Şu halimiz nedir? Stres mi, depresyon mu, melankoli mi, endişe mi, kızgınlık mı? Uzmanlara sorarsak konu ya bizi tatmin etmeyecek kadar köşeli bir hal alıyor ya da iyice kafamız karışıyor. Hepsi aynı kapıya mı çıkıyor yoksa? Ya da bir kapı yok mu? Bir de size soralım…
Ah bir bilsek ki… Kalp gerçekten kalpse eğer, kırılır. Hayal kuruyorsak, elbet çoğu suya düşer. Hayatımız mahkûmiyete dönüşmüşse stres altında kalırız. Sevmek yerine aklımızı sevilmeye takarsak endişe bozukluğu peşimizi bırakmaz. Bizden sürekli 'yukarılar'da olmamızı bekledikleri hissine kapılmışsak, ara sıra 'düşmek' (depresyon) kaçınılmazdır.
Ama modern insan, yani biz ne yapıyoruz? Sıkıntılarımıza, dertlenmelerimize, hayal kırıklıklarımıza, endişelerimize 'bilimsel' adlar takınca çözüm konusunda yolu yarıladığımız, sanıyoruz. Keşke öyle olsa!
Hans Blumenberg'in; "Dönemlere göre moda ya da modası geçmiş hale getirilen bu tanımlamalar bizi tatmin etmez ama yönetir" deyişini hatırladım şimdi.
Gerçekten de bu tanımlar bizi yönetiyor. Her tanım beraberinde sadece ilaç ve psikoterapi teknikleri getirmekle kalmıyor, birbirinden farklı davranış kalıplarını da öneriyor. Mesela anksiyete yani endişe bozukluğu yakamıza yapışmışsa, onca koşuşturma içinde bir tür 'uyuşukluk' hali arıyoruz. Ya da içinde yaşadığımız ortamı 'risk/endişe toplumu' olarak görüyorsak, kafamızı güvenlik meseleleriyle bozuyoruz.
Benim için bu tanımlamaların en berbat yanı onların 'dışarısı'nda kalan bir hayatı artık hayal bile edemez hale gelişimizdir. Bazen ben de yapıyorum bunu. Kendime kızıyorum ama neye yarar!
Bütün bunları söylerken nedense melankoliyi ağzınıza almadınız… Melankolinin yeri ayrı mı?
Melankoli bilimsel literatürde öteden beri müphem bir kavram, klinik kodekste demode bir terim. Majör depresyon ve manik depresif bozuklukla bağlantı kurulur falan ama bu tanımın doğruluğuna gerçekten ikna olan bir psikiyatriste rastlamadım. İşin özü şu: Nasıl melankolik biri alttan alta 'gurbette biri' gibi yaşar, bunun yasını tutarsa, melankoli kavramı da bu tarif ve teşhislerin ortasında bir yabancı gibi dolaşmaktadır.
Melankolinin yeri sizin için ayrı mı, diye sormuştunuz? Evet! Birincisi, 'melankoli' kültürel, sanatsal, duygusal yükü güçlü bir kavram. Bu özelliğini seviyorum. İkincisi, ben de melankoliğim. Sevdiklerimin çoğu da öyle. Yani popüler kültürün "Boşveeer, sen keyfine bak!" çağrılarına, artık sarhoşluğa ve arsızlığa dönüşmüş 'umut ve başarı ticareti'ne sırtımızı dönmüşüz. Ağlayıp sızlanmayız fakat "Hüzün ki, en çok yakışandır bize." Ha, hayatı severiz, hem de coşkuyla severiz! Zaten melankoli madalyonunun bir yüzü duygusal yorgunluk ise öteki yüzü de 'euphoria', yani taşkın bir canlılıktır. Hayatı severiz fakat bağlanmayız; sevecek çok şey bulur fakat bağlanacak yanı olduğundan kuşkulanırız… Burada ince bir çizgi var: Hafif melankoliyle koyu depresyonu birbirinden ayıran hassas bir çizgi. Anlayacağınız, çizgiyi aşmamak gerek: 'Salak iyimserlikler' asabımızı bozabilir ama umutsuz bir vazgeçişe teslim olmak da bize yakışmaz. İnanan insan dünyaya alacaklıymış gibi bakıp buna bozulmaz. Oysa sıkı depresiflerde böyle bir tavır vardır.
Sanki bütün bu tanımların kuşatamadığı bir hal var ki, hem kişileri hem de toplumları sarıyor… Bu çağ insanı yoruyor mu yoksa? Yaşadığımız bir tür bitkinlik duygusu mu?
İşte budur! Hani derler ya, 'kitabın tam ortası' diye, öyle! Neymiş? Geçmişin geçmek bilmediği, geleceğin ise hep endişe kaynağı olduğu, sürekli hızın teşvik edildiği bir çağda iş güç düzenine teslim olmuş yüz milyonlarca insan, sabahları güne gözlerini açmak istemiyormuş, hayata katılmak istemiyormuş… Eh, bu şartlar içinde çok normal değil mi? Muazzam bir yorgunluk aslında. Böyle yaşamaktan yorgunluk… Bazen hoyrat kalabalık içinde insan kalma çabası bile yoruyor. Tabii gidip bir bilene anlatınca, ona da depresyon teşhisi koyuyor. Oysa bu öyle bir bitkinliktir ki, davranışlar mahcup, dil ketum kalır. Nasıl anlatacaksın, onca zalimin ve sahtekârın senin gibi bir insan oluşunun içinde büyüyen utancını hekimlere, analizcilere, terapistlere... Ama orada durmalı! Yorgunluk duygusunu yenilgi haline çevirmemeli, altına sığındığımız battaniyeyi bir kenara atıp dışarı çıkmalı! Ne yani, şu 'yalan dünya' mı kazanacak?