Zamanı parçalayıp, bölüp her anını programlayarak ona hakim olmaya çalışıp, bu şekilde kendince zamanı kendine köle ettiğini düşünen Batı yeni bir hükümdarlık kurduğunu da zannetmiştir.
Zaman; yapısı ve yüklendiği anlam itibari ile her bilim dalında farklı bir bakış açısı ile yeniden tartışılan ve değerlendirilen bir kavramdır. Fizikte, tarihte, sosyolojide, ekonomide, 'Kelam'da ve daha birçok alanda farklı anlamlara ve de etkilere sahip olan zamanın farklı algılandığı bir diğer alan ise kültürler ve toplumlar arasındaki farklılıklardır. Özellikle Doğu ve Batı; zamana yaklaşım, onu kullanış ve zamandan beklenti anlamında birbirinden tamamen farklı algılara sahiptir. Zamanın farklı algılanışı elbette ki ona yüklenen anlamın da farklılaşması ve ondan beklentinin de değişmesi demektir. Zaman içerisinde Doğu ve Batı arasındaki zamana ait bu algı farklılığı, çeşitli etkenlerle modern zaman algısı olarak ortak bir paydada birleşmiştir.
Bu bağlamda Doğu ve Batı'nın zaman algısı noktasında birbirine en çok yaklaştığı dönem, aynı anda zaman algısının kendi içinde de en büyük anlam değişimine uğradığı 18'ini yüzyıldaki Sanayi Devrimi'nin ortaya çıkışına kadar gider. Makineleşmenin 'hızlı ve çok üretim' şekliyle insan için üretim yapan makineler, birden bire daha hızlı ve daha çok üretim yapabilen ve insanı yalnızca bu süreç için kullanan araçlara dönüşmüştür.
Artık insana hizmet etmesi gereken zaman; birden daha fazla üretim ve kâr amacı bağlamında insanın kendisine hizmet ettiği ve hatta kendisini ona kurban ettiği bir kavrama evrildi. Avrupa'da başlayan Sanayi Devrimi hızlı bir şekilde tüm dünyaya yayılmış ve öncesinde ay merkezli takvim kullanan, ibadet vakitlerine ve dolayısıyla güneşin doğuşu ve batışına göre, yani bir nevi doğanın kendi düzenine göre yaşayan Doğu, Batı ile birlikte planlanmış saat ayarlarına geçmiştir.
Kadim dinlerde var olan öteki dünya algısı, zamanın bu dünya ile sınırlı olmasını engellemiştir. Öte dünya, zamanı asıl dünyaya geçiş için bir araç olarak kullanır. Her gün tüketilen zaman; yalnızca yok olmayı değil varılacak hedefe yaklaşıp gidilecek asıl dünyaya olan yolculuğun da bir işaretidir aslında.
Hâlbuki modernite ile birlikte sekülerleşmeye de başlayan toplumlarda zaman artık tümüyle bu dünya içerisine sıkıştırılmıştır. Zaman algısını bu dünya ile sınırlı kılan seküler modern dünya, doğaya ve tabii bu vesileyle zamana da hâkim olmaya çalışan Batı'da zamanı hükmedilmesi gereken bir yapı olarak ele almıştır.
Zamanı parçalayıp, bölüp her anını programlayarak ona hâkim olmaya çalışıp, bu şekilde kendince zamanı kendine köle ettiğini düşünen Batı yeni bir hükümdarlık kurduğunu da zannetmiştir. Kendini zamanın hâkimi sanan bu yeni modern zaman insanı, hâkimiyetinin en büyük delili olarak belirli zaman aralıklarında yapılması gereken işleri ve ilişkileri de belirler. Bu nedenledir ki modern zamanlarla birlikte bu dünyaya ait yapılacak her davranış hissiyat ve fikir üretiminin belli bir yaş, dolayısıyla zaman aralığı vardır.
Fakat dünyaya geliş aşamasında dahi bir bekleme süreci, olgunlaşma, yeterli ve hazır olma durumu mevcutken, moderniteyle birlikte her şey hızlanmaya başladı. Modern zamanda artık var olan döngüye yetişmesi ve hep bir amaca ulaşması gereken hayat tarzları şekillendi. Durmak, beklemek, sabretmek ya da olgunluk beklemek hep bir gecikme ve eksiklik olarak algılandı bu çağda.
Günü saatlere bölmek ve her dakikasını kendimizce planlamanın yanında, bir de hayatımızı bölümleyebilme becerisi de eklendi modern zamanda. Bitirilmesi gereken okullar, başarılması gereken işler, yapılması gerekli bir evlilik, alınması gerekli birer ev ve araba… Tümü belirli zamana ve yaş aralıklarına sıkıştırılan bu gereklilikleri yerine getiremeyen, zamana yetişemeyen, var olan düzene tam olarak uyamayan insanlarda eksiklik, yanlışlık ve yetersizlik hissi ortaya çıkmaya başladı. Bu durumda baş etmeye çalışan insanlar daha fazla çabalamaya, hayatı ıskalamamaya gayret ediyor. Ya da tamamen kendini bırakarak hayattan vazgeçme, anksiteye, depresyon gibi uzun vadeli ve etki alanı geniş şikâyetlere düçar olabiliyorlar.
İnsanı zamana hapseden bu yeni yapı, insanın kendini anlamlı hissedebilmesi için yeni değerler üretmeye çalışıyor. Bu yeni hâkim ve müdahil olma hali insanı zamanın üzerinde etkisi varmış hissi yaratarak kendine değer yaratmasını sağlıyor. Batı'nın bu değerli olma ve anlamlı kılma hikâyesi, modern zaman insanına beklenenden daha fazla yük getirdiğinden, zamanı anlamlı kılmak adına insanı daha fazla yorma ve tüketmeye sebep oluyor. İste bu sebepledir ki artık çok meşgul insanlarımız, bitmeyen işlerimiz, kıştan 'ajandaya düşülen' ve asla bozulmaması gereken tatil planlarımız ve yanımızdan ayırmadığımız randevu defterlerimiz oluştu.
Aslında modernite ve makineleşmeyle birlikte bir şeylerin hızlanması, kolaylaşması ve insana daha fazla zaman kalması gerekirken neden bu çağda insanlar daha fazla meşgul olmaya başladılar? Çünkü artık kendisini yalnızca meşguliyetle var eden yeni bir nesil oluştu. Bir yandan hiçbir şeye vakti kalmadığından şikâyet ederken öte yandan aslında kendini ancak bu şekilde aşırı meşgul kılarak var edebilen bir nesil.
Aşırı meşguliyetin bir nedeni modernite sonrası var olabilme çabaları içerisinde kendine yer bulabilmek iken, bir diğer nedeni ise kendi ile baş başa kalmaktan korkan insanların her geçen gün artmasıdır.
Gece yastığa başını koyduğunda düşünmesi gereken bir iş ya da zihnini meşgul eden bir mevzu olmadığından, kendi başınalığı yaşamak istemediğinden gece yatağa girmeye korkan insanlar da bunlardan bir kısmı. Öte yandan, sabah kalktığında eğer o gün için planlanmış bir işi, zihnini meşgul eden bir planı yoksa birden korkuya kapılıp bir nevi varoluş anlamını yitirmiş gibi hisseden insanların sayısı her geçen gün artıyor. Ve bu şikâyetlerle her gün psikologlara koşan bir sürü iyi eğitimli, kariyer sahibi ve 'aşırı meşgul' insanlar oluşuyor.
Elbette modernite tek müsebbibi değil bu hâllerin. Zihnimizi ve bedenimizi fiziksel ve zihinsel olarak devamlı meşgul kılan teknoloji ve sosyal medya iletişim araçları bu hâlin en önemli sebeplerinden diğerleridir.
Elimizdeki telefonlar, tablet bilgisayarlar ya da iPad'lerle her an ya oyun oynuyor, mesaj çekiyor, bir şey paylaşıyor, yazı okuyor ya da birileri ile konuşuyoruz. Bir nevi zihnimizi kendimizden kilometrelerce öteye atıyoruz. Adeta çocuğunu uzun bir seyahat esnasında meşgul etmeye çalışan bir ebeveyn gibi zihnimizi mümkün olduğunca kendimizden, düşünce ve duygularımızdan uzak tutmaya ve oyalamaya çalışıyoruz. Çünkü kendimizle kaldığımız an düşünmeye sorgulamaya ve hissetmeye başlarız. Ama gündelik koşturmacalar içerisinde bu duygu ve düşüncelere zaman yoktur!
Öte yandan, gittikçe narsistleştiği söylenen bir toplumun, kendileri ile ilgilenmediklerini söylemek ne kadar gerçekçi olabilir? Evet, kendimizle, görünüşümüzle, nerede olduğumuz ve ne yiyip ne içtiğimizle fazlasıyla ilgileniyoruz. Fakat asla kendimizle zihinsel olarak baş başa kalıp nasıl olduğumuz ve ne yaptığımıza dair bir düşünce aralığı oluşturamıyoruz.
Modern zamanlarda eğlenceyi, aksiyonu, bilgiyi yani bir nevi zihnimizi devamlı meşgul tutmayı önemli ve değerli buluyoruz. Öte yandan kişinin kendine vakit ayırması, zihinsel olarak bir boşluk yaratması için öncelikle bilinçli olarak bunu istemesi gerekiyor.
Dolayısıyla kişinin sadece kendi zihnini dinleyebilmesi için ihtiyacı olan boş zamanı özellikle bilinçli olarak ve belki de çaba sarf ederek oluşturması ve orada kalmayı sağlaması şart. Peki, işlerimizi bu kadar kolaylaştırması ve hızlandırması gereken teknolojik gelişmelerin ardından bile hâlâ bu denli meşgul olmamız neye işaret ediyor olabilir? Acaba zihin olarak kendimizi meşgul etmemiz aslında bu meşguliyeti bir modern zaman değeri olarak görmemizden kaynaklanıyor olabilir mi?
Zaman kendi anlamını, zihni her an meşgul tutmakta mı buluyor acaba? Zamanı durduramayacağını anlayan insanın acizliğini reddedebilmek için zamanla giriştiği bir iktidar savaşı olarak okunabilir mi bu hâl?
Gerçekten çok meşgul olan ve bu durumdan hoşlanmayan insanlar genellikle övünmek için pek zaman bulamaz ve yaptıkları işten gerçekten çok yorulduklarından bunu pek dile getirmezler. Öte yandan, kendi meşguliyetinden memnun ve aslında tek istediği biraz övgü ve takdir olan modern zaman insanı bu meşguliyeti dile getirerek istediği ilgiye ulaşabilmeyi ve bir yandan da kendini var olan durumun önemine ikna etmeye çalışır aslında.
Bu mutluluk şekli de aslında hedefe yönelik yaşama biçiminin ortaya çıkardığı bir durumdur. Modern zamanla gelen hedef odaklı yaşam, kişinin meşguliyetle birlikte hedefine daha da yaklaştığı hissini verir. Tamamen hedefe kilitlenen kişiler için başka bir mutluluk yolu da yoktur zaten. Öte yandan anın farkına bile varamazlar ama yaptıkları işlerle şimdiye, geleceğe ve hatta geçmişe çok katkıları olduğunu düşünüp kendi varlıklarını bu şekilde anlamlı kılma yarışında sona kalmamaya çalışırlar.