Korona sonrası sürdürülebilir en küçük yapı aile olacak
Koronavirüs salgını bir süredir nüfusun büyük bir kısmını işini, eğitimini evlerden sürdürmek mecburiyetinde bıraktı. Sürecin ilk günleri şehir hayatından yorulmuş olanlar için bir dinlenme, nefes alma imkânı gibi görülse de günler geçtikçe bu durum değişmeye başladı. Başlarda hâkim olan romantizm tecrit ve karantinanın uzamasıyla yerini insanların halet-i ruhiyelerine ve salgın sonrası hayatın akışına yönelik tartışmalara bıraktı. Salgının psikolojimiz üzerindeki etkisi ve son günlerin popüler kavramı "yeni normal" üzerine İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Medaim Yanık ile konuştuk.
Koronavirüs ile artık eski hayatımıza hemen dönemeyeceğimizi fark ettik ve "yeni normal" ismi verilen bir kavram ile tanıştık. Yeni normal denildiğinde sizce ne anlamalıyız?
"Yeni normal", Koronavirüs'ün aktif döneminin tehdidi geçse bile, bu tehdidin tamamen ortadan kalkacağı döneme kadarki geçiş dönemini tanımlıyor. Bu dönemde birtakım psikolojiler ve trendlerin olacağı kanaatindeyim. Hemen hemen herkes kendini sürekli bir hastalanma tehdidi altında hissedecek. Bu yüzden kendimizi koruma refleksi içinde bulacağız ve başkalarını bizim için hastalık bulaştırma şüphelisi olarak göreceğiz. Her insan temasında "Acaba bu kişi virüs taşıyor mu?" kaygısı oluşacak. Bu sebeple insanlar mümkün olduğu kadar az sosyal ilişkiye girecek ve topluluk içinde daha az bulunacak. Ayrıca grup birlikteliğinde azalma olacak ve kişiler daha küçük gruplara yönelecekler. Bir yandan da çekirdek aileye yönelecekler çünkü sürdürülebilir en küçük yapı çekirdek aile olacak. Özellikle toplu ulaşım araçlarından dolayı insanlar seyahat kısıtlaması uygulayacaklar ve mecbur kalmadıkça kullanmamaya çalışacaklar. Bir diğer trendin ise sanal ortamın büyümesi olacağını düşünüyorum. Sanal ortamda bulunma oranımız bir hayli yükselecek.
Tabii bir de evden çalışma meselesi var. Bu dönemde insanlar mümkün olduğu kadar evde çalışmanın yollarını arayacak. Bu dönemde "nasıl daha iyi yaşanılır" sorusundan dolayı ev tercihlerinde bir değişim olacaktır. Yine imkânı olanlar, bahçesi olan veya site tarzı evlere taşınacaklardır. Ayrıca büyük şehirlerden küçük şehirlere kısmi bir göç olabilir. Dedelerimizin ve babalarımızın bağ evi veya köydeki evler kıymet kazanacak. İnsanlar kısmen kırsala yönelecek diyebilirim. Bütün bunların hepsi insanların bütününde eş zamanlı görülen bir şey olmayacaktır. İnsanlar arzu etseler bile dış şartların kısıtlaması ve gündelik hayatın mecburiyetleri sebebiyle realist tepkiler vereceklerdir. Toplum hiçbir zaman tek bir birimden ibaret değildir. Eş zamanlı birbirine zıt trendlerde de artma olabilir. Mesela bir grup insan daha çılgınca dışarı çıkma eğilimine girerken başka bir grup insan ise neredeyse hiç çıkmama eğilimi gösterebilir. Ama büyük kitlenin bahsettiğim bu trendlerle yeni bir normal oluşturacağı kanaatindeyim.
Sürecin en önemli etkilerinden biri de sosyal ilişkilerimize yönelik sert önlemler oldu. "Yeni normal" içerisinde eskisi gibi temas kuramamamız bizi nasıl etkileyecektir?
"Yeni normal" diye tarif edilen müstakbel dönemde insanların bir kısmı sosyal izolasyona (tecrit) maruz kalabilir. Sosyal izolasyon başka insanlar ile muhabbet teması olmaksızın yalnız başına olma ve bir başkası ile duygusal yakınlık kuramama olarak tanımlanan bir durumdur. Psikoloji bu duruma "zehirli" gözüyle bakar. Bir insanın içe dönük olması ayrı bir şeydir, bu kabul edilebilir; içe dönük insanın kendi sosyal ilişkileri vardır ama sosyal izolasyonda olan insan başkalarından kopmuştur. Duygusal ve fiziksel olarak kopma sebebiyle yakını yoktur. Bu dönem insanların bir kısmında sosyal izolasyona sebep olup ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir. Yine de insan tekinin sosyal bir varlık olduğunu düşünürsek birçok insan sosyal bağları korumanın değişik yollarını bularak devam ettirme eğiliminde olacaktır. Güçlü sosyal varlık olma tarafımız harekete geçecektir. Ama yine de toplamda sosyal bağ kurma oranlarımızın azalmasını bekliyorum. Bir kısım insan ise daha riskli pozisyona girip sosyal izolasyona maruz kalabilir. Bu sebeple kişinin sosyal tecride girmemek için, mutlak olarak başkalarıyla duygusal bağlar içerisinde kalmaya özel gayret göstermeleri lazım. Büyük bir rüzgâr gibi sizi bir anda tek başınıza bırakabilir. Üstüne çevrenizi riskli bulur ve kendinizi başkalarından uzaklaştırırsanız sizi güvenli ve tek başınıza kalacağınız bir dünya içinde çevreye küs kalma hâline itebilir. Dediğim gibi insanların büyük çoğunluğu olmasa da eskiye oranla daha fazla insanın sosyal izolasyona girebileceğini söyleyebilirim.
İş ve eğitimin evde devam ettiği bu günlerin sürmesi hâlinde evlerimizde psikolojimizi nasıl koruyabiliriz?
Koronavirüs günlerinde her ne kadar evde kalıyor olsak da tatilde değiliz. Bir yandan eğitim bir yandan da birçok insan için evde de olsa iş hayatını evden sürdürmesi durumu var. Tatil hâli ile iş-eğitim hâli arasındaki dengeyi kuramamak performansı bozabilir. Aslında modern evlerin bir nevi otel gibi, küçük kutu hâlinde gelmiş olması, mahrem çalışma alanlarının kısıtlı oluşu kişiler için zorluklar çıkartıyor. Bu dönem çok açık gösterdi ki modern ev yapıları evde uzun süreli fonksiyon göstermek için çok da uygun değilmiş. Bireylere yeterince yaşam alanları vermiyormuş, bu yüzden insanlar "keşke evimiz biraz daha büyük olsaydı" veya "bahçeli olsaydı" diye düşünüyor.
Aile üyelerinin zaman zaman beraber olacakları, zaman zaman da çalışacakları veya kendilerine vakit ayıracakları süreler için de bir denge kurması gerekir. Modern dünyada iş hayatının yoğunluğu genellikle aileye ayrılan vakti azalttı. Ama bu sefer aile içinde olma hâli, kişilerin kendilerine ait zaman ve mekân ihtiyacını tersine yok edebilir. Bu yüzden en önemli ve lazım olan şey; ev içerisinde çalışma saatleri, evde beraber aktivite ve kişinin kendine ayıracağı vakit için bir denge kurmak. Bu dönemin aile içi yakın ilişkiler adına bir fırsat olabileceğini ama aynı zamanda olumsuz etkilerde de bulunabileceği kanaatindeyim.
Karantina sebebiyle evlere kapanan eşler arasında çıkan tartışmaların arttığı söyleniyor. Son yıllarda aile ve evlilik üzerine yaptığınız çalışmalar merkezinde bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Salgın ve deprem gibi afetler aile ve eş ilişkilerini yakından etkiler. Bu bilinen bir durumdur ve bunun hakkında genel olarak kanaatimiz şudur: Çan eğrisindeki ortalamada eşler iki yana savrulur. Bir yandan bazı aileler içerisinde dayanışma, yakınlık, birliktelik, birbirini koruyarak özenli davranma güdüsü artarken, bir uçta da olumsuz şartlarda ve kronik stres altında kalmaktan dolayı aile içerisinde çatışmanın arttığı ve eşlerin, aile üyelerinin birbirinden uzaklaştığı gibi durumlar ortaya çıkabilir. Mesela, ilk fırsatta evden ayrılma veya boşanmanın telaffuz edildiği durumlar ortaya çıkar. Bu sebeple bu tarz süreçler her zaman ortalamayı baskılayarak kişileri daha iyi veya kötü hâllere itebilir. Nitekim, Çin'de boşanmanın arttığı haberlere yansıdı. Bu tartışılan bir durumdur ve net kaynaklar yoktur.
Bu dönemde bilinmesi gereken en önemli şey şudur: Dar mekânda düzenli hayat planlanamaz ise kronik stres altına kalmayla beraber öfkenin de etkisiyle evin içerisinde tartışma, kavga veya fiziksel şiddete kadar varan bir dizi değişiklik olabilir. İçinde bulunduğumuz dönemin aile ilişkilerini olumsuz etkileyebileceğinin farkında olmak, öfkeyi denetlemek için çaba göstermek, var olan bir uzlaşmazlığı tartışmaya ve oradan da yıkıcı bir kavgaya dönüşmemesi için özel bir çaba içerisinde olmak gerekir.
Tahminler salgının pek yakın zamanda sona ermeyeceği yönünde. Sizce bu sürecin uzaması psikolojik olarak bizleri nasıl bir duruma sokacaktır?
Yaşadığımız bu endişeli ve bunaltıcı günler insanlar üzerinde ne gibi kalıcı tesirler bırakır dersiniz? Salgının nasıl seyredeceğine dair tartışmalar devam ediyor ama sanıyorum ki bu bir yazda bitecek gibi değil. Daha öncekilerin de birkaç yıl sürebilen salgınlar olduğunu düşündüğümüzde Koronavirüs'ün de uzayacağı söylenebilir. Bu süreç içerisinde kronik bir stres altında kaldık. Kronik stres de ruhsal hastalıkları tetikler. Nitekim kendi klinik deneylerimizde daha önce ruhsal hastalıkları olan kişilerin, bu rahatsızlıkları iyileşse bile tekrarlama eğilimi olduğunu görebiliyoruz. Örneğin 10 yıl önce tedavisini tamamladığım ve gayet iyi olan bazı hastalarımız bugünlerde beni arayarak "Doktor Bey rahatsızlığımızda bir artma var" diyerek yeniden tedavi talebinde bulunuyor. Aynı zamanda bu durum yeni vakaların oluşmasına da sebep olabilir. Kronik stres altında kalmış olmak hem ruh hem de beden sağlımızı bozar. Üstelik virüsle mücadelede bağışıklık sistemimizin baskılanmasına da sebep olabilir. Bu dönemde genel bir artış bekliyoruz ama insan tekinin genelde dirençli olduğunu ve herkesin aynı oranda etkilenmeyeceğini, hatta bazı insanların direnerek tecrübe kazanarak çıkabileceğini unutmamak lazım. Ama genel olarak ruhsal hastalıklarda bir artış bekleyebiliriz.
Salgın ve afet durumlarında ABD filmlerinde halkın kendini güvende hissetmediğini ve silahlarına sarıldığını görüyorduk. Bu süreçte Amerikan halkının gerçekten kendini güvende hissetmediğini gördük. Bunun sebebi nedir sizce?
Evet, ABD'de salgının başlarında silahlanma sürecinde bir artış olduğu medyaya da yansıdı. Hatta silah satan mağazalarda sıra oluştu. Aslında bu türden olağanüstü durumlarda kitlelerde büyük ortak psikolojiler oluşuyor. Bütün ülkelerde birtakım ortak psikolojiler ortaya çıkıyor. Mesela, bunlardan biri "panik satın alma dediğimiz durum." Kişiler abartılı şekilde sembolik bir şeyleri satın alma eğilimi gösteriyor; Amerikalıların tuvalet kâğıdına saldırması gibi veya alışveriş merkezlerine bir anda aşırı yığılma gibi durumlar oluyor. Türkiye'de bizim gördüğümüz sokağa çıkma yasağına 2-3 saat kala yaşananlar panik satın almaya bir örnek. Bu insan tekinin her yerde gösterdiği bir durum… Örneğin panik dönemleri sonrasında komplo teorilerinde artma oluyor. Kişiler olan biten durumlardan dolayı daha fazla komplo teorileri kurmaya başlıyor. Mesela virüsün bir laboratuarda bilinçli olarak üretildiği veya baz istasyonları ile yönetildiğine dair son derece eğitimli topluluklarda bile bu türden bilgiler bir şekilde yayılıyor. Yine panik ortamlarında talan hareketleri olabileceğinden korkuyorlar. Bir talan hareketine karşı evleri ve iş yerlerini basma ve saldırma gibi durumların olabileceği endişesiyle kişiler kendilerini savunma arayışına girebiliyor. Ama Amerika'da bile bütün bunlara rağmen böyle bir durum olmadı. Bu tür salgınlar hem iyiliklerin hem de kötülüklerin artmasına sebep olur. Bir yandan insanların birilerini tehdit olarak görmesi, birbirinden korunmak için silahlanmasına rağmen aynı zamanda göz yaşartıcı büyük fedakârlıkların da olduğunu görüyoruz. Böyle durumlar hem iyi insanların hem de kötü insanların eş zamanlı olarak artmasına sebep olur. Mesela, bu dönemde sağlık çalışanlarının sırf mecburiyetten kaynaklanmayan insan hayatıyla ilgili sorumluluklarını görüyoruz. Ya da yardım kuruluşlarının ön plana çıkan mücadeleleri insan tekinin bencil olabileceği kadar, kahraman ve fedakâr olabileceğini de gösteriyor. Büyük resme baktığımız zaman bir yandan korkan ve bunun için silahlanan ve bir diğerinin acısını yüklenenleri beraber göreceğimiz kanaatindeyim. İnsan tekinin iki yüzü vardır; hem karanlık hem de aydınlık tarafı vardır.
Dünyada psikolog ve psikiyatrlara başvuru oranları yıllar içinde artıyor. Psikolog ve psikiyatrlara artık daha fazla mı muhtaç olacağız dersiniz?
Doğrusu Koronavirüs'ün aktif dönemi geçtikten sonra iki durum öne çıkacak: Birincisi ekonomik sorunlar, ikincisi ise psikolojik sorunlar. Bütün dünya bu iki dalganın farkında… Virüs için ikinci bir dalganın gelip gelmeyeceğini beklerken, şundan eminiz ki ekonomik ve psikolojik sorunların dalgaları gelecek. Nitekim eski vakaların yeniden nüksettiğini ve yeni vakaların ortaya çıktığını kliniklerde görmeye başladık. Benim beklentim ve öngörüm önümüzdeki bir iki yıl içerisinde antidepresan kullanımında artma olacağı yönünde. Psikiyatrik ilaç kullanımı ve psikoterapi ihtiyacının da artacağı gözlemlenecektir. Özellikle Türkiye'de psikoterapi ihtiyacını karşılamada sorunlar var. Sağlık Bakanlığı'nın bu konuda da atılımları olduğunu biliyorum, artan bu ihtiyacı karşılama zorluğu olacaktır. Doğal olarak uzun süre stres, belirsizlik ve ekonomik zorluk altında kalan insanların her an "hastalanacak mıyım" gibi endişe altında olan insanların sayısında Koronavirüs öncesine göre bir artış olacaktır. Az önce bahsettiğim gibi yine bütün bunlara rağmen toplumun dayanıklılık göstereceğini kanaatindeyim.
Son olarak sizce insanlar bu yaşananlardan nasıl bir ders çıkarır dersiniz?
Koronavirüs zihin dünyamızı birçok açıdan etkiledi. İlk olarak yaşamla ölüm arasındaki sınırın nasıl kolay olabileceğini gösterdi. Sevdiklerimizin ve kendi ölümümüzün ne kadar yakın olabileceğini gösterdi. Bu anlamda kişilerin "hayatta öncelik olan nedir, kıymetli olan nedir" diye bir sıralama yapacaklarını düşünüyorum. Bir yandan da ister seküler ister dinî olsun bir maneviyat arayışı olabilir. İkinci durum ise bu dönemde düşünme şekillerimizi gözden geçirdik. Öyle bir şey ile karşı karşıyayız ki yanlış düşüncelerin doğrudan açığa çıktığı, acı sonuçların hemen görülebildiği bir durum oldu. Birçok kişi artistik pozlar ile büyük gaflar etti ama gelişmeler çok hızlı şekilde yanıldıklarını gösterdi. Bilimsel, temkinli, kanıta dayalı düşünme eğiliminde artış olacağı kanaatindeyim. Bilimsel düşünmeye ve tıbba bir yönelme olacaktır fakat dünya enteresandır, her zaman karşıtları da beraber büyütür. Öte yandan alternatif tıp arayışının da artacağını düşünüyorum. Tabii bir diğer mesele de mimari anlayışımız. Mesela böylesine bir salgın süreci "hangi evde yaşanır veya yaşanmaz" düşüncesi üzerinden yeni arayışlar başlatacaktır. "Nasıl bir şehirde yaşanır" gibi ideal şehre dair sorular sorulacaktır. Son olarak gerçek bir kriz ile karşı karşıya olduğumuz için zihin dünyamızda ve hayat tercihlerimizde bir gözden geçirmeye yönelim olacağını söyleyebilirim. İmkânlar el verdiği oranda salgın sonrasında hayatında büyük değişimler yapma isteğinde olan bir kitle ile karşılaşacağız. Özetle Koronavirüs insanlarda büyük bir zihinsel değişime sebep olacaktır.
Prof. Dr. Medaim Yanık kimdir?
Tıp eğitimine 1987 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde başladı. 2000 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Ruh ve Sinir Hastalıkları alanında uzman oldu. 2000-2005 arasında Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'nda öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yaptı. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları alanında doçent unvanını aldığı 2005'ten 2009'a kadar Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde başhekim ve klinik şefi olarak görev yaptı. Aynı dönemde Sağlık Bakanı danışmanlığında bulundu. 2010'da profesör unvanını alan Yanık, 2017 yılında İbn Haldun Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde öğretim üyeliğine başladı. Uluslararası ve ulusal dergilerde yayımlanmış makalelerinin yanında Dest-i İzdivaç: Kim Kiminle Evlenirse Mutlu Olur?, Mutlu Evliliklerin 7 Özelliği kitaplarını kaleme aldı.