Moda mı varoluş savaşı mı?
Modanın varoluşu genellikle sanayi devrimine, çok ve hızlı üretime dolayısıyla hızlı tüketime bağlanır. Oysaki modernite öncesinde de bir modanın var olabileceği fikrini reddetmek insanın sanayi devrimi ile birlikte evrim geçirdiğine inanmak demektir. Mealen, insanı modernite öncesinde kendine yetebilen, kendi kararlarını veren ve kitle hareketlerinden etkilenmeyen bireyler olarak görürken, sanayileşmeyle birlikte birden kendi kararlarını veremeyen ve belirli yönlendirmelerle hareket eden canlılara dönüştüğünü söylemektir bu.
Aslında ne yalnızca nefret edilecek ne de varlığın anlamının bulunacağı bir yer olamayacağını anlamak için modayı en kaba haliyle iki farklı açıdan inceleyebiliriz. Öncelikle, modayı eleştiren güruhun savunduğu manasıyla tüketim kültürü ve kapitalizmin temelini oluşturan ve insanları haz sahibi varlıklara dönüştüren bir akım olarak moda. Öte yandan toplumda kendine yer edinmek kendini ispat edip kabul görebilmek için bir araç olan moda.
Modayı salt tüketim kültürü olarak görenler için, sanayi devrimi ile başlayan fazla ve hızlı üretim, kendine bir tüketim alanı açması açısından satış amacını değiştirmişti. Bu fazla üretime mukabil hızlı ve çabuk tüketme odaklı bireyler hedeflenmişti. Büyük firmalar ihtiyaçtan fazlasını ürettikçe bunları tüketecek yeni kitlelere ihtiyaç duymuştu. Fakat artan üretimle orantılı bir artış göstermeyen insan nesli, üreticiler için var olan kitleyi daha fazla tüketmeye ikna etme yolları bulmaya itmişti. Dolayısıyla insanları aslında ihtiyaçları olmadığı halde bir şeyler almaya ikna etmek, daha da önemlisi onlara ihtiyaçları dışında da bir şeyler sunabilmek gerekmişti. Zaman içerisinde ortaya çıkan moda ve reklam sektörü birlikteliğinin ilk örneklerinden olan Edward Bernays'ın 1900'lerin başında Lucky Strike için yürüttüğü reklam kampanyası bu anlamda güzel bir temsil oluşturur.