Bugünün 28 Şubat'ında neler var?
Lacivert: Merhabalar, sizi buraya davet ettik ama bize "yine mi 28 Şubat" demeyin sonra :)
Anumati: Neden diyelim, hepimiz 12 Eylül'ü ezberledik, biraz da 28 Şubat ezberini tazeleyelim.
-Gülüşmeler-
Lacivert: 28 Şubat bir ezber mi oldu yoksa? Bakın bundan haberim yoktu.
Anuradha: 28 Şubat'ın kaydı bile yok doğru düzgün ki ezberi olsun, yeni yeni amatör tiyatrolar yapıyorlar, ne düzgün bir film ne de belgesel var.
Lacivert: Mehmet Ali Birand'ın 28 Şubat belgeselleri var…
Anuradha: O belgesellerde başörtüsü yok. Ne toplumsal hafıza ama!
Kali: Ben o "yine mi 28 Şubat" söyleminin ardında şunun olduğunu düşünüyorum: Biz bu söylemi hiçbir şey yapmadan konuşa konuşa altını boşalttık. Doğru düzgün hiçbir iş yok ama dilimizde tutturmuşuz 28 Şubat. Retorik üzerinden gidiyoruz.
Lakşmi: Evet, siz ne yaşadınız ki deniyor. Büyük bir katliam yok, ölümler yok, mağdur edebiyatı bu deniyor.
Lacivert: Mağdur edebiyatı mı bu peki?
Varahi: Kendi kendimize ağlama hali olunca elbette mağdur edebiyatı olur. Hâlbuki 28 Şubat milyonlarca insanın hayatına dokundu, kalıcı izler bıraktı, derin yaralar açtı, kaderlerini etkiledi, ne demek konuşmayalım?
Anumati: Üstelik bazı mağduriyetler hâlâ devam ediyor, yani başörtüsü engeli kalktı, oldu-bitti değil ki…
Lacivert: Nedir bu mağduriyetler?
Anumati: Başörtülü kadınlar olarak biz hâlâ yükselemiyoruz, neden? Bir iş yerinde 10 yıl çalışmışsın, artık müdür olmak istiyorsun, senin de hakkın ama kadın diye küçük görülüyorsun, çok zorlarsan ayetler hadisler geliyor karşına; hırsın kötülüğü, kanaatin önemi, takva vs. gibi ama bakıyorsunuz dindar erkekler kendi hırsları ve kazançları için bunların hiçbirine uymuyorlar.
Lacivert: Hâlâ var diyorsunuz böyle şeyler…
Anumati: Yeni nesil bunu yaşıyor ama adını koyamıyor çünkü kadınlara genellikle kendi yetersizliğinden sebepmiş gibi gösterilir bu tarz engeller. Sonra bir gün bakarsınız yetersizin yetersizi bir adam almış başını gidiyor.
Anuradha: Ben kimsenin yükselmesinde, şusunda busunda değilim, kişisel olarak bir talebim de yok ama şu içime dokunuyor, beş sayfa dolu CV gönderiyor bir arkadaşım; iş görüşmesine gittiğinde şöyle bir cümle ile karşılaşıyor: "Çok kalifiyesiniz, size uygun pozisyon bulamıyoruz." Pozisyon var, olmaz mı? Ama adamın kafasında başörtülü bir kadını daha basit bir yerlerde çalıştırma arzusu var, o sebeple o yukarı pozisyonları aklına bile getiremiyor.
Lacivert: 28 Şubat'tan evvel kadını kabullenmiş bir camia var mıydı ki? Bu suç 28 Şubat'ın mı?
Lakşmi: Evet, yoktu ama 28 Şubat kafalardaki engelleri, ön yargıları perçinledi.
Durga: Ben bugün içinde bulunduğum medya kuruluşundan örnek vermek istiyorum. Bizim iş yerimizde pek çok başörtülü kadın çalışıyor, çok da iyi iş çıkarıyor ama çok az para alıyorlar. Bu kadınların yaptığı pek çok işe telif ödenmiyor, sigorta yapılmıyor. Bir de yöneticimiz adam sürekli devlet büyüklerinin uçağında geziyor, örnek gazeteci olarak anılıyor, özel sohbetlere gelince "ben kadının çalışmasına karşıyım" diyor, "kadının yeri evidir, görevi anneliktir" diyor ama ucuza sigortasız çalıştırdığı kadınların yerine erkek bulabilir mi acaba aynı kalitede?
Lacivert: Bu anlattıklarınız bu çevrede artık meselenin 28 Şubat'tan çok, konuşulması gereken bir kadın-erkek meselesi olduğuna işaret ediyor.
Anumati: Siyasette de var böyle kadınlar. Bakıyorsunuz çok az başkan yardımcısı, belediye başkanı, milletvekili var ama teşkilatlarda kadınlar harika organize olmuşlar. Teşkilatlarda gece yarılarına kadar çalışınca kadın, anne olmuyorsun; görev vermeye, pozisyona koymaya gelince; kadın bu işi nasıl yapacak oluyorsun. Lider olamaz, koltuk sahibi olamaz, ama kapı kapı dolaşıp oy isteyebilir, bu Refah Partisi'nden beri böyle...
Anuradha: Bir gün Ahmet Taşgetiren'in de olduğu bir paneldeydim. Bir yandan kadınlar için gazetecilik yapmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor, sahadaki zorlukların altını çiziyor, bir yandan da Nuriye Akman'ı gazeteciliği için övüyor. O zaman çok gençtim ve şöyle düşünmüştüm, sahada olmazsam nasıl Nuriye Akman olabilirim?
Lacivert: Genel olarak imkânlar nasıldı? Sadece kadınlar için mi kötüydü yoksa o zamanlar zaten genel imkânlar mı böyleydi?
Kali: Bu kurumdan kuruma değişen bir şeydi. Ben hep Yeni Şafak'taydım ve hepimizin sigortası yatardı. En etkili haberleri biz yapardık, böylece sahada yetişme şansımız oldu. Evet, maaşlarımız çok iyi değildi ama o dönemlerin imkânı ile ancak böyleydi. En azından Yeni Şafak'ta böyleydi.
Varahi: Bizim iş yerinde öyle değildi. Erkek müdürler gayet kendilerini geçindirecek, rahat yaşayabilecek maaşlar alırlardı. Onların çoluk çocuğu olduğu için daha çok ödemek gerektiğini düşünüyorlardı, hâlbuki bizim de çocuklarımız vardı.
Durga: Şöyle bir şeye şahit oldum: Karı-koca aynı kurumda çalışıyor, ikisi de daha genç ve aynı konumdalar ama kadın daha az alıyor.
Anumati: Televizyonlarda da durum çok kötüydü. Kanal 7 kurulmadan evvel onlar da piyasanın koşullarını bilmiyorlardı. Bir anda Kanal 7'yi başörtülü kızlar bastı denebilir. Maaşlar düşüktü çünkü müthiş bir talep de vardı. Neredeyse üzerine para verip çalışmak isteyenler vardı diyebilirim. Ben Kanal 7'ye bir erkek arkadaşımla beraber başladım, o çocuğu da oraya ben götürmüştüm. İkimiz de öğrenciyiz, ikimiz de aynı maaşı almak ve aynı şekilde çalışmak üzere işe alındık. Ben üç ay sonra arkadaşımın benden üç kat fazla aldığını öğrendim. Kıyameti kopardım, benimkini de düzelttiler. Yöneticimiz olan kişi buna şaşırdı çünkü böyle bir şey kastetmemişti. Bence orada muhasebecinin refleksi devreye girmiş olmalı. Yani biz toptan bu çürük zihniyetin içindeyiz. Bunun bir adaletsizlik olduğunu göremiyoruz.
Lacivert: Tekrar soruyorum, bu meseleler bugün de devam ediyor mu? Çünkü bunlar bütünüyle 28 Şubat'ın meseleleri değil.
Lakşmi: Bence ediyor. Zaten az evvel konuştuğumuz gibi bunlar üzerinde çok düşünülmemiş meselelerdi, 28 Şubat'tan sonra piyasada çalışamayacak olmak, dindar işverenlerin elini kuvvetlendirdi. Maalesef böyle oldu.
Anuradha: Şimdi ben evli birisiyim, çocuklarım var ama her yerde yük… Baş belası gibi bir şeyim. Ne kadar iş yaparsam yapayım, önce evli erkek, sonra bekâr erkek, sonra bekâr kadınlar ve sonra evli kadınlar geliyor iş dünyasında. Evli kadına kocasının baktığı düşünülüyor. Üstelik bütün bunlar üç çocuk isteyen, aileye bu kadar önem veren bir iktidarın döneminde oluyor. Bekâr adam 10 kere sigara molası veriyor. Laflamaya başladı mı dünyayı kurtarmaktan, sigara molasından işe geri gelemiyor. Ben evli ve çocuklu olduğum için iş zamanını ve her zamanı çok verimli kullanmak zorundayım, mesaimi uzatamayacağımı bildiğim için tam bir dikkatle yoğunlaşıyorum.
Kali: 28 Şubat dönemlerinde hiç olmazsa zulüm gibi bir algı vardı. Bizler bir işe girerken; hiç olmazsa bir işim var, burada yetişiyorum, iş öğreniyorum deyip parasız çalışıyorduk veya yemek paramız cebimizden gidiyordu. Televizyonculuğu öğrenebileceğimiz hiçbir yer yoktu ki… Benim aile desteğim vardı, tuzum biraz kuruydu ondan dayandım. Çok ihtiyaç sahiplerinden açılmak zorunda kalanlar oldu veya sekreterlik gibi şeyler yapmaya başladılar.
Anumati: Bizler karın tokluğuna çalışırken, senden sonra gelen birisi 'ruj farkı' ile daha iyi bir maaş alabiliyordu. Zaten bize diyorlardı, burada olmazsa hiçbir yerde çalışamazsınız, gidecek yeriniz yok diye.
Anuradha: Bugün çalıştığım ve program yaptığım televizyon kanalında daha çok başörtülü kadın çıkarmak istiyorum, kimin adı ile gitsem, reytingi yok diyorlar. Sen TV'ye hiç çıkarmamışsın ki reytingi olsun. İnsanın durup dururken nasıl reytingi olacak?
Durga: İş başvurusuna gittiğimde bana; boş ver işi gücü, benim ikinci eşim ol, diye teklif etmişti bir şahıs. Adını bile hatırlamak istemiyorum.
Varahi: Daha beş sene önce bir burs görüşmesinde İlim Yayma Cemiyeti'nde Abdullah Trabzonlu bana ve CV'me bakarak; benim bazı ihtiyaçlarım olduğu ve evlenip doğurmam gerektiği öğüdünü verdi. Muhtemel ki o odaya giren yaşı biraz ileri bütün kadınlara aynı öğüdü veriyordu. Ben bu sözlere tepki verince, ümmetin parasını benim gibi kariyeristlere verirse vebal altında kalacağını söyledi.
Lakşmi: Bir arkadaşımı düğün arifesi işten atmışlardı. Ben de gidip kızın hakkını savunmuştum çalıştığım dergide; bari düğününden sonra atsaydınız, bir ay bekleyemediniz mi demiştim. Böyle itirazlar getirince adımız feminist oluyordu. Allah aşkına bunun feminizmle ne alâkası var?
Kali: Dindar kadınların çok yakın zamana kadar medyada görünme sorunu vardı: Bir gazetede çalışan grafiker arkadaşımız için çok dindar bir gazete yöneticimiz; biraz arka tarafa alın çok ortada durmasın demiş.
Lacivert: Bugün görünür değiller diyebilir miyiz?
Anumati: Bugün daha görünürler ama bir bakın Allah aşkına; birçok derneğin yönetim kurulu silme erkek. Hatta gayet seküler bir araştırma kurumunun internet sayfasına girin, ilk 20 kişi erkek. Bütün yöneticiler erkek. Kadın sayısı erkek sayısının üçte biri kadar… Değişen ne ki?
Anuradha: 28 Şubat zamanı evet, az maaş alıyorduk, çok zor şartlar vardı ama bir de kardeşlik duygusu vardı. O dönemde erkekler bizim mücadelemize destek verir ve çok üzülürlerdi. Herkesin bir derdi vardı. Bugünkü gibi eteğin boyu uzunsa bacı, kısaysa hanımefendi olmuyordun.
Kali: Toplumun başörtülü kadınlarla tanışması kadar dindar erkeklerin başörtülü kadınlarla tanışması da bir süreç oldu. Bize, bir yere gittiğimizde teyze derlerdi. İşe yeni başlamıştım, 19 yaşındaydım. Bu bir değersizleştirme değildi belki ama bu imaj ve aradan geçen 28 Şubatlı yıllar başörtülü kadınları değersiz zayıf halka yaptı. Bugün bir yere geldiğinde bile, sanki torpille, konjonktürel gelmişsin gibi oluyor. Seni o çektiklerin yüzünden lütfen bu işe koymuşlar.
Lacivert: Maaşlar, basın sigortası gibi konularda eşitsizlik ve imkânsızlıklar sürüyor mu?
Durga: Benim basın sigortam çok geç yapıldı ve defalarca kuruldan döndü. Sonradan basın kurulunda paralellerin olduğunu öğrendik, onlar da bizi engelliyormuş. Zaten maaşlar azdı, bazen maaşın yanında market çeki verirlerdi veya sigortalar devletin bizi denetlediği dönemlerde ödenirdi. Bunlar için kimseyi suçlamıyorum, zor zamanlardı.
Anumati: Maalesef devam ediyor, bizler her zaman mahallenin danasıyız, kenarda durabiliriz, sıramızı bekleyebiliriz. Hırs yaparsak da; az evvel dedik ya takvadan şaşmış oluruz. Makam derdin olmayacak, çünkü Müslüman'a makam hırsı yakışmaz. Yanlış anlaşılmasın, Müslüman erkeğe değil, Müslüman kadına yakışmaz.
Anuradha: Son zamanlarda nargile kafelerde işler halledilir oldu. Bir ilişki ağı var orada. O masada konuşuluyor her şey. İşler bağlanıyor, Kariye'de, Tophane'de, Çamlıca'da, Fatih'te… Ben o tarz bir sosyalleşmenin içine giremiyorum. O zaman işlerin de dışında kalıyorsun.
Lacivert: Neden giremiyorsunuz, kadın olduğunuz için mi?
Anuradha: Hayır, oraya giden pek çok başörtülü kadın arkadaşım var, yanlış anlaşılmasın kimseyi kınamıyorum ama bana ters. Ben evliyim ve çocuklarım var. Akşamları o kadar saat dışarılarda sosyalleşmek bana göre değil. Biz bu sosyalleşme işini de bir daha gözden geçirmeliyiz galiba. Bakıyorsunuz bir sürü evli erkek, nargile kafelerde gece geç vakitlere kadar… Bir de sosyal medyada resimlerini paylaşıyor. Aile çok önemli dediğimiz bu günlerde bunlara diyecek sözümüz yok.
Lakşmi: 'Aile çok önemli, aile çok önemli' gibi sözler genellikle bekârlara yanlış yoldasınız, diye hatırlatmak amaçlı kullanılan bir sembol gibi bir şey. Bir adam evli ve çocuklu, tamam defter kapandı mı? Nasıl bir baba, nasıl bir eş? Kadının bu kadar çok çalışması yanlış da erkeğinki normal mi? Bu kadar üretimi, çalışmayı ne yapacağız?
Lacivert: Peki sizler hepiniz bugüne kadar çalışma hayatında bir şekilde bulundunuz. Bu zamana kadar bütün bunlara göğüs gererek mi geldiniz?
Kali: Ben üniversiteyi tam bitirecektim, bir hoca ile takışmıştım, bir dersim kalmıştı, seneye kalsın dedim. O sene de 28 Şubat oldu. Okula gittim, ikna odası filan… Gidemeyeceğimi anladım ve bıraktım. O dersi vermem tam 15 sene sonra mümkün oldu.
Lacivert: Yani üniversiteden 15 sene sonra mezun oldunuz?
Kali: Evet, o arada hep çalıştım, üstelik hep aynı kurumda çalıştım. Gördüğüm şu oldu; kadınlar yükselmek istiyorlarsa, erkekler gibi bir yarışın içine girmek zorundalar. Bir nevi erkekleşme yani. Sistem, kadınların kadın gibi kalarak hayat bulmasına imkân vermiyor. Mesela çocuğum hasta demeyeceksin, çocuğunun derdini getirmeyeceksin, kendi nezaketini korumayacaksın, müşfik, abla veya anne gibi olmayacaksın.
Lacivert: Nasıl olmak gerekir?
Lakşmi: Ben işim gereği, kâğıtçı, matbaacı vs. hepsi ile muhataptım. Kimliğini koruduğunda, yumuşak yumuşak konuştuğunda, seni ya ciddiye almazlar ya da yanlış anlarlar. İş dünyası kadınlar için o açıdan zor. Kendin olarak kalmana müsaade etmiyorlar. Bir de baktım bir iki sene sonra ben de 'höt höt höt' konuşuyorum, erkek gibi emir veriyorum; yap, et, çabuk diyorum. O zaman hem kendimi korumuş oluyorum, hem de ciddiye alınıyorum.
Durga: Ben aileme hep, bana güven duymaları için, erkek gibi kız imajı verdim. Ben dışarda başımın çaresine bakarım, bana bir şey olmaz psikolojisi ile hareket ediyordum. Belirli özgürlüklere kavuşmak için erkek gibi davranmam gerektiğini düşünürdüm.
Lacivert: Bu söyledikleriniz aslında biraz toplumsal ahlakla da ilgili. Bir kadın kendisi gibi konuşunca yanlış anlaşılıyorsa ciddi bir sorunumuz var demektir. Değil mi?
Lakşmi: Ben, toplumsal olarak, ahlaki açıdan ciddi sıkıntılarımız olduğunu düşünüyorum. Liyakat ve mesafe sorunumuz var. İnsanlar bugün işimize yarıyor diye geçmişlerine bakmıyoruz. Mesela en son Süleyman Seyfi Öğün meselesinde insanlar, Süleyman Bey'in geçmişte başörtüsü ile ilgili bir konuda tutanak tutmuş olmasından çok, bugün tuttuğu tutanağı savunan bir yazı yazmasından dolayı üzüldüler. "Asayiş her şeydir", demek bize çok başka şeyler hatırlattı çünkü. Yoksa kimleri kimleri affettik… Kimlerin dediklerini, yaptıklarını unutup iş tuttuk…
Anuradha: Benim anlamadığım bir şey var; birçok başörtülü gazeteci Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna çağırılmazken, Sevda Türküsev resepsiyona çağırılıyor. Hatta Kuran kurslarında seminere gidiyor. Bizim Kuran kursu öğrencileri için örnek modelimiz Sevda Türküsev midir?
Kali: Hâlâ medyada şöyle bir sorun var; erkek yöneticiler dedik, erkek egemen dedik ama zihniyetler de garip. Bir kişi bir kitap basıyor, bir iş yapıyor, gidip röportaj yapmak istiyorsun, diyor ki; NTV, Milliyet, Habertürk alsın önce, sonra siz alın. Zaten Hürriyet, CNN almaz biliyor da bari bu üç yayın alsın istiyor. Siz alırsanız şimdi onlar almazlar diyor. Bu doğru değil, sadece kompleks. Açıkça o yayınları daha kredili buluyor.
Lacivert: Peki bunlara karşı bir örgütlenme var mı aranızda? Bütün bunları dile getirebilecek, ortak tepki verebileceğiniz bir platform?
Anumati: Maalesef var ama o girişimlerin hepsi kadük kaldı, herkes çok bireysel. Birkaç kadın girişimi oldu. Sonra mail gruplarında tartışmalar çıktı. Farklı medyalardan kadınlar bir araya gelmiştik ama ortak bir şey koyamadık ortaya. Kaliteli işler olmadı.
Varahi: En basitinden şöyle bir şey bile yapamadık; bize yakın merkez bir gazetede bir cinayet haberi: dokuz yaşında bir kız çocuğu ve kaba etleri göründüğü halde fotoğrafı basılmış. Bu konuya tepki çok alakasız yerlerden geliyor. Bizler tepki verelim diyoruz, zaten kim hem muhafazakârım deyip hem de dokuz yaşındaki bir kız çocuğu ile ilgili hassasiyete karşı olabilir ki? Ama kimseden ses çıkmıyor, çünkü kurum içi tartışmalara girmek istemiyorlar. Kimse garantide değil, yönetici değil.
Lacivert: Görüyorum ki, konuşmaya 28 Şubat'la ilgili başladık ama galiba günümüze dair meseleleri tekrar başka vesilelerle konuşmamız gerekecek. Hepinize çok teşekkür ederim.