TEVHİT YOLUNDA MÜCADELECİ BİR KALEM: YAŞAR KAPLAN

Arif Dülger 07 Mart 2023, Salı
Yazar, tercüman, fikir adamı Yaşar Kaplan 71 yaşında hayata veda etti. Bir süredir pankreas kanseri tedavisi gören ve 7 Ocak’ta Almanya’da vefat eden Kaplan, Tacettin Dergâhı’na defnedildi. 28 Şubat’ın şiddetine en fazla maruz kalanlardan biri olan yazar, uzun süredir Türkiye’ye hasret çekerek yurt dışında yaşıyordu. Düşüncenin Temel Dinamikleri, Sıfır Üç Depremleri, Kalem ve Kelepçe, İdris’in İdris, Dönemeçler adlı kitapları yazan Kaplan, Abdülkadir es-Sufî (Ian Dallas), William Faulkner, Sıddıkî gibi farklı isimlerden hikâye, biyografi, ekonomi, tasavvuf türünde çevirilere de imza attı. Son yıllarda kitapları tekrar okurla buluşan Yaşar Kaplan’ın Türkiye’ye dönme ve yeni bir dergi çıkarma planlarına ömrü vefa etmedi. Aylık Dergi’de dönemin gündemdeki konularına özgün bakışlar sunan Kaplan, pek çok gencin edebiyat dünyasında yer edinmesine de yardımcı oldu. Bu gençlerden biri de naaşının Türkiye’ye getirilişinde etkin rol oynayan şair-yazar Arif Dülger. Dülger, 40 yıldır tanıdığı Yaşar Kaplan’ı Lacivert’e anlattı.

Rahmetli Yaşar Kaplan ile üniversite yıllarında tanıştınız, dönemin ruhu ve Kaplan'ın fikir-kültür dünyasındaki kıymeti hakkında neler anlatmak istersiniz?

İstanbul İnşaat Teknik Lisesi'nde yatılı olarak tahsilimi sürdürdüğüm günlere (1977-1981) tekrar bir göz attığımda taşradan gelen bir çocuğun gurbet, yalnızlık ve parasızlık dolayısıyla sevgi, şefkat ve ilgi arayışlarına sarınarak hayatı tanımaya ve yenmeye yenmeye çalıştığını görüyorum. O yıllarda ülkemizin içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortam tam bir kaos hâliydi. 12 Eylül Askeri Müdahalesi toplumun her kesiminin üzerine balyoz gibi inmişti. Özgürlüklerin kısıtlandığı, güven ortamının olmadığı bir ortam, anti-demokratik ve baskıcıydı haliyle. Toplum bir cinnet halini yaşıyordu âdeta desek abartmış olmayız. Anarşi ve ölüm kol kola geziyordu ortalıkta. Anne-babalar akşam evlatlarının eve sağ salim dönüp dönemeyecekleri endişesiyle yaşıyorlardı her gün. Televizyon haberleri o gün kaç kişinin teröre kurban gittiğini saymakla başlıyordu. Ben yatılı lise yıllarımda bunları yaşayarak üniversiteye adımı attım. Üniversitedeki bölüm tercihim bile mesleki ve teknik bir okulda okumama rağmen toplumsal olayların da etkisiyle toplum yönetimine kaymıştı. Siyasal Bilimler Fakültesi'ne bu eğilimlerle girdiğimde askeri müdahale yapılmış ve demokrasinin bozulan ayar ve saatleri tekrar çalıştırılmaya başlanmıştı. Özal'lı yılların başlamasına az kalmıştı. İşte böylesi bir sosyo-kültürel ortamı müteakiben, şâir dostum Süleyman Çelik'le fakülte yıllarında aynı öğrenci evini paylaştığımız sıralarda, şiir çevremiz ve çizgimizin de uzun yıllar müştereklik arz edeceğini bilmiyorduk elbette. Süleyman Çelik, şiire benden önce başladığı gibi edebiyata yatkınlıkta ve yetkinlikte de her zaman benden bir adım daha ileride olmuştur. Kendisiyle ortak ilgilerimiz, ortak edebiyat ve sanat dostları, faaliyetleri ve tanışıklıklarını da beraberinde getirdi. Yaşar Kaplan'la da ilk diyaloğumuzu 1982 yılında birlikte ve fakat ayrı ayrı mektupla yazışarak kurduk. Şiir alanında ilk ciddi yönlendiricimiz Yaşar Kaplan olmuştur. Düşünce, fikir, ahlak ve ekonomi alanında temel esasların sarsıldığı bir içtimai ortamda tutunduğumuz bir ip olmuştu Yaşar Kaplan ve çıkardığı düşünce-edebiyat dergisi. Yaşar Kaplan fırtınalı bir ortamda gemimizin kaptanıydı. Düşünce ve fikir dünyasında ayaklarımızı yere nasıl basacağımızı, nasıl basmamız gerektiğini onun yönlendirici çabaları ve tavsiyeleri sayesinde öğrenmeye başladık diyebilirim. Toplumsal ve bireysel olarak itiraz ve isyan duygularına koşut olarak, bir nevi öğretmenlik vazifesini üstlenen Yaşar Kaplan ve 10 yıl boyunca çıkardığı Aylık Dergi, İslami düşüncenin edebiyat dâhil her alanda var olma ve topluma nüfuz etme mücadelesinin bir başka adıydı. Aylık Dergi tecrübemiz, daha sonra Ayane, Kayıtlar, Kardelen, Düş Çınarı, Edebiyat Ortamı, İslami Edebiyat, Kırağı, Özülke vb. dergilerle kurduğumuz ilişkilerin sağlam zemini oldu bence.

Aylık Dergi, hem birçok ismi yetiştirdi hem de dönemin olaylarına karşı özel bir tavır aldı. Bugünden baktığınızda derginin önemini ve o günlerdeki hikâyesini nasıl hatırlıyorsunuz?


Yaşar Kaplan, hayatı boyunca ve yazdığı eserlerde esasen "hakikat"in, insanı yalnızlaştıracağını savunmuş bir öncü edebiyatçımızdır. Devrimcidir, sorgulayıcıdır, yol açıcıdır, müteharrik, tavizsiz ve mücadelecidir her yönüyle. İslamcı diye nitelenen edebiyatın 80'li yıllardaki müstesna dergilerinden biridir Aylık Dergi. Deneme, hikâye ve eleştirel yönleri ağır bassa da şiirin ayrı bir yeri vardır dergide. "Şiir Özel Sayısı" ve soruşturmalarıyla dikkat çekmiştir zamanında. Bu sebepten, İslami düşünce eğilimindeki yeni kuşağın etrafında toplandığı önemli bir yer olmuştur Aylık Dergi. Çok sayıda genç şair ve yazarın (ilk aklıma gelenler Necati Polat, Ahmet Kekeç, Cafer Turaç, Ali Sali, Şakir Kurtulmuş, Süleyman Çelik, Hicabi Kırlangıç, İbrahim Eryiğit, Hüseyin Bektaş, Üzeyir Sali, Sıtkı Caney, Selim Erdoğan, Arif Dülger, İsmail Karakurt gibi) tanınmasına imkân sağlamıştır diyebiliriz. Gençlerin yanında orta kuşaktan, kendini yetiştirmiş yazar ve sanatçılara da (Mevlüt Ceylan, Osman Sarı, Mehmet Ay, Metin Önal Mengüşoğlu, Murat Kapkıner, Mustafa İslamoğlu, Metin Demirci, Nurettin Durman, Orhan Kuyu gibi) sayfalarında yer vermiştir.
Seksenli yıllarda bir elin parmaklarını geçmeyen edebiyat dergilerinden biriydi, Aylık Dergi. Yaşar Kaplan yönetimindeki dergide kimi zaman akideye ilişkin ehl-i sünnet özel sayısı gibi, edebiyat alanında şiir özel sayısı gibi özel sayılar, ilginç soruşturmalar yayınlanırdı. Yaşar Kaplan'ın, İslami Analiz adlı bir internet sitesinde yer alan şu ifadeleri onun bireysel ve sanatsal hikâyesine ışık tutar diye düşünüyorum: "…Susarak bir hüzün büyüteceğiz. Ve susarak yazacağız bu destanı biz. Gurbet bazılarını boşaltır, bazılarını doldurur. Her iki halde de hem birey, hem toplum için hayırlı bir ayıklanma söz konusudur. Biz kendi ülkemizde de vatan hasreti çekerek yetişmiş bir neslin mensubuyuz. Sanatçı, esas itibariyle kendi toplumunda da gurbeti yaşayan ve hasreti hiç bitmeyen kişidir. İnsan okumamakla neler kaybetmekte olduğunu ancak okumaya başladıktan sonra anlayabilir." Aylık Dergi için, Pakdil Usta'nın "Ey insan seni savunuyorum, sana karşı" anlayışının bir devamı denilebilir. Yaşar Kaplan gibi "parlak bir zekâ ve yüksek edebî zevk sahibi" bir insanı anlatmak apayrı bir mevzu.

1985 baskısı Demokrasi Risalesi adlı kitabı sonrası üç yıl hapis yatıyor. Nedir bu kitabı tehlikeli yapan (!) özellikler? Kaplan'ın hapishane yıllarına ve açılan davalara bakışı nasıldı?


Gerek Demokrasi Risalesi'nin yazıldığı dönem ve gerekse post-modern darbe de denilen 28 Şubat 1997 askeri müdahale günlerinde Yaşar Kaplan'ın yazdığı yazılar, düzenin yerleşik ve müstebit çevrelerini rahatsız etmişti şüphesiz. Ama asıl önemlisi, İslamcı edebiyatın 1980'li yıllardaki ünlü isimlerinden olan Yaşar Kaplan'ın hikâye, deneme ve eleştiri yazılarını kendi adı yanında müstear (Zeytin Refref, Kevser Elgin, Mümin İslamsever) imzalarla Edebiyat Dergisi, kurucusu olduğu Aylık Dergi ve Bu Meydan dergilerinde sergilediği orijinal tavrı, sivri dili ve Kur'an mesajını önceleyen fikrî titizliği ile hem Müslüman çevrelerin geleneksel anlayışlarını sarsan, itiraz eden, sorgulayan yanı idi.
İktibas Dergisi'nin 1998 yılı Temmuz ayına ait bir sayısında yayınlanan ve "Allah'ı Bırakıp Kullarını Rabb Edinenler" başlıklı yazısı Yaşar Kaplan'ın hayatını şekillendiren düşünce dünyasını yansıtması bakımından çok anlamlıdır. Burada bunu zikretmeden geçemeyeceğim. Kaplan'a göre; "Kur'an düşünce sisteminin temelini, tevhit inancı oluşturur. Bütün peygamberlerin temel ve öncelikli görevi de, insanları tevhit inancına çağırmak, insanların kulluk edilmeye layık tek varlık olan Allah'ı tanımaları gerektiğini anlatmak ve Allah'ı bırakarak başkalarına kulluk etmelerine engel olmak için tebliğ ve irşatta bulunmak, gerekirse tevhit inancı uğrunda hicreti ve cihadı göze almaktır." Bu doğrultudaki hayatı ve yazılarıdır ki Yaşar Kaplan'ı unutuluşlara, sürgünlere, mahpushanelere ve gurbete sürüklemiştir.


Bu yanına kurulu düzenin hak ve hukuk anlayışına da ironik göndermeler yaptığı Demokrasi Risalesi adlı kitabındaki fikirler de eklenince, bir dönemin zihniyet prangası 163. Madde duvarına çarpması kaçınılmazdı. DGM tarafından, 6 yıl 3 ay hapis cezasına bu kitap yüzünden çarptırıldı. 3 yıla yakın Bursa E Tipi Cezaevi ve Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde yattı. Benim gerek yargılama sürecinde gözaltı ve hapis dönemlerinde ve gerekse cezaevi sonrası dönemde şahit olduğum kadarıyla tavır ve düşüncelerinden hiçbir ödün vermedi. Pişmanlık emaresi göstermedi. Vefatından sonra ardından bazı yazarların yazılarında dikkat çektiği gibi "..medeni cesareti çok yüksekti, pervasızdı". Bu üslûp ve dil bazı çevreleri oldukça rahatsız etti ve giderek dışlanmasına, gözden kaçırılmasına, yok sayılmasına yol açtı. Gurbette vefatı ve cenazesinin yurda getirilmesiyle tekrar hatırlandı. Cenazesine devletin üst düzey katılımı ve ilgisi (TBMM Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç, eski-mevcut bazı vekiller), yazar ve sanatçı dost ve tanıdıklarının şehadetleri yanında defin yerinin Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın tensip ve talimatları doğrultusunda İstiklâl Marşımızın yazıldığı mekân olan Tâceddin Dergâhı haziresi olması ile uğurlanışı ve ölümü vesilesiyle hatırlanışı yazar Süleyman Arslantaş'ın ifadesiyle "görkemli" ve bir dönem verilen cezalara karşı bir cevap oldu.

12 Eylül sonrası devlet görevinden istifa ediyor, kitap nedeniyle hapse giriyor, 28 Şubat sürecinde davalar açılıyor, müstear isimlerle yazmaya devam ediyor, Nisan 1999'da Almanya'ya gidiyor, burada dergicilik faaliyetlerini sürdürüyor. Son röportajında da dergi çıkarma aşkının devam ettiğini öğreniyoruz. Siz de Aylık Dergi günlerinde beraberdiniz. O dönemin gençleri kimlerdi, Kaplan'ın mücadele tutkusu hakkındaki gözleminiz nedir?


Yaşar Kaplan'ın Demokrasi Risalesi'nden dolayı Bursa Cezaevi'ne girmesi üzerine Aylık Dergi sahipliğini üstlenen İrfan Can'la birlikte Hicabi Kırlangıç, Orhan Kuyu, Mustafa İslamoğlu, Metin Demirci, Ömer Çelik ve Arif Dülger'in de aralarında bulunduğu bir grup genç dostu dergi çalışmalarına omuz verdiler. 1988 yılına kadar dergi yayınını çeşitli maddi zorluklarla devam ettiren bu isimler, tahliyesinden sonra dergiyi kendisine teslim etmişlerdir. Bir önceki sorunuzda Kaplan'ın karakterinin temel özelliklerine değindiğim gibi mücadelesinin haklılığına tam inanmış, bu uğurda son nefesine kadar üretmeyi ilke edinmiş, belli bir cemaate ve gruba mensup olmayan, bağımsız, tek kişilik bir ordu gibi mücadele azmi ile kuşanmış, muvahhit bir Müslüman, titizlikte emsâline az rastlanır bir kalem erbabı, fikir adamı ve entelektüel bir insandı. Allah rahmet etsin, mekânı Cennet olsun.

Fikir yazılarının yanı sıra dönemin öncü diline sahip bir öykücü kendisi. Nuri Pakdil mesela, "İdris'in İdris" adlı öyküsüne Edebiyat Dergisi'nin bir sayısını ayırmış. Hem Pakdil ile ilişkisini soralım hem de Türk edebiyatında bu alandaki kabulü ve dönemin eleştirileri hakkında neler söylemek istersiniz?


-"İdris'in İdris" adlı öyküsü hepimizin bildiği gibi Nuri Pakdil yönetiminde çıkan Edebiyat Dergisi'nin bir sayısında müstakilen yayınlanmış bir öyküdür. Bu bile Pakdil Usta ile Yaşar Kaplan ilişkisini anlatmaya yeter de artar bile. Fakat aynı kutupların birbirini itmesi gibi bu iki edebiyat ve fikir adamının mizaçları dolayısıyla bu edebiyat yolculuğu nihayete erdi bir noktadan sonra. Fakat ölüm ve kader-i ilâhi, ikisinin de ruhi ve düşünce yakınlıklarına mâni olamadı ve aynı mekânda kıyameti beklemeye yoldaş-arkadaş kıldı onları.
"İdris'in İdris", uzun bir hikâye. Felsefe öğretmeni olmasına rağmen, kadrosuzluktan, tabiat şartlarının çetin olduğu kırsala, doğup büyüdüğü köye ilkokul öğretmeni olarak atanan bir öğretmenin memleket evlâtlarına bir ışık olabilme, bir insan kazanabilme, toprağa bilgi ve hikmet tohumu atma çaba ve idealini anlatıyor, ana hatlarıyla eser. Kitap, iki uzun hikâyeden oluşuyor. Kitaba adını veren ilk öykü olan "İdris'in İdris"e bir irfan atlası dense yeridir. Türk dilinin devrimcisi ve inanca bağlanmanın ustası Nuri Pakdil tarafından çıkarılan Edebiyat Dergisi'nin 1979 Ocak sayısı tamamen bu öyküye ayrılarak yayımlanmış ve edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılanmış. Hoş, Yaşar Kaplan, bazı edebiyat çevrelerinde ısrarla görülmek istenmeyen bir imza olsa da, eserleri ve hayat mücadelesiyle Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı içinde kendine sarsılmaz bir yer edinmiş ve bugün öykücülüğümüzün ana damarlarından biri haline gelmiştir.


Hayatının son dönemine baktığımızda muhafazakâr kesimin vefasızlığından, kıymet bilmezliğinden yakındığını görüyoruz. Ayrıca gençliğindeki bazı radikal görüşlerini sorguladığı söylendi. Bir özeleştiri dönemine girmiş miydi, kitaplarının yeniden yayımlanması karşısında neler hissetti, Türkiye merkezli düşüncesi ne durumdaydı, Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor muydu?


Elbette düşünüyordu, kendince dönüş şartlarının uygun hâle gelmesini bekliyordu. Ama buna ecel ve menhûs hastalığı müsaade etmedi. Yalnızca 28 Şubat'ta değil, hayatının her safhasında bir cesur kalem olan, vatanına hasret giden Yaşar Kaplan, bildiğim, tanıdığım kadarıyla hiç umutsuzluğa kapılmadı, vefasızlıktan şikâyet etmedi, zorluklar, yoksunluklar karşısında pes etmedi. İltica etmek zorunda kaldığı Almanya'da ülkesini hiç unutmadı, ülkesini hep sevdi, ülkesinden ve insanından ümidini hiç kesmedi. "Türkiye Sevdası" tüm benliğini kapladı, sürgün ve gurbette geçen hayatının son yıllarında. Bu meyanda ciltler tutacak kadar notlar aldı, öykü, günlük, mektup türünde yazılar ve denemeler kaleme aldı. Çok şükür gün yüzü görmemiş notları ve çalışmaları kardeşi İbrahim Kaplan ve hayatının her döneminde kendisinin en büyük maddi ve manevi destekçisi, tilmizi Dr. Cengiz Kalkan tarafından vefatının hemen akabinde, defninden birkaç gün sonra Almanya'ya gidilerek yaşadığı gurbet evinden alınarak muhafaza
altına alındı.

Benzer Haberler

Burada hikâyelerini okuduğunuz her bir hanımefendi, kadın ve anne olmayı, bir kadının anne olmaktan ibaret olmadığını, ev, çocuk ve varoluşları arasında nasıl dengekurduklarını anlattı ve anneliğin de kadınlığın da sadece parça ile bütün arasındaki ilişkinin temsil aracı gibi bir şey olduğuna dikkat çekti. Kendilerine yönelttiğim sorulara, sorunlarımızın tespitine değil, çözümüne dair gerçekten de işimize yarayacak sahici cevaplar verdiler. Yaklaşık dört yıldır devam eden Çocuklarla Koşan Kadınlar söyleşi dizisini elbette bir yerde nihayete erdirmem gerekiyordu. Kendilerini bu dünyaya rasgele bırakmayan, kendi varlıklarının hükmünü yürütebilen, dünyaya bir anlam arayışı içinde kök salabilen ve en önemlisi bunu bir sorumluluk olarak duyabilen birbirinden kıymetli otuz dokuz ismi ağırladığım bu köşeye bir son yazmak düşündüğümden daha zor oldu. Çünkü kırkıncı isim öyle bir isim olmalıydı ki, hikâyesi hem bir son hem bir başlangıç olsun. Haftalarca düşündüm ve oldukça sıradan bir kadının aslında sıradan olmayan hikâyesi ile bu diziyi nihayete erdirmeye karar verdim. Çünkü bu Çocuklarla Koşan Kadınlar üst başlığı altında belki de asıl dikkat çekmeye çalıştığım şeyin özü olacaktı. Bu topraklarda sıradan görünen ama aslında sıradan bir hikâyesi olmayan belki de milyonlarca kadın yaşadı, yaşıyor. Şimdi sizlere emeğinin görünür olup olmamasıyla ilgilenmeden; her ne koşulda olursa olsun daima üreten, mücadele eden, iyi bir insan olmayı tek bir çerçeve içine girmeden başarabilen, ömrünü 7 çocukla koşarak yaşayan ve belki de hayatı boyunca didindiği her şeyde sadece Allah’ın rızasını gözeten bir kadından, iki yıl evvel kaybettiğim annemden bahsedeceğim…

Sümeyra Keleş Yerkel, tarih mezunu, sosyoloji ve medya/iletişim bölümlerinde yüksek lisans yapmış, uzunca bir süre TRT World’de çalışmış, Kültür ve Turizm Bakanlığında bakan danışmanlığı gibi kimi görevler yürütmüş, halihazırda medya veri analisti olarak çalışan, msu gibi bir özgeçmişe sahip biri. Ama bütün bunların dışında Sümeyra’nın herkesin bilmesini istediğim bir başka hikâyesi var. Sümeyra iki evlat annesi. Biri özel… Yerkel’in ve dolayısıyla Emir Zahit’in hikâyesinin peşine düştüğümden bu yana tarif etmekte güçlük çektiğim bir yumru taşıyorum boğazımda. Kurucu ortağı olduğu, “özel çocuk” sahibi anne olmanın getirdiği duygu ve deneyimlerinini paylaştıkları Hemhâl Podcast’lerini, uzunca bir süre mutfakta çalışırken, trafikteyken dinledim. Sonunu bilmeme rağmen onlarca kaydın sonunu kaygı içinde bekledim. Çok kez kalakaldım, öylece. O tutulmayı yine Sümeyra ve Hemhâl Podcast ortağı Ümran’ın her şeye rağmen şükür dolu sesleri bertaraf etti. Hele, “Emir Zahit’i Yolcularken” bölümü… Arabayı sağa çektim. Bir süre kaldım orada. İnsanlığımın, anneliğimin derinliğiyle yüzleşmemi sağlayan cinstendi. Hayatı normal, sağlıklı akışında yaşayan insanları alabora edecek türden bir hikâyenin içindeydim resmen. “Beklenen bir olay olarak görülen ölüm, bekleyişe son vermeye muktedir değildir.” diyordu Borgna. Bunu gördüm; Emir Zahit’in ölümü Sümeyra’nın bekleyişine son vermemiş. Bilakis, sabır ve tevekkül içinde bekleyen bir anne görüyorum hâlâ. Her birimiz anneliğe dair edindiği deneyimi avucunda tutsun evet, fakat şimdi bir başka göz ve kulakla bir özel çocuk annesini, Sümeyra’yı dinleyelim… Çünkü inanıyorum ki bu hem bize hem her gün yanımızdan geçen başka özel gereksinimli çocuk annelerine, hem de Sümeyra’ya iyi gelecek.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.