Ravza Kavakçı: Ortadoğu ve Ortadoğulu algısı

Ortadoğu ve Ortadoğulu algısı
Giriş Tarihi: 28.08.2014 10:27 Son Güncelleme: 3.09.2014 13:16
Ravza Kavakçı SAYI:05Eylül 2014
Batılılar tarafından, bu coğrafyada yaşayan Ortadoğulu insanlar oryantalist sıfatlar ile tanımlanmış ve onlarla alakalı bilgi üretimi bu minvalde inşa edilmiştir. Ortadoğu’yla ilgili kaynak kabul edilen eserlerin yazarları, Doğulu insanı ikinci sınıf, geri kafalı, gayri medeni, idare edilmeye muhtaç vs. şeklinde takdim eden bir üslup kullanmışlardır. Yakın geçmişte, özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve Amerika'nın birçok alanda İslam coğrafyasına kıyasla güçlü bir konum kazanması, Batı merkezli bilimlerin hâkimiyetinin artmasına ve uluslararası alanda bilgi üretiminin Batı eksenli bir hâl almasına sebebiyet vermiştir. Ortadoğu ile ilgili bilgi üretimi ve algı yönetimi de bunun açık örneklerini içinde barındırır.

Aslında Ortadoğu terimi bile başlı başına bu bilgi üretiminin bir ürünüdür. Orta ve Doğu kavramları, küre şeklindeki dünya göz önüne getirildiğinde, ayrı ayrı beraber kullanıldığında izafi kavramlardır. Buna binaen birçok düşünür 'Ortadoğu' kavramının hangi coğrafi nokta baz alınarak tanımlandığının ve net olarak hangi ülkeleri kapsadığının belirsiz olması dolayısı ile bu kavramı eleştirmiştir. Ulus-devlet sistemine geçiş sürecinde eski sömürgeci ülkelerin, özellikle İngiltere'nin bu kavramın ortaya çıkmasındaki rolü herkesçe malumdur. Her ne kadar eleştirildiyse de kavram kısa zamanda kabul görmüştür ve yıllardır kullanılmaktadır.

Batılılar tarafından, bu coğrafyada yasayan Ortadoğulu insanlar oryantalist sıfatlar ile tanımlanmış ve onlarla alakalı bilgi üretimi bu minvalde inşa edilmiştir. Batılı düşünürler tarafından kaynak kabul edilen ve ülkemizde büyük ölçüde kabul gören Ortadoğu tarihi ile alakalı birçok eserin yazarı (Bernard Lewis gibi), bir kısmı gerçeği yansıtan tarihi bilgilerle beraber Doğulu insanı ikinci sınıf, geri kafalı, gayri medeni, idare edilmeye muhtaç vs. şeklinde takdim eden bir üslup kullanmışlardır. Bu eserlerdeki oryantalist ön kabuller zamanla içselleştirilmiş ve oryantalist bakış açısı yerel, ulusal ve uluslararası alanlarda hâkim hâle gelmiştir. Bu anlayışın uzantılarının uluslararası sistemde etkisi büyüktür. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa gibi birçok gelişmiş Batı ülkesi Ortadoğu ülkeleri ile olan ilişkilerini bahsi geçen oryantalist ön kabuller üzerine inşa edilmiş perspektifler ve onları sürekli besleyen sistematik bilgi üretimi ve eş zamanlı algı yönetimi faaliyetleri çerçevesinde yürütmektedirler. Bunun bariz yansımaları uluslararası ilişkiler başta olmak üzere uluslararası mekanizmaların her alanında görülmektedir.

Batılı ülkelerin bireysel olarak ya da mensubu oldukları uluslararası organizasyonlar aracılığı ile ilişkilerini sürdürdükleri Filistin, İsrail, Mısır, Yemen, Suudi Arabistan, Katar, İran, Irak gibi birçok ülke oryantalist bilgi üretimi ve algı yönetimine farklı seviyelerde muhatap olagelmiştir. Türkiye de Müslüman kimliği sebebi ile birçok Batı ülkesi ile ilişkilerinde benzer muamelelere maruz kalmıştır.

Bölgenin on yıllardır çözülemeyen Filistin ve İsrail meselesi, algı yönetimi tekniklerinin yoğun bir şekilde gözlemlenebildiği bir örnektir. Oryantalist algı yönetimi süreci İsrail devletinin kurulması itibarı ile bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Edward Said 'Filistin Sorusu' (The Question of Palestine) isimli makalesinde bu konuyu çok çarpıcı bir şekilde ele almıştır. Öncelikle Filistin meselesinin Batı merkezli tartışmalarda 'mesele' değil 'soru' olarak ele alınmasını, 'Filistin'in varlığının sorgulanması' ve hatta Filistin'in gerek toprak gerek nüfus olarak var olmadığı inanç ve iddiasına dayandırır. Said, İsrail devleti kuruluşu öncesindeki Filistin algısında, Filistin'in 'süt ve bal vatanı' sözleri ile ifade edilen egzotik bir ülke olarak görüldüğünden bahseder. Ancak İngilizlerin öncülüğünde İsrail devletinin Filistin topraklarında kurulması kararı alınmasının akabinde Filistin'in kültürü, tarihi ve hayranlık uyandıran tasvirlerinin tamamı anında sonlandırılmış ve Filistin halkının vatanı olan Filistin toprakları 'halkı olmayan topraklara vatanı olmaya bir halk' sloganı ile İsrail halkının vatanı olarak lanse edilmeye başlanmıştır.

Bununla eş zamanlı olarak Filistin topraklarında Yahudilerin yerleştiği yerlerin isimleri, tarihi bilgileri ve kültürel değerleri önceki ev sahiplerine ait bütün izleri silmeyi amaçlar şekilde değiştirilmiştir. İsrail devletinin kurulması akabinde Filistin halkına karşı mütecaviz tutumuna rağmen Batı'da İsrail devletini destekleyecek şekilde sistematik bir bilgi üretimi ve algı yönetimi süreci başlatılmıştır. Bu sistemde Batılı ülkeler İsrail'i desteklemek için İsrail'in yaptığı insan hakkı ihlallerini örtbas etme çabasıyla Filistin halkını terörist olarak lanse etmişlerdir. Kadın, çocuk, bebek, yaşlı ayrımı olmaksızın İsrail tarafından öldürülen sivil halkı görmezlikten gelip İsrail'i haklı göstermek için Filistin halkını terörist, barbar, gayri medeni, idareye muhtaç, zavallı insanlar olarak tanımlamışlardır. Gerçekleşen çatışma ya da saldırıların akabinde ölen İsrail askerlerinin sayısı, isimleri ve hatta ailevi bilgileri detaylı olarak açıklanırken Filistin tarafındaki can kayıpları savaşın yan etkisi olarak geçiştirilmiştir. Her ne kadar İsrail'in Filistin devletine ait topraklardaki işgalci konumu ve uyguladığı katliamlar Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlar tarafından uluslararası hukuka aykırı olarak görülse de, bu konu hiçbir zaman gündeme getirilmemekte ve İsrail arzu ettiği şekilde uluslararası hukuku ihlal etmeye devam etmektedir.

Oluşturulmuş olan algı, Hitler tarafından soykırıma uğratılmış Yahudilerin mağduriyetlerinin daimi oluşu ve dolayısı ile hoş görülmesi gerektiği mantığı üzerine bina edilmiştir. Bu sebeple kendi ülkesinin vatandaşlarına sahip çıkışı ile meşhur olan Amerika Birleşik Devletleri, seneler evvel Filistinli bir ailenin evinin yıkılmasına engel olmak isteyen vatandaşı Rachel Corrie'nin İsrail'e ait iş makinalarının altında ezilerek can vermesine sessiz kalmıştır. Amerikan algısı İsrail'in menfaati söz konusu olduğunda kendi vatandaşının hayatını hiçe sayacak kadar İsrail yanlısı olmuştur. Sanki Rachel Corrie, Filistinlileri desteklemekle ikinci sınıf insan muamelesini hak etmiştir. Mavi Marmara olayının akabinde de İsrail uluslararası sularda seyreden Gazze'ye yardım filosuna saldırı düzenlemiş ve on sivil vatandaşımızı şehit etmiştir. Kendisi suçlu konumda iken, hiçbir ayrım yapmaksızın dünyanın her yerindeki ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşan İHH'yı terörist organizasyon olarak lanse etmeye çalışmıştır. İleri düzey algı yönetimi tekniklerinin devreye sokulmasına rağmen uzun vadede başarısız olan bu çabalar yine de uluslararası siyasi dengelerin algı yönetimi ile yönlendirilmesine iyi bir örnek olarak hafızalara kazınmıştır.

Tarihi ve kültürü ile Ortadoğu'nun önemli bir diğer ülkesi olan Irak'ın ABD ile ilişkileri de uluslararası siyasette algı yönetimi ile alakalı birçok örnek barındırmaktadır. Amerika'nın Irak'ı işgali esnasında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, hayatını kaybeden Amerikan askerlerinin sayısını verdikten sonra kendisine öldürülen Iraklı sayısını soran muhabire, "Biz başkalarının ölü sayısını takip etmiyoruz" cevabını vermişti. Bu cevap, Amerikan askerlerini hayatları kıymetli birer birey olarak gören Rumsfeld'in oryantalist içgüdülerle Amerikan askerlerinin öldürdüğü resmi ya da sivil Iraklı halkı sayılmayı bile hak etmeyen yığınlar olarak algıladığını ve öyle lanse ettiğini göstermektedir. Amerika, her Irak müdahalesi ile eş zamanlı olarak müdahale amacının Irak halkını, özellikle kadınları 'özgürleştirmek' olduğu yönünde sistematik bilgi üretmeye çalışmıştır. Her ne kadar Irak'a müdahale Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası hukuka aykırı bulunsa da, Amerika'nın ittifakları ekseriyetle uluslararası hukuk ihlallerine seyirci kalmışlardır.

Amerika, Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesini demokrasi adına gönülden desteklerken, Mısır'da Sisi ve Suriye'de Esed rejimlerinin kendi halklarını katletmelerine seyirci kalmayı uygun görmüştür. Avrupa Birliği ülkeleri de endişe ile gelişmeleri takip etmekle beraber tıpkı Filistin'deki durum gibi sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Dünyanın her tarafına 'barış ve demokrasi' getirme hedeflerini her fırsatta tekrarlayan Batılı ülkeler Mısır'da Mursi devrilirken ve Suriye'de Esed rejimi diktatörlüğü katliamlarla farklı boyutlara taşırken sessiz kalmış, fakat Türkiye gibi son on yılda büyük demokratik gelişmeleri başarı ile tamamlamış bir ülkeyi 'demokrasiden uzaklaşma' ve 'otoriterleşme' gibi gerçekle bağdaşmayan ithamlarla karşı karşıya bırakabilmişlerdir.

Bu oryantalist zihniyet, İslam ve demokrasinin bağdaşmadığı ön kabulü üzerine inşa edilmiş bilgi üretimi faaliyetlerine devam ederken, Ortadoğu ülkelerini demokratik olmamakla suçlamaktadır. Öte yandan Mısır gibi demokratikleşme çabasında olan ülkelerde yapılan askeri müdahaleleri görmemekte, Suriye'deki katliamı yok saymakta, aynı zamanda insan hakları, özellikle kadın hakları hususunda Ortadoğu ülkeleri arasında en kötü örneklerden birisini sergileyen Suudi Arabistan'a müttefiki olması sebebi ile demokratikleşme konusunda telkinde bulunma ihtiyacı hissetmemektedir.

Ortadoğu söz konusu olduğunda Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka, Amerika Birleşik Devletleri gibi birçok Batılı ülke tarafından 'biz' ve 'onlar' ayrımı yapan, içinde zıtlıklar barındıran, Ortadoğuluyu ötekileştiren, aşağı gören, oryantalist bir dil kullanıldığı ve gerek bilgi üretimi gerekse algı yönetimi mekanizmalarının bu minvalde çalıştırılmakta olduğu gayet açık ve net bir şekilde görülmektedir.

Filistin'de devam eden İsrail zulmünün yok sayılması, İran'daki demokratik seçimlerin neticesinden memnun kalmayan bir Amerikan Başkanı'nın "Halk yaptığı seçimin bedelini öder" diyebiliyor olması, Irak'ta mezhep çatışmalarını körükleyecek şekilde belirli grupların desteklenmesi, demokrasi ve terörizm gibi birçok önemli terimin içerikleri ve kimler için ne şekilde kullanıldığının net olmayışı bu sistemin erişmiş olduğu boyutlar konusunda sadece küçük birer ipucu teşkil etmektedir. Oluşturulmuş olan algılar Ortadoğu gerçeklerinden çok uzak ve çok farklı olmalarına rağmen bazen o kadar güçlü olabiliyorlar ki, bir kısım Ortadoğu halkları da üretilen gerçek dışı bilgilerin esiri olup kendi kendilerini ötekileştiriyor ya da öteki olma psikolojisi ile hareket ediyorlar. Algı yönetimi sistemlerinin üretmiş olduğu bilgiler, teveccüh gördükleri Ortadoğu toplumlarında kırılmalara, tesis etmesi zaten çok zor olan birlik ve beraberliğin tehlikeye girmesine sebebiyet veriyor ki bu durum Ortadoğu coğrafyasında yaşanmakta olan birçok zorluğun temelini oluşturuyor aynı zamanda.
BİZE ULAŞIN