Meryem İlayda Atlas: Kim muhafazakâr kim devrimci?

Kim muhafazakâr kim devrimci?
Giriş Tarihi: 29.4.2014 14:59 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:39
Meryem İlayda Atlas SAYI:01Mayıs 2014
Kırmızı çizgilerin ötesinde Türkiye'de muhafazakârlık... Muhafazakârlık, siyasi bir tavır mıdır, sosyal hayatta bir konum alma şekli midir, yoksa bir devlet etme geleneği midir? Bu yazıyı yazmadan evvel Türkiye toplumundaki insanların muhafazakârlıktan ne anladığı konusunda küçük bir araştırma yaptım. Seküler hayat muhafazakârlığı ve Kemalizmin devrimci muhafazakârlığına rağmen yaygın bir görüş olarak muhafazakârlık, yaşam biçimleri üzerinde odaklanıyor. Üstelik kafalar bir hayli karışık. "Türkiye'de muhafazakârlık artıyor mu?" sorusuna aranan cevap, çoğunlukla gündelik hayat alışkanlıklarına işaret ediyor. Hele de bu alışkanlıkların 'din'ile ilişkisi varsa hemen muhafazakâr olarak tanımlanıyor. Bu tanımda haklılık payı da yok değil, zira insanlar inançları üzerinden belli değerlerini muhafaza etmek istiyorlar. Lakin kendisini muhafazakâr olarak tanımlamayan insanların da alışkanlıklar ve değerler konusunda muhafaza etmek istedikleri hiçbir şey yok diyemeyiz. Böylelikle günlük yaşantıya aksettiği biçimde muhafazakârlık okuması yapmak zaten problemli bir durum...

Gelin görün ki, "Türkiye'de muhafazakârlık arttı çünkü içkili hizmet veren restoran azaldı, sosyal hayatta daha fazla başörtüsü takan kadın görünür oldu" cinsinden değerlendirmeleri, bilimsel araştırma olduğunu söyleyen çalışmalarda dahi görmekteyiz. Bu örnekler tam da gündelik hayattan, alışkanlıklardan çekip alınırken, üzerlerinden yapılan değerlendirmeler muhafazakârlığın ideolojik söylemleri ile ilişkilendiriliyor: "İşte bu sebeple muhafazakârlar değişime ve dönüşüme kuşkuyla bakarlar, karşı-devrimcidirler, tutucudurlar, başkaldırmazlar çünkü teslimiyetçidirler, devletle karşı karşıya gelmek istemezler, geleneğin (kutsalın da değil) modern zamanlarda sürekliliğini sağlamak isterler…" Böylelikle hayat tarzı üzerinden yürüyen bir tartışma ile muhafazakârlığın iki yüz senelik tutkalları birbirine yapıştırılmak isteniyor.

Peki, gerçekten Türkiye'de korumak istediği değerleri, yaşam tarzı, giyimi-kuşamı üzerinden devrimci görülmeyen muhafazakârlar, değişimi ve dönüşümü yavaşlatmışlar mıdır? Buna karşılık devrimci söylem, statükodan bağımsız yenilikçi bir söylem geliştirebilmiş midir? 'Köhne' olana karşı 'yeni', devrimci söylemle kurulabilecek midir?

İşte bütün bu soruları 'muhafazakârlığın doğası gereği' üretilen cevaplarla karşılamak mümkün değil. Mesela Türkiye'ye bir bakalım. Kürt meselesi gibi, devletin kadim muhafazakâr reflekslerinin olduğu bir mesele çözüm sürecinde. Yine azınlık vakıf mallarının iadesi, ordu vesayetinin kırılması, toplumun değişip-dönüşmesi gibi konularda kendisini muhafazakâr-demokrat olarak tanımlayan kadrolar adım attılar. Ve muhafazakâr kitlelerden defalarca destek aldılar. Bugün devlet aygıtı hiç konuşulmadığı kadar çok konuşuluyor.

Türkiye'de ortaya çıkan bu yeni durum; 'modern muhafazakârlık' veya 'yeni muhafazakârlık' olarak dünyada dinin yükselmesi ile ilişkilendirilmekte ve ekonomik kalkınma ile daha evvel sindirilmiş aktörlerin kendini göstermesi olarak tanımlanmakta. Açıkçası bu değerlendirmeleri tek tek ele aldığımızda bütünü görmek çok zor. Hele de Türkiye'de muhafazakârlığın dönüşümünü salt ekonomik bir iyileşme üzerinden okumak bana tatmin edici gelmiyor. Tartışma konusu olan ve dergimizde de kapak konusu yaparak ele aldığımız muhafazakârlık, değerler sistemi üzerinden tanımlanan muhafazakârlık.

Benim düşüncem, bugün geldiğimiz noktada devrimciliği yenilikçilikle, muhafazakârlığı tutuculukla özdeşleştiren bir dil kurmak çok sakıncalı ve zaman zaman bizi hayat tarzı üzerinden yürüyen düşmanca tartışmalara götürüyor. Sorunun gelip düğüm olduğu nokta burası… Zannederim ki hep beraber eşit ve farklı yaşayabilmek ve bu düğümü çözmek için ilerleyen günlerde 'Kim muhafazakâr, kim devrimci?' tartışmasını hakikatli bir şekilde yapmamız gerekecek.



Dosyada yer alan makale ve söyleşiler...











BİZE ULAŞIN