Deniz Renkveren: Bazen esaret, bazen özgürlük

Bazen esaret, bazen özgürlük
Giriş Tarihi: 1.7.2014 16:04 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:49
Deniz Renkveren SAYI:03Temmuz 2014
Endüstriyel Devrim’le birlikte, insan hayatında zaman ilk defa böylesine keskin hatlarla ‘mesai ve mesai dışı’ olarak ikiye bölünmüş durumda. Kapitalist sistemin içinde sıkışıp kalan insana pencere misali sunulan tatil, çoğunlukla serbest zamanla özdeş kabul ediliyor. Hatta bayram gibi özel günler bile turistik geziler yapılan tatillere dönüştürülerek mevcut kültürel değerlerden soyutlanıyor. Farklı coğrafyalarda ya da sadece kumsallarda geçireceğimiz tatil, bize kendimizi gerçekleştirdiğimiz, biraz olsun soluk aldığımız, hatta özgür olduğumuz tek zaman aralığı gibi görünüyor ama şunu sormak lazım; bu şekilde tatil yaparken gerçekten özgür müyüz? Bu soruyu cevaplarken serbest zaman kavramını da masaya yatırmak gerekiyor belki de.

Her geçen gün daha fazla gelişen üretim araçları ve çoğalan tüketim ürünlerinin yanında teknolojik uygarlık boş zaman (spare time), yani mesai zamanından geriye kalan artık zaman kavramını ortaya çıkardı. Zira Sanayi Devrimi'nin gerçekleştiği yıllarda İngiltere'de 14-15 saate varan günlük mesai, bugün bazı ülkelerde 6 saate kadar düşmüş durumda.

Endüstri Devrimi'nden önce belli kriterlerin yokluğunda, günlük çalışma süresi kesin olarak belirlenmemişti. Özellikle tarım toplumlarında saate itibar edilmezdi. Çalışmaya ara verilen zaman kültürel, mevsimsel ve sosyal döngülere bağlıydı. Sanayi Devrimi öncesi toplumlarda tatil zamanlarını ekinlerin ekilme, yetişme ve büyüme periyodu, günlük işlerden arta kalan zamanlar, dinlerin özel günleri ve bayramları belirliyordu.

Zaman taksiminde modernite öncesi toplumların modern toplumlarla kıyaslandığında çok daha insan ve kültür odaklı olduğu görülür. Ancak modernitede 'zaman', kapitalist düzenin çarklarını çeviren en önemli unsurlardan biri olduğu için, bireye ayrılan süre de ancak çarkın dişi olmasını sağlayacak uzunlukta oluyor. Endüstriyel Devrim'le birlikte, insan hayatında zaman ilk defa böylesine keskin hatlarla 'mesai ve mesai dışı' olarak ikiye bölünmüş durumda. Bu ayrım yakın zamana kadar kabul görmüyordu. Hatta 1960 yılında UNESCO tarafından yayınlanan Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi'nin 'Sociological Aspects of Leisure' bölümünde, bu keskin ayrımın insan doğası bakımından doğal olmayan bir şey olarak tanımlandığı görülüyor. #Sayfa#

Çalışma zamanı dışında kalan zaman, İngilizce'de 'spare time' yani 'ayrılmış zaman' olarak tanımlanıyor. İngiliz sosyolog Shaun Best, Leisure Studies adlı kitabında emekçiye ayrılan bu zamanın 'serbest zaman' (free time) tanımına girmediğini söyler. Bu zaman, emekçiler tarafından ancak hayatlarını idame ettirmelerini sağlayan işlere, zorunluluklara, aileye ait görev ve sorumluluklara ayrılıyor. Yani bir bakıma, tıpkı fabrikadaki işini devam ettirebilmesi için bir makineye yapılması gereken bakım ve tamirat işlerinin aldığı zamanın, aslında yine fabrikanın çalışmasına hizmet etmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. Serbest zaman, aynı zamanda sistemin ürettiği metaların tüketilmesi ve sistemin döngüsünün tamamlanması için de bir araç olarak konumlanıyor. Serbest zamanda sadece metalar değil, sistemin kendisini doğrulamak için ürettiği yaşam kültürleri de hızla tüketiliyor. Tatil de aslında kapitalist sistemin sunduğu maddi manevi tüm 'ürünlerin' tüketildiği sektörleşmiş bir alan olarak karşımıza çıkıyor.

Serbest zaman deneyimini anlamak için birçok sosyal teori de ortaya atıldı. Bu teorilerden işlevsel perspektif teorisi, bireylerin sosyal sistemde farklı roller üstlendiğini ve her bir rolün birbiriyle etkileşime girerek sosyal sistemi oluşturduğunu savunur. Amerikalı sosyolog Talcott Parsons'a göre, serbest zamanın değerlendirilmesi için oluşturulan kurumlar, hem bireyler hem de toplumlar için işlev görerek sistemin bir bütünlük arz etmesini sağlar. Serbest zamanın değerlendirilmesi aslında kültürel entegrasyona hizmet etmektedir. Parsons, öncelikle sosyal sistemi 'ortak değerler sistemi' olarak kabul eder. Buradan da, aslında bireylerin kendi hayatlarında olan bitenler üzerinde çok az etkileri olduğu kabulüne varılır. Çünkü serbest zamanın kültürel entegrasyona hizmet etmekle özdeşleştirilmesi, kültürün birey üzerindeki belirleyiciliğini ön plana çıkarmaktadır.

Fonksiyonalist görüşe sahip diğer bir sosyolog Ken Roberts ise serbest zamanın sosyal sistemi sağlamlaştırdığını öne sürerek, liderlik, takım çalışması gibi olguların değerlerini vurguladığını söyler. Serbest zaman ayrıca kişilerin yeteneklerini geliştirmesini ve hayatın ödüllendirmeyen ve tatmin etmeyen yönlerinin telafi edilmesini sağlar. Ancak Roberts'a göre, serbest zaman ancak özgür tercihlerle değerlendirilir.
#Sayfa#
Plüralist yani çoğulcu yaklaşım ise serbest zaman aktivitelerinde Marksist ve Feminist perspektiflerin aksine 'sınıf'ın etkisini reddeder. Plüralistler kapitalist ekonomi çerçevesini kabul ederek, tüketicinin, sistemdeki egemenliği sayesinde serbest zamanını istediği şekilde değerlendirdiğini savunur. Şirketler serbest zaman aktivitelerinden para kazanmaya çalışır ama her zaman tüketicinin istediğini sunar. Bu anlayışta, tüketim kalıplarının reklamlarla moda hâline getirilerek tüketiciye benimsetilmesi görüşü de görmezden gelinmektedir.

Marksist perspektife göre, bir grup sadece ekonomik güce değil ayrıca üretim araçlarına da sahipse, politik güce de sahiptir. Devlet, kapitalist düzeni burjuvazinin çıkarına yönelik olarak düzenleyen bir kurum olarak görülür. Marksizm'e göre birçok emekçi sistemin meşruluğunu onaylar, çünkü sahte bir bilincin kurbanı olmuşlardır. Başka bir deyişle, çalışanlar eşitsizlik hakkında bazı fikirlere, değerlere, inançlara sahiptir, ancak bunlar ekonomik çıkarlarıyla örtüşmez. Burjuvazi üretim araçlarına sahip olduğundan, politik gücüyle çalışanların düşüncelerini manipüle edebilir. Yani burjuvazi hedeflerimizi, düşüncelerimizi ve inançlarımızı tekrar tanımlayarak, bizi kapitalizmi destekler hâle getirebilir. Çalışanlar, böylece serbest zamanlarını kapitalizmin bütünlüğünü destekleyecek şekilde değerlendirme yoluna gider ve onu her gün daha çok var ederler.

İsveç'te Gothenburg şehir yönetimi, geçtiğimiz aylarda günlük çalışma süresinin 6 saate indirilmesi yönünde bir girişimde bulundu. Bu düşünceye Marksist ve fonksiyonalist perspektiften bakmak da mümkün. Uygulama ile hobilerine daha çok zaman ayırarak şahsi gelişimine katkıda bulunan ve daha fazla spor yaparak sağlığını koruyan çalışandan daha yüksek verim alınması planlanıyor. Aslında insanın yaşam kalitesini yükselten uygulamanın verimlilik artışına olacak etkisi haberde daha çok vurgulanıyor.
#Sayfa#
Bir statü sembolü

Neo-Marksizm'in temsilcilerinden John Clarke ve Chas Critcher de endüstrileşmeyle birlikte ortaya çıkan mesai ve serbest zaman arasındaki keskin ayrıma dikkat çekerek, kapitalizmin ürettiği film, DVD, kitap gibi kültürel ürünlerle serbest zaman değerlendirme algısının devşirildiğini belirtirler. Clarke ve Critcher, fonksiyonalist analizin, serbest zaman aktivitelerinin çalışarak kazanılan para sayesinde gerçekleştirildiğini göz ardı ettiğini savunur. İki düşünür için serbest zaman değerlendirme stili ile sınıf ve sosyal statü arasında koparılamaz bir ilişki vardır. Örneğin yemeği dışarıda yemek, üst sınıf, orta sınıf ve alt sınıf için çok farklı zeminlerde ve anlamlarda gerçekleşebilir.

Mehmet Rauf'un ilk defa 1900-1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde yayınlanan ve Türk edebiyatının ilk psikolojik tahlil romanı olarak kabul edilen Eylül, bir dönemin üst sınıfının serbest zaman değerlendirmesi anlayışına güzel bir örnek olabilir. Romanda, üst sınıfa mensup Suat ve Süreyya'nın dışarıdan mükemmel gibi görünen aşkının sönmesi ve Suat ile çiftin yakın arkadaşları olan Necip arasında alevlenen ancak askıda kalan yasak aşk anlatılıyor. Üç kişi arasında aşk-sadakat-evlilik üçgeninin işlendiği romanda, Suat'ın kocası Süreyya'nın, babasından kalma bağ evine duyduğu nefrette biraz da kendini bir İstanbullu olarak tanımlayan 'kibirli' birinin taşraya duyduğu küçümseme yatar:

"Evet, sorma… Patlıyorum… Burası zaten yaşanılacak bir yer mi? Allah'ın kırı… Hele bu yemekten sonraki saatler… Sabahleyin yemeğe kadar, akşamüstü… Sözün kısası her zaman… İnsan boğuluyor… Herkes böyle birer köşede eziliyor. Kendimi bostan kuyusunda sanıyorum. Ah büyükbabalarımız; anlaşılmaz hesaplarla bu cehennem köşelerinde bağ yapıp gelip kapanacaklarına, ne olurdu şu İstanbul'u İstanbul eden güzel yerlere gitselerdi..."
#Sayfa#
İstanbul'da bir yalı kiralamak için para bulamayan Süreyya çaresizdir. Ancak bir gün Suat'ın babasının gönderdiği yüklü bir miktar para İstanbul'da bir tatilin kapılarını açar ve Süreyya: "Aman burada bir dakika durmayalım; şu uğursuz yerden kurtulalım… Ah ne zevk, Necip, ne zevk!.. Hepsine birden 'Biz yarın gidiyoruz artık; bugün yalı tutuldu' demek ne zevk!.." diye haykırır adeta.

İstanbul'u İstanbul yapan özellikler, onu en azından Bizans'tan itibaren tüm dünyada bir cazibe merkezi yapmıştır. Ancak taşrada, doğayla iç içe olan bir yeri küçümsemeye nasıl varılır? İşte bu, serbest zamanın değerlendirilmesine yönelik, mensup olunan sınıfa ait izler taşıyan bir bakıştır. Süreyya'nın farklı bir kişisel özelliğe veya yeteneğe sahip olup, bağ evinde çiçek yetiştirmek gibi uğraşlara dalması ve orada kalmayı tercih etmesi de muhtemeldi. Fakat Necip gibi Süreyya'nın da 'comme il faut'larının (olması gerekenlerinin) olması, bizim sınıfsal farklılığı görmemizi sağlıyor. Zira Süreyya, Boğaz'da sandalla gezinti yapmak, Boğaz manzarasını farklı zamanlarda farklı açılardan seyretmek gibi aslında tüm sınıftan insanların hoşlanabileceği etkinlikleri âdeta takıntı hâline getiriyor. Babasından kalma bağ evini küçümseyişinin altında, emekle kazanılmayan bir metanın değerini bilmeme durumu da söz konusu.
BİZE ULAŞIN