Markar Esayan: Fanatizmin sıradanlığı ve Türkiye siyaseti…

Fanatizmin sıradanlığı ve Türkiye siyaseti…
Giriş Tarihi: 2.06.2014 17:51 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:46
Markar Esayan SAYI:02Haziran 2014
Mete Tunçay, Kemalist Pozitivizm ve Türk sosyalistlerinin islam ile aynı düşünce şablonuna, eğilimine, kalıbına sahip olduğunu ifade ederken, referans olarak İslam’ı alıyor ve onları 1. ve 2. İslam olarak tanımlıyor. Yani dogmatizm veya fanatiklik açısından bu üçünü eşitliyor. Ana referans da, -belki daha önce geldiği için- İslam oluyor.

Siyasette fanatizmin genellikle marjinal kesimlerin alanında hapsolduğu, doğası gereği dar bir alanda kısıtlı kaldığı varsayılır. 'Fanatik' siyasi hayatın içinde olduğu kadar, tüm hayat ve uzmanlık alanlarında da kullanılan en ağır yaftalardan birisidir. Dolayısıyla, 'anomali'yi siyaset veya başka bir bağlamda incelerken, öncelikle neyin fanatizm, neyin ise kültürel, sözsel ve düşünsel çeşitlilik olduğu konusunun oldukça tartışmalı olduğuna baştan şerh düşmeliyiz. Hatta 'fanatik' olarak nitelenen, haliyle bu yaftayla sözü ve eylemi şüpheli, itibarsız hale getirilen insanların, cemaatlerin, kurumların, hatta devletlerin, bizatihi fanatizm kurbanı olduklarını da hatırda tutmakta fayda var.

'Fanatizm'in içinin doldurulması da en nihayetinde bir değerler ve kanılar yüklemesidir. Yani görecelidir. Ve bir görüşün azınlıkta, ifade edilme biçiminin sıra dışı veya sarsıcı, genel kültür ve politik eğilimlere aykırı olması, fanatizm yaftasının kolaylıkla hedef özneye yöneltilmesi sonucunu doğurur. O andan itibaren o özne, artık öznelik özelliklerini kaybederek nesneleşir, en hafif deyimiyle 'madun' (subaltern) hale gelebilir.

Fanatizmin ölçütü nedir?

Alberto Toscano Fanatizm, Bir Fikrin Kullanılması Üzerine başlıklı kitabında bu kanonik ezber üzerinde durur. 'Fanatik' en başlıca özelliği olarak iletişime kapalıdır. "Her türlü dünya görüşü veya hayat tarzı ortadan kalktığında yatışacak olan (bu onu yatıştırmaya yeterse tabii) azılı, sarsılmaz bir inancın boyunduruğu altındadır; 'kafasını değiştiremeyen', uzlaşmaz, iflah olmaz biridir. Bu nedenle, fanatiğin müzakere alanının dışında yer alan edimleri çoğu zaman toplumsal ve siyasi davranışlarla ilgili değerlendirmelerimizi yönlendiren akılcılık varsayımına layık görülmez." Toscano, benim de epey şüphe duyduğum bir noktaya da parmak basıyor. 'Fanatizm' konusunda büyük bir uzlaşma olabilir. Ama bu uzlaşmanın kendisi de acaba bir fanatizm türü olabilir mi? İnsanlar, partiler, cemaatler, pekâlâ fanatizmin panzehiri olan düşünsel çeşitliliğe, özeleştiri kültürüne sahip, ama eylem ve düşüncelerini ifade ederken eforik, heyecanlı bir stile sahip olabilirler. Mete Tunçay, bu farkın altını şu sözlerle çizer: "Heyecanlı/coşkulu tarzda bir davaya/konuya bağlılık göstermek her durumda fanatiklik anlamına gelmez. Bir bilim insanı, bir sanatçı, politikayla uğraşan biri, mesleğini/işini seven biri sıklıkla heyecanlı bir şekilde dert ettiği meselelere, davasına bağlı biri olabilir. Bu tek başına bir fanatizm ölçütü değildir. Tam aksine bu insanlar genellikle oldukça faydalı, yaratıcı faaliyetler yaparlar. Buradaki kritik nokta, bir dava peşinden gitsek bile, o davaya dair eleştirel bir mesafeye sahip olup olmadığımızdır."

Toscano da inanç ile sorumluluk, coşku ile akla yatkınlık, karar verme ile düşünüp taşınma arasında sabit karşıtlıklar kuran bir diğer fanatizme dikkat çekiyor. "Fanatizmin pedagojiyle ve zorlamayla üstesinden gelinebilecek akıldışı bir sapma olduğu şeklindeki rahatlatıcı fikri savunmak yerine, fanatik yaftası yapıştırılan siyasi davranış ile rasyonel ve özgürleştirici siyaset arasındaki kayda değer, hatta huzursuz edici yakınlıklar üzerinde duruyor.

Mete Tunçay ise fanatizmi şöyle tanımlıyor: "Herhalde fanatizm için ilk planda vurgulanması gereken en önemli şey, burada bir mutlaklık algısı, mutlaklık iddiası olduğu. Fanatik dediğimiz kişi, mutlak doğruya sahip olduğunu varsayan ve buna uygun tarzda davranan kişidir. Burada aslında epistemolojik anlamda, yani bilginin nasıl üretildiği ve idame ettirildiği anlamında çok özgül bir konum var. Fanatik kişi, 'ben mutlak bilgiye sahibim. Ben mutlak bilgiye sahipsem bunun dışındaki her şey mutlak olarak yanlıştır' düşüncesindedir. O anlamda kuşkuya yer yoktur; kuşkunun ve kuşkuculuğun inkârı ve bununla birlikte karmaşıklığın inkârı söz konusudur. Müphemliklere, belirsizliklere, çelişkilere, çelişkilerin bir aradalıklarına yer bırakmama, tahammül edememe, krizlere tahammül edememe; kaygıya tahammül edememe gibi özellikler sayabiliriz bu mutlaklıkla birlikte gelen."


Kemalizm-Sol-İslam

Söz konusu söyleşiyi yeniden okurken, Osmanlı ve Türkiye'de siyaset ile fanatizm arasındaki ilişkiye geçmek üzere oldukça elverişli bir paragraf dikkatimi çekti. Mete Tunçay Kemalist ideoloji ile sosyalist akım ile İslam düşüncesi arasında 'Dogmatizm-fanatizm' üzerinden özdeşlik kurar:

Bundan 30 küsur yıl önce Felsefe Kurumu'nun bir toplantısında dogmatizm konulu bir bildiri okumuştum. Orada, o zaman bana hayli doğru gelen -şimdi de farklı düşünmüyorum- bir şey söylemiştim: 'Kemalist pozitivizm' zihniyet olarak aslında bir ikinci İslam gibi olmuştur; çünkü kavramlar değişmekle birlikte zihniyet kalıbı değişmediğinden aynı keskinlikle bir şeylere inanılmıştır. Hatta o zamanlar Türkiye'de yeni yeni tartışılan sosyalizm de, adeta bir üçüncü İslam gibi benimsenmiştir -zihniyetini değiştirmeden, sadece kavramları değiştirerek benimsenir-; ama kavramlara bağlılık da adeta dine bağlılık gibidir. Bunu fanatiklik konusunda da söyleyebiliriz: bir zihniyet, bir tavır alma söz konusu, kavramlar değişiyor ama kalıp, şebeke değişmiyor."

Tunçay'ın 40 yıldır değişmeyen bir düşüncesi olduğuna göre, bu sav incelenmeye değer... Gerçekten de, Kemalizm ve Türk sosyalizminin bir kozmolojisi vardır ve sembolizm açısından dinlerle kıyaslandığında hiç de fakir değildir. Anıtkabir tavaf edilir, Mustafa Kemal'in vecizeleri ayet, kendisi de sıklıkla bir peygamber muamelesi görür. Henüz yaşarken heykellerini yaptıran iki liderden biri Stalin'den sonra Mustafa Kemal'dir ki, sanki o da kendisinden sonra böyle bir uzam bırakmak istemiş gibidir.

Ancak bu saptamada kanımca ciddi bir sorun var. Tunçay, Kemalist pozitivizm ve Türk sosyalistlerinin İslam ile aynı düşünce şablonuna, eğilimine, kalıbına sahip olduğunu ifade ederken, referans olarak İslam'ı alıyor ve onları 1. ve 2. İslam olarak tanımlıyor. Yani dogmatizm veya fanatiklik açısından bu üçünü eşitliyor. Ana referans da, -belki daha önce geldiği veya tüm fanatizmlerin kaynağı olduğu için- İslam (dinler) oluyor.

Kemalizm ve Türkiye sosyalistleri, sembolizm açısından dinlere çok benzeyebilir, ancak, acaba Müslümanların -pek tabii ki- tartışmasız kabul ettikleri Allah ve onun peygamberine bağlılıklarının işlevselleştiği zihinsel dünya ile Kemalizm ve sosyalizmin eylem dünyaları bu kadar çakışmakta mıdır? Daha açıkçası, 'Allah'tan başka tapılacak ilah yoktur' der ve buna iman ederken, bu müminler, Kemalist ve sosyalistlerin dogmasını ve fanatizmini mi tekrarlamaktadırlar? Bir şeye inanmak doğrudan fanatizm mi doğurur? Tek Allah inancı bir dogma mıdır?

Şüphesiz din adına tarihte Tunçay'ın ima ettiği türden taassuba ve hoşgörüsüzlüğe, hatta katliamlara sıkça rastlanır. Birçok göreceli sakin zamanlar da, 'tahammül etmeye' dayalı bir hassas dengede geçmiş olabilir. Ancak İslam veya başka bir dini, bir geleneği, bundan ibaret saymak ya da bir müminin Allah'a bağlılığının, yani kaçınılmaz 'dogmasının', otomatik olarak dışlayıcı, fanatizm üretici, en fazla tahammül edici bir noktada durabileceğini iddia etmek mümkün değildir. Bir mümin kendi özel hayatında, kendi cemaatinde bir dogmaya bağlanabilir, ama pekâlâ ötekilerle verimli bir tartışma, çok seslilik ve kültürel etkileşim içinde yaşayabilir. Herkesi kapsayan yaşam koşullarını ima eden ortak ahlaka kendisinden değer taşımaya hakkı vardır. Hatta dinlerin en önemli iddialarından birisi de böyle müminler yaratmaktır. Tek kurtuluş yolunun İslam'da olduğuna inanmak başka bir şey, bunu başkalarına dayatmak, farklı olana hayat hakkı tanımamak -fanatizm- ayrı şeylerdir. İslam ve İslam tarihini de bu anlamda kategorileştiremeyiz. Aynı şey diğer din ve gelenekler için de geçerlidir.

Oysa Kemalizm'e veya Türk sosyalizmine baktığımızda, bizatihi iktidar kullanma biçimlerinin merkezinde 'tek doğru' ama bununla asla ayrı düşünülemeyecek o 'tek doğruyu mühendislik ve şiddetle (devrim) kabul ettirme' faaliyeti vardır. Bu faaliyeti denklemden çektiğinizde, ortada anlamlı bir şey kalmamaktadır. Özellikle Kemalizm, bir ideoloji değil, bizatihi ötekilere bir müdahale biçimidir. Çoğunlukla sosyalizm de öyle.

Modernizmin teklik iddiası

2002-2014 sürecine baktığımızda, reformlarla birlikte 'Dindar Kemalizm' ve 'Diktatörlük', 'Yaşam biçimlerine müdahale' ve 'Otoriterleşme' iddialarının gündeme sokulduğunu görürüz. Bunlar fanatizmi çağrıştıran iddialardır ve muhatabı dindar hükümet ve dindar tabandır. İçlerinde benim de bulunduğum bir grup yazar ise, bu söylemlerin, Kemalist, ulusalcı ve sosyalistlerin fanatizminden kaynaklandığını iddia ediyor. Tunçay, 'İslam' genellemesi dışında oldukça doğru bir saptama yapmış. Adeta bir 'kadir-i mutlak'a inanırmışçasına, bu kesimler, laik yaşam biçiminin ve laik totaliterliğin mabedinden konuşuyorlar.

Eğer bu kesimler, laik yaşam biçimi ve totaliter laikliği mutlak kabul ederken, bunu onlar gibi düşünmeyenler üzerinde baskı aracı olarak kullanmasalar, devleti-halkı bu şekilde dizayn etmeye kalkmasalardı, böyle inanıyor olmaları onları otomatik olarak totaliter kılmayacaktı. Zaten bu noktadan baktığınızda, hepimiz belli inançlar, düşünceler, ideolojiler ve zihniyetlere bağlılık gösteririz. Sorun bu bağlılığın, karşılıklı müzakerelerde eşit bir şekilde temsil edilmek yerine, zorla başkalarına kabul ettirilmesinde başlar. İlki demokrasi ve çok seslilik, diğer ise faşizm doğurur. Bu noktada İslam dâhil tüm din ve gelenekler, bu değerlerden neşet etmiş politikalar da fanatiklik veya dogmatizmle peşinen suçlanamazlar. Bugün Türkiye'de özgür ve demokratik siyaseti Kemalist ve ulusalcılar, sosyalistler ve 'liberallerin' bir kısmı değil, AK Parti Hükümeti ve dindar tabanı temsil ediyor. Üstelik bu adımlar, totaliter laik kampın sert müdahaleleri ile karşılaşıyor ki, bu da çok tutarlı.

Türkiye'de laik mahallenin elinde bulunan medya ile yapılan bu kampanyalar, CHP'nin anti-siyaseti, reformlar karşısındaki derin nefret ve direncin gösterişli bir örtüsü olmaktan öteye gitmiyor. Öte yandan, dindar bir parti olarak AK Parti ve tabanı, çözüm süreci ve taziye konusunda, sadece evrensel demokrasi değerlerinden değil -onlar da dinlerden bağımsız oluşmamıştır- İslam'dan yardım alarak eski rejimin endoktrinasyonundan kurtuluyorlar. 'Arab'ın Acem'e üstünlüğünün olamayacağı' (Veda Hutbesi) veya 'Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin' (Maide Suresi, Sure 5, ayet 8) düsturu ile de hareket ediyorlar. İtiraf etmeli ki, bunlar fanatizm üreten değil, onu yok eden bir anlayışı ortaya koyuyor.

Hâsılı, fanatizm ve dogmatizm, totaliterlik veya homojen toplum hayalleri, tarihin herhangi bir zamanında, herhangi bir görüntü, siyaset, inanç kalıbı içinde işlevselleşebilir. Bu bir tür zihniyet hastalığı olarak geneli etkisi altına alabilir ve meşrulaşabilir. Tüm oluş ve olguları evrensel bir tek sabite bağlayarak açıklamak ise, fanatizmin en fazla bilimsellik iddiası içine oturur. Zaten modernizm de teklik iddiası yüzünden fanatikleşmiştir.

BİZE ULAŞIN