gibi düşünülür. Bu şekilde anlaşılması belki de Hollywood filmlerinin bir eseri. Çünkü filmlerdeki kötü karakterler genelde insan dışı birer varlık olarak gösterilir ve eylemleri de izleyiciyi dehşete düşürmek üzere kurgulanmıştır. Gerçekte ise kötülüğün çoğu zaman daha sinsi ve belirsiz olduğu, hatta bazen ulvi amaçlar içerisine gizlenmiş olduğu görülebilir. Çoğu zaman görünürde bir nedeni bile yoktur. Bu yönüyle kötülük, kendi kendini besleyen bir olgu olarak düşünülebilir. Yani, kötülük kötülüğü çağırır.
Adaletsiz servet paylaşımı, kültürel çatışmalar, ötekileştirme gibi içinde yaşadığımız sistemi ayakta tutan bazı unsurlar, kötülüğün en önemli sebeplerinin başında gelir. Toplumsal sistemlerimizin içine işlemiş olan kötülük türlerini görmezden gelerek kötüyü ve kötülüğü anlamamız mümkün değil. Sıradan bencillik ve hırs, modern insana dayatılan dünya algısı, Hollywood'un çizdiği kötü adam karakterinden daha gerçek ve çoğu zaman daha tehlikelidir. Her şeyi kendi çıkarları ve doğruları için kullanmakta sakınca görmeyen bencil birey, kendisi dışındaki her şeyi kötü ve yanlış olarak tanımlayan bir kibir ile eylemlerini geçerli bir sebebe dayandırmakta zorlanmaz. Böyle bir sistemde, yaptıkları ve söyledikleri arasında çelişki olsa dahi bunu görmeyen kişi, iyi bir aile babası, iyi bir komşu, iyi bir arkadaş olabilir. Beklenmedik bir kötülük yapan kişi hakkında, onu tanıyanların "Sessiz sakin, kendi halinde bir insandı, nasıl böyle bir şey yaptığını anlayamadık" dediklerine haberlerden şahit olmuşuzdur.
Batı'nın anladığı şekilde kötülük, zaten kötü olan bazı insanların yapmaya meyilli oldukları eylemlerin bir gün açığa çıkması şeklinde özetlenebilir. Kötü baştan belli olduğu için, o eylemin ortaya çıkış süreci hiç tartışılmaz. Sinsice kışkırtan, aşağılayan, provoke eden taraf kötü değildir. Bu kışkırtmalara şiddetle karşılık verme hatasını yapan kişinin üzerine çullanıp, 'işte kötü adamı yakaladık' der ve kendi kötülük tanımını da böylece pekiştirmiş olur. İnsanların hassasiyetlerini göz ardı ederek onları kötülüğe zorlayan kişi ise ifade özgürlüğünü kullanan bir 'iyi'dir. İnsanların kutsallarını aşağılamak da dahil bütün kışkırtmalar, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. İfade özgürlüğü ise içeriğini güçlünün belirlediği ve uygulamasını da kendisinin yaptığı bir sürece dönüşmüştür. Güçlünün güçsüzü ezmek ve aynı zamanda kendisini korumak için kullandığı bir kılıf, aslında ifade ettiği şeyin tam tersinin uygulandığı bir sahte özgürlük alanıdır.
Diğerkâmlığın yerini bencilliğin, anlayışın yerini katı yargılamaların ve affetmenin yerini ise intikam heveslerinin kuşattığı, kötülüğün kötülüğe karşı dörtnala koştuğu bir zaman…
Charlie Hebdo saldırısında hayatını kaybedenlerin fütursuz tavırları, kendilerinden olmayan diğer insanların kutsal addettiği değerlere saygı ve tahammül sınırlarını zorlayan yaklaşımları 'özü itibariyle' kötüydü. Üstelik bu kötü tavır, ifade özgürlüğü maskesi altına sığınarak cicileştirilmeye çalışılmış bir kötüydü… Tahriklere kapılarak Charlie Hebdo baskınında 12 kişinin ölümüne sebep olan feci olayı gerçekleştiren eylemcilerin yaptığı da kötüydü. Bazı Batılı medya organlarında bütün Müslümanların 'potansiyel terörist' olarak görülmesine dair yapılan yayınlar ve yine aynı medya organlarının Charlie Hebdo dergisine düzenlenen saldırıdan birkaç hafta sonra Amerika'da meydana gelen ve üç Müslüman gencin katledildiği Chapel Hill olayında 'üç maymun'u oynar bir tavır takınmaları ise başka bir kötüydü… Belki de 'Aman canım ne olacak, zaten bunlar Müslüman değil mi? E doğal olarak da potansiyel teröristler. İyi oldu.' insafsızlığıydı onları böyle davranmaya iten çirkin sebep. Ama tıpkı diğerleri gibi kötüydü… Hülasa kötülük, kontrolsüz bir şekilde kötülükle katmerleniyordu… Ve her 'kötü'den başka bir kötü peydah oluyordu…
İnsan, tabiatı itibariyle hem iyiliği hem de kötülüğü bünyesinde barındıran tek canlı. Diğer bütün yaratılmışlardan onu üstün kılan, ayıran da birbirinin ötekisi olan bu iki özelliği bir bedende barındırabiliyor oluşu. Eşref-i mahlukat, yani 'en şerefli mahluk' oluşunun asli sebebi de bu. İnsanda mündemiç bu çift kutupluluk onun hem en büyük nimeti hem de en büyük trajedisi. Yazık ki bugün içinde yaşadığımız zamanda insan için Yaratıcısı tarafından bahşedilmiş bu ayrıcalıklı hal, genel itibariyle onun trajedisi olmuş nitelikte. Zira bu çağın insanı, yukarıda da bahsetmeye çalıştığımız gibi kendine, özüne yabancılaşarak/yabancılaştırılarak 'kötü' olanı her şartta 'iyi' olanın yerine ikame etmiş halde. Kötülüğü türlü kılıflara bürüyüp, türlü makyajlara bezeyerek sanat, siyaset, ekonomi, din, felsefe vs. kisvesi altında meşru kılmakta… Zayıflığı acziyet, affetmeyi ahmaklık, merhameti ise aptallık olarak kanıksamış insanların egemen olduğu bir çağda, dört yanımızın kötülükle kuşatılmış olması ve her kötülüğün başka bir kötülükle karşılanır olmasından hiçbirimiz muaf değiliz aslında. Bu işin suçlusu ne bazılarının iddia ettiği gibi Tanrı, ne de her günahımızın yegâne sorumlusu ilan edilen şeytan… Suçlu bizzat biziz. Biz, yani insan…
Lacivert Dergi olarak bu sayımızda insanlığın yüzyıllardır üzerinde tartıştığı bir konuyu, 'kötülük'ü ele aldık. Konuyu felsefi, dinî, sanatsal altyapısına girerek çok yönlü bir şekilde işleyip zenginleştirmeye ve sizler için elimizden geldiğince anlaşılır kılmaya çalıştık. Hem hayatımızı ciddi oranda kuşatmış olan kötülüğe dair farkındalığımızı artırmak, hem de unutulmaya yüz tutmuş olan iyinin ve iyiliğin kıymetini, gerekliliğini hatırlatmak gayesiyle hazırladığımız bu sayının 'kötülük'e karşı 'La' diyebilmenize katkı sağlaması dileğiyle…