Göksan Göktaş: “O yakalamaya çalıştığın an, çekti gitti çoktan!”

“O yakalamaya çalıştığın an, çekti gitti çoktan!”
Giriş Tarihi: 25.4.2014 16:29 Son Güncelleme: 28.11.2014 10:37
Göksan Göktaş SAYI:01Mayıs 2014
Yazılarında günlük hayatı; görünen görünmeyen, sezilen sezilmeyen pek çok cihetinden çözümleyen ve kayda geçiren Haşmet Babaoğlu’yla; modern insanın zamanı yaşama, ‘tüketme’ ve algılama biçimlerini konuştuk… Batı "Vakit nakittir derken", Tanpınar Huzur'da, "Doğu oturup beklemenin yeridir. Aradığınız şeyler ayağınıza gelir bazen" diyor… Yoksa biz vakti de mi ithal ettik?
-Artık dünyanın her yeri Batı! Globalizm dedikleri bu! Geri kalanı kırık dökük gelenek ve nostalji… Dolayısıyla gönlümüz razı gelmese bile 'Batı koşuşturmacası' içinde yaşıyoruz. Fakat ne tuhaf ki; Batılının bir türlü çare bulamadığı, yorgun düşmesine rağmen görmezden geldiği, hatta 'madem öyle daha fazla hız olsun' sarhoşluğunu seçtiği yaşam biçimine, biz her şeye rağmen 'bu işte bir tuhaflık var' deyip direniyoruz.

Ama sonuçta 'hata' veriyor modern insan, hazzı hızda ararken…
-Belki psikiyatride kültürel farklar meselesi bize bir kapı açabilir. Depresyonlarımız aynı değil. Eski Batı dışı toplumların bu 'global zaman' saldırısına direnmeye çalıştıklarını ve oralardaki depresyon vakalarında bu direnişin özel bir dinamik oluşturduğunu düşünüyorum. Batılı depresif de, biz de yataktan çıkmak istemiyoruz. Fakat bizimki bir yıkımdan çok o koşuşturmaya katılmaya karşı bir direnç sanki. 'Battaniyenin altında kalayım, kahve olsun, pencereden dışarı bakayım' istiyoruz ama anlamayıp, ne yazık ki basıyorlar anti-depresanı.

Bir de bir türlü ayağı yere basmayan kişisel gelişim trendlerinde, 'anı yaşa' kavramı ortaya çıktı… Bu mesele de arızalı bir biçimde idrak ediliyor sanki…
-Aslında 'an' çok başka bir şey. Şarkiyatçılar sağ olsun, Batı 'an'la Doğu'da karşılaşmıştır. Batı'da süre vardır, zaman vardır. Bir de vakit… Hani gündelik hayatın zaman dilimi. Doğu'da ise, 'an' hüküm sürerdi. Bugün 'anı yaşama' lafından kuşkuluyum; 'geçmişi boş ver, geleceği de geldiğinde görürüz' algısıyla söyleniyor. Daha da beteri var; 'önemli olan anı yaşamak' diyenlere bakıyorum; 'Boş ver abi başkalarının dertlerini, sen kendi keyfine bak' demenin bir başka türü gibi.

Bu arada 'anı yaşamak' lazım derken bir hakikate vurgu yapmaya çalışanlar da ezilip büzüolüyorlar, 'acaba aynı şeyi mi ifade ediyoruz' diye. Kitaplar çıkıyor anı yaşamak üzerine. Her biri Hint ya da Çin geleneklerinin, Batı'ya göre evrilip çevrilmiş, acayip bir hâle dönüştürülmüş versiyonları. Sen o hayatı yaşamıyorsun ki… Şarkiyatçılar gözlemlerinde, "İslam'da süre yoktur" derler. Bence doğrudur. İki şey vardır. Bir vade… Muhteşem bir şey vade! Aslında bildiğimiz ömür. Diğeri 'Müslümanın vakti'. İbadet vakitlerinin belirlediği zaman yani. Onların dışında kalan 'büyük zaman'ı bilginlere ve ötesini de gayba bırakırlar.

Bugünkü zaman algımızın en büyük sorunu nedir sizce?
-Tanpınar "yekpare geniş bir an"dan söz ediyordu. Müslüman bunu yaşıyordu. Ama bugün yaşadığımız; inançlı olsan da olmasan da seküler bir zaman. Seküler zaman iş güçle ve hızla belirlenir. Bir girdaptır ve içine çeker.

Peki, 'anı yaşamak', -arızalı algılanış biçimi dışında- sizce nasıl mümkündür?
-Laf olarak değil, davranış ve hâl olarak durmayı bilmemiz gerekiyor. Örnek vereyim… Mesela turistsin, Roma'ya gittin. Otelden çıktın. O anda çok tatlı şeyler görürsün. Bir evin önünde iki sarmaşık, üç sardunya saksısı, bir Vespa durur. Şehrin ortasında… Sen ne yaparsın. Fotoğraf makineni çıkartırsın, üç dört kare fotoğrafını çekersin, sonra paylaşmak üzerine onu dijital ortama hapseder ve yoluna devam edersin. Yani sandığının aksine yine durmadın! Fotoğraf çektin. Yine bakmadın, bakmayı erteledin. Ben o yüzden durmak ve bakmak diyorum. Hani eskiler 'bakmak var görmek var' derler ya... İyi de modern insan bakmıyor bile, ne görmesi. Yine turist örneğinden gidelim. 'O sokakta şunu gördün mü?'; 'görmedim'; 'Şunu yaptın mı'?; 'yapmadım'…. Oralardan geçmiş hiçbir şey görmemiş. Oysa dursa görecek. Muazzam bir çeşme var mesela. Ah nasıl güzel! Sen o çeşmeye bakmamışsın, suyuna elini sokmamışsın. Suyuna eline sokmadığın için, onun pırıl pırıl içilebilir bir su olduğunu anlamamışsın. Belki fotoğrafını çektin ama çeşmeyi yaşamadın ki!

Ona dokunamadan geçiyor yani zaman…
-Zamana dokunamazsın zaten ama temaşa edebilirsin. Hem Batı dillerinde, hem bizim dilimizde temaşa aynı zamanda tefekkür etmek demek. Moderniteyle birlikte 'temaşa'nın sadece 'seyretme' anlamı kalmış… Tefekkür etmek kaybolmuş. Aslında mesele sadece durmak değil, basbayağı düşünmek. Nasıl meditasyondan düşünce kaldırılıp uyduruk bir beden sporu haline çevrildiyse, 'temaşa'dan da 'tefekkür'ü kaldırıp sadece seyretmeyi elde tutmuşuz. Buna tekrar geri dönebilir miyiz, emin değilim. Ama ben şunu biliyorum; o turistler gibi davranmayabiliriz. Fotoğraf çekmek için fotoğraf çekmeye dışarı çık, eğer gezmekse derdin gez, eğer bakmak ve görmek istiyorsan bak ve gör… Eğer düşünmek istiyorsan düşün. Bulaşık yıkamak istiyorsan bulaşık yıka. Müzik dinlemek istiyorsan müzik dinle… Hepsini bir arada yapmaya kalkıyorsan, hiçbirini gerçekten yapmıyorsun, yapmadın. Ve o arada yakalamaya çalıştığın an var ya; çekti gitti çoktan!
BİZE ULAŞIN