Türkiye denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri bağımsızlığımızın destanını şiir formunda bizlere hediye eden, istiklalimizin olduğu kadar, istikbalimizin de marşının yazarı Mehmet Akif Ersoy. Dinî ve millî duygularımıza hitap eden mısralarıyla bize hangi milletin mensubu olduğumuzu unutturmayan Mehmet Akif 'in doğum ve ölüm ayı olan Aralık geldiğinde bizim de onu unutmayacağımızı, her zaman hatırlayacağımızı belirtmek gerek. Doğumunun 147'nci, vefatının 84'üncü sene-i devriyesinde Lacivert olarak istiklal şairimizi anmadan geçmedik. Günümüzde onu en doğru şekilde anlatacak isimlerin başında gelen Prof. Dr. Mehmet Narlı ile gençlik günlerinden İstiklal Marşı'na, şiirine ve davasına kadar Akif 'in hem siyasi hem de fikri hayatını konuştuk.
Mehmet Akif Ersoy'un ailesinden, yetiştiği çevreden bahsederek başlayalım İsterseniz.
Mehmet Âkif'in babası, İpekli Tahir Efendi; 1826'da hâlen Kosova sınırları içinde kalan İpek ili İstok (İstog) İlçesi Suşisa Köyü'nde doğmuş; 1888'de İstanbul'da ölmüş bir Osmanlı âlimidir. İpekli Nureddin Ağa, oğlu Tahir'i 12-13 yaşlarındaki dinî eğitim alıp yetişmesi için İstanbul'a gönderir. Tahir Efendi, İstanbul'da çok iyi bir eğitim alır, Yozgatlı Mahmud Efendi'nin derslerine katılır. En itibarlı eğitim müessesesi olan Fatih Medresesi'nde baş müderrisliğe kadar yükselir. Tahir Efendi, aynı zamanda Nakşî-Halidî şeyhi Feyzullah Efendi'nin müritleri arasına katılır. Derviş Efendi'nin ölümü üzerine, dul kalan eşi Buhara asıllı Emine Şerif Hanım ile evlenir. Bu evlilikten Mehmet Âkif ve Nuriye doğar. Akif, bir mülakata verdiği cevapta annesinin çok hassas, abid ve zahit bir kadın olduğunu ayrıca şiir ve inşaya çok meyilli olduğunu söyler. Tahir Efendi, Âkif'in doğumundan sonra, Çanakkale Bayramiç Karşıyaka Camii'ne imam olarak tayin edilir. Akif'in Bayramiç doğumlu görünmesinin sebebi de budur. Gerçekte Fatih Sarıgüzel'de doğmuştur. Babası oğluna ebcet hesabıyla 1290 (1873) olan Ragıyf mahlasını vermiştir. Adı Mehmet olan şairimizin mahlası da Akif olarak kütüğe kaydedilmiştir. Süleyman Nazif'in dediği gibi Mehmet Akif ayarındaki büyük bir şairi, mücahidi ancak böyle bir baba ve anne dünyaya getirebilirdi. Gerçekten de Akif'e bir ucu Buhara diğer ucu Kosova olan medeniyetin çocuğu demek çok anlamlı olacaktır.
İlk eğitimini nerede aldı ve tahsiline nasıl devam etti?
İlk tahsile dört yaşındayken Fatih civarındaki Emir Buhari mahalle mektebinde başlar; Fatih'teki iptidai mektebine ardından Fatih Merkez Rüştiye'sine devam eder. Babasından Arapça ve Farsça öğrenmeye başlar. Fatih camiinde ikindiden sonra Gülistan, Hafız divanı gibi eserleri okur. Okulda Türkçe, Arapça, Acemce ve Fransızcada daima birincidir. İlk okuduğu şiir kitabı Fuzuli'nin Leyla vü Mecnun'udur. Rüştiye'den sonra Mülkiye'nin idadi kısmına girer ve üç yıl sonra mezun olup âli kısma geçer. Ancak dördüncü sınıfta iken babası vefat eder. Bu arada Mülkiye Baytar Mektebi kurulur. Akif, bu okula kaydolur ve birincilikle mezun olur.
Peki, yakın çevresi nasıldı? Sanırım dostları arasında döneminin müstesna şahsiyetleri bulunuyordu.
Mehmet Akif'in ilmine, irfanına ve ahlakına hayran olduğu "ashaptan sonra en çok onu seviyorum" dediği Ahmet Naim Efendi, zor zamanlarının hepsinde yanında olan "velinimetim" dediği Abbas Halim Paşa, ilmi ve mücadelesini beğendiği babasının talebelerinden Ali Şevki Efendi, fikir arkadaşı, dergi arkadaşı, Millî Mücadele arkadaşı olan Eşref Edip, Birinci Mecliste sürekli beraber olduğu muhalefetin önde gelen ismi Hüseyin Avni, kendisini İstiklal Marşını yazmaya zorlayan Hasan Basri, Akif'e "enis-i ruhum" diyen Ferit Kam gibi ortak özellikleri ilim, vefa ve dürüstlük olan güçlü bir çevresi vardı.
Mehmet Akif'in şiirimizdeki yeri neydi? Sizce nasıl bir şairdi?
Bu konuda Servet-i Fünun'dan beri devredilerek gelen ve Cumhuriyet dönemindeki örgün eğitimimizde tekrar edilen ve bu yolla yaygın bir kanaat hâline gelen bir hüküm var: "Akif, kişiliği, mücadelesi ve şiirlerinde anlattıkları ile değerli bir insandır ama iyi bir şair değildir hatta kendisi bile iyi şair olmadığını 'sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek' diyerek teyit etmiştir" denilir. Açıkça söylemeliyim ki bu yanlış bir hükümdür. İlk Safahat'ı yayımlandığı andan bugüne onun şairliğini zayıf bulanların edebi değer bağlamında tutarlı tek bir delilleri yoktur. Bu hükmün arka planında Servet-i Fünun şiir anlayışının tesiri ve Akif'in bir şair olarak da edebiyat tarihine kaydedilmesinden duyulan rahatsızlık var. Sadece Asım'ın bir bölümü olan Çanakkale Şehitleri'ni, İstiklal Marşı'nı okuyan ve birazcık şiirden edebi değerden anlayan biri bile bu metinlerin biçim, ses ve tematik sistemler açısından ne kadar güçlü olduğunu, metinlerdeki dilin Türkçenin bütün ritmini ahengini, sembol ve imaj kabiliyetlerini taşıdığını görür. Çok daha genel olan bir şeyi söyleyeyim: Akif, manzum hikâye denilen Türkçenin muhavere dilini şaha kaldırmış bir şairdir. Kasıtla ve cehaletle bu yanlış yargıyı sürdürenlere değil de safiyane bu yargının doğruluğunu kabul edenlere Sezai Karakoç'un ve Nurettin Topçu'nun Mehmet Akif kitaplarını tavsiye etmek isterim.
Bir şair, bir entelektüel ve bir siyaset adamı olarak Akif'in temel idealleri, dert edindiği temel sorunlar neydi? Bunlar için nasıl bir çözüm ve yaklaşım öngörüyordu?
Mehmet Akif'in İslam'ın temel prensiplerinden, Müslümanların tarihinden, kendi tecrübelerinden, modern Avrupa'nın tecrübesinden ve çağının bazı Müslüman mütefekkirlerinden beslenen İslam idrakini ihya ve Müslüman yaşayışını inşa derdi vardır. Akif, çağının Müslüman mütefekkirlerinden Ferit Vecdi'nin, Muhammed Abduh'un ve Reşit Rıza'nın fikirlerini akılcı/modern İslam ekolü olarak önemli bulur. Pakistan ve İslam ülkelerinde Hint ekolü olarak bilinen Muhammed İkbal'in Batı zincirlerini kırma esasına dayanan tarihi ve tasavvufi bir karakter taşıyan anlayışı da Akif'i etkiler. Cemaleddin Afgani'nin tarihî ve millî bakış açısının da Akif'e tesir ettiğini tespit etmek gerekir. Adeta Müslüman yaşayışının karakterini temsil eden Akif, bütün bu kaynaklardan da beslenerek yirminci yüzyılın başlarında ortaya bir mücadeleye koyar. Akif'in mücadelesinin özü, İslam'ı, çağın maddi güçleriyle de donandıktan sonra içimizde ve dışımızda ihya etmektir. Bunun ihyası için Akif'in teklifleri ve tenkitleri vardır: Akif'in tespit ettiği sosyal arızaları, cehalet, modern ilimlere uzaklık, mesleksizlik, disiplinsizlik, tefrikacılık, ümitsizlik, münevverle ahali arasındaki iletişim yokluğu olarak belirlemek mümkündür. Bu arızaların giderilmesi için getirdiği teklifleri ise ilim ve eğitim, millî birlik, çok çalışmak, ahlâkı yüceltmek, zulme karşı gelmek, ideallere sahip olmak, aileyi sağlamlaştırmak, ahaliyle münevverler arasındaki uçurumu kaldırmak olarak özetleyebiliriz.
İstiklal Marşı'nın Akif ve milletimiz için önemi hakkında neler söylersiniz? İstiklal Marşı yarışmalarından ve bestelerinden de söz edebiliriz.
İstiklal Marşı, bir milletin bağımsızlığının hikâyesi, devletin moral değerlerinin inşası ve değerler sisteminin sembolüdür. Fakat bilinmelidir ki bu 41 mısraı, dininin ve milliyetinin ruhunu karakterinin esası hâline getiren bir şair yazmıştır. Eğer bu kavranılmazsa şiirin temalarını oluşturan millet, bayrak, hak, istiklal, hürriyet, iman, ezan, şehit kavramları hamasetten hakikate yükselemez. İstiklal Marşı, hem simgesel hem de tarihsel bir metindir. Simgeseldir çünkü varlığının bedelinin ne olduğunu anlayan bir milletin daimi inancını, azmini, niyetini ve cesaretini temsil eder. Tarihseldir çünkü özel bir zaman kesitinin bir devrin hayatını hikâye eder. İstiklal Marşı, inancın ifadesi ve ümit telkiniyle başlayan şükür ve hak idrakiyle sona eren bir kompozisyona sahiptir: "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" ile açılan metnin "Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl" ile kapanması bu düzenlemenin göstergesidir. İstiklal Marşı'nda konuşan insan, derin bir aidiyet duygusu içinde konuşur. "Ben" diye konuşan insan, "ocak" "millet" ve "hak" kavramlarının birbirini tamamladığı sosyal bir varlığın dili yani milletin dili olarak genişler. İstiklal Marşı'nın dili, Türkçenin bütün ritmini, ahengini, sembol ve imaj kabiliyetlerini taşır. Ve nihayet İstiklal Marşı istiklalimizin marşı olduğu kadar, istikbalimizin de marşıdır.
Kendinden bir Kuran tercümesi istenmesine rağmen bir meal yazmayı tercih etmesinin ardında kayda değer sebepler olmalı. Yazdığı meali de resmi kurumlara teslim etmediği biliniyor. Sebebi neydi?
Evet, 1925'te Mehmet Akif'e böyle bir sipariş verilmiştir. Bazı hatırlı dostlarının araya girmesiyle Akif, meal hazırlamayı da kabul etmiştir. Tefsir kısmını Elmalı Hamdi Yazır hazırlayacaktır. Elmalılı, mukavele gereği hazırladığı tefsirleri kısım kısım teslim ettiği hâlde o yıl uzun süreliğine Mısır'a gitmek zorunda kalan Akif, yazdığı meali ne bölüm olarak ne de tam olarak teslim eder. Meali teslim etmemesinin en güçlü gerekçesi kulağına gelen Türkçe Kur'an ile namaz kılınacağı söylentisidir. Mahir İz'in verdiği bilgiye göre ise Mehmet Akif, aslında hazırladığı mealin bir kısmını Diyanet'e göndermiştir. Ama bu Türkçe Kuran söylentilerini duyunca, bazı düzeltmeler yapacağını söyleyerek geri istemiş; bir daha da teslim etmemiştir. Bilinen; mealin bitirildiği, İstanbul'a dönerken Mehmet İhsan Efendi'ye teslim ettiği, eğer dönemezse yakılmasını istediğidir. Neticede mealin aslı yakılmış ama bir nüshası bir şekilde kalmıştır. Recep Şentürk ve Asım Cüneyt Köksal'ın hazırlayıp yayımladığı meal, bu mealdir.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e siyasette aktif rol almış bir isim. Özellikle II. Meşruiyet dönemi Akif için siyasi açıdan soru işaretleri barındırıyor. Akif'in bu dönemini nasıl değerlendirmek gerekir?
Tanzimat yıllarından Cumhuriyet yıllarına kadar, ortak tarafları modern Batı düşüncelerinden doğmak ve bu düşüncelere reaksiyon olarak kendini biçimlendirmeye çalışmak olan hareketler (Adem-i merkeziyetçilik, iştirakçilik, Türkçülük, bir yönüyle İslamcılık) içinde İslam milleti esasına dayanan, saltanatın ve hilafetin meşveret kaynağıyla devamını düşünen İslamcılık içindedir Akif. İmparatorluğun ve bütün İslam âleminin çağın gereklerini kavrayarak kendini yenilemesini isteyen "İslamcılar" inanç, ahlak, siyaset, eğitim, hukuk, iktisat ve edebiyat alanlarında eleştiriler yazarak Batı modernliğiyle din arasında var olduğu söylenen çatışmayı kaldırmaya, İslami bir idraki yeniden uyandırmaya çalışırlar. Sırat-ı Müstakim, Beyan'ül Hak, Volkan, Hikmet gibi dergilerde Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani, Muhammed İkbal, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif, Şeyhulislam Mustafa Sabri, Manastırlı İsmail Hakkı gibi düşünce adamları ve yazarlar, çok sayıda tenkit ve teklifle devrin siyasal yapısının bir kanadını oluştururlar.
Mehmet Akif'in, esası Müslümanca bir sosyal nizamın tesisi olan mücadelesinde İslamcılığın, modernliğin, milliğin her birinin bir anlamı vardır. Akif'in, dünyaya bakışı elbette Müslümancadır ve ona göre bütün Müslümanlar dünyanın mevcut hâlinden sorumludur. Sosyal, hukuki, siyasi hayatın nizamı ancak İslam'ın temel prensiplerinden, tarihsel birikimlerinden çıkarılacaktır. Bu yönüyle İslamcıdır elbette. Modernist İslam meselesine gelince: Elbette İslam esaslar dinidir; esaslar sürekliliği belirler. Ancak bu esasların, süreçlerin içinde son derece dinamik ve oldukça sosyal olan uygulamaları da biçimlendirmesi gerekir. Bunun için de çağın yeni aklını, yeni imkânlarını harekete geçirmek gerekir. Bu düşünceleri belirgin olan Akif'e "modernist İslamcı" denilmesi de sorun teşkil etmez. Milliyetçiliğe gelince: Mehmet Akif, millîdir; millî olan birçok kavmin iman ve aksiyonla Osmanlı ve Türkiye denilen tarihsel gerçekliği oluşturmasıdır. Sezai Karakoç'un işaret ettiği gibi Akif'in Asım tipi, milliyetçiliğimizin muhteşem bir romanıdır. Asım'da, dinî irade ile milli irade birleşmiştir. Esasında milliyetçilik davasına şuur kazandıran da Akif'in bu birleştirici tavrıdır. Problem, Akif'in düşüncesinde ve mücadelesinde, sözünü ettiğimiz fikrî ve siyasi izlerin olması değildir. İslamcılık, modernistlik ve milliyetçilik denilen düşünüş ve eyleyiş biçimlerinin arkasındaki oryantalist niyet, inkârcı ve zorlayıcı tavır, insanımızın zihnini allak bullak etmiştir. Bu allak bullak zihinle İslamcılık, modernistlik, milliyetçilik tanımlamaları sakat kalmaya mecburdur. Ne yazık ki bu konudaki tartışmalar gelenekçi, modernist, radikal, akılcı, ruhçu gibi çeşitli nitelendirmelerle Müslüman kimliğin makul vasatının kaybolmasına yol açmıştır. Bu kayıpların acısını duyan her eğilim de şu veya bu oranda diğer görüşte olduklarını düşündüklerini suçlamışlardır. Mehmet Akif bağlamına dönersek: Elbette Akif, İslam'ın hükümlerinin cihanşümul olduğunu, Allah'ın dinini Kuran'la tamamladığını ve Peygamberin bu tamamlanışı tebliğ ettiğini bilir ve bildiğine inanır. Akif'in kesinlikle döneminin bazı Batıcı sözde aydınları gibi "zaman İslam'a uymuyorsa İslam'ı zamana uydurmak lazım" diyenlerle uzaktan yakından bir bağı ve ilgisi yoktur. İslam'ı modernleştirmek ayrı şey modern dünyanın bütün gelişme ve değişmelerine Müslümanca cevap vermek ayrı şeydir. Asım tipolojisi asrın idrakinin İslamileşmesinin temsilidir. Mehmet Akif'in söylediğindeki mana, modern dünyanın fikri istinat noktasının İslam olması gerektiğidir.
Mehmet Akif Ersoy Kimdir?
Millî Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Hafız, Kur'an mütercimi, vaiz, öğretmen, veteriner ve siyasetçi kimlikleriyle de tanıdığımız Akif, Vatan Şairi olarak da bilinir. Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yıllar arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getirerek yayımlanan eseri Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşruiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür Reşad) dergisinin başyazarlığını yapar. Kurtuluş Savaşı sarısında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer alır. İstiklal Madalyası ile ödüllendilen Milli Şairimiz 1922 yılında sağlık gerekçeleriyle milletvekilliğinden istifa eder ve 1923 yılında Mısır'a gider. Ersoy'un ülkeden ayrılışını 1934'te hilafetin kaldırılması veya 1925 yılında çıkartılan Şapka Kanunu ile açıklayanlar vardır. Bir süre Mısır'da yaşadıktan sonra İstanbul'a döner ve 27 Aralık 1936'da Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybeder.
Eserleri
Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım, Gölgeler