Hayata tutunmak için yazmak zorundaydım
Trabzonlu bir ailenin kızı olarak İstanbul'da dünyaya gelen yazar Aysun Ellidokuzoğlu, kalabalık bir ailede yetişmeyi çok büyük bir nimet olarak görüyor. İlkokul yıllarından itibaren aklında sadece kitapların olduğunu dile getiriyor. Okumaya olan bu merakı, onda küçük yaşlardan itibaren edebiyat öğretmeni olma isteği uyandırmış.
Aile faktörü ve dönemin şartları gereği okulu yarıda bırakıp yatılı Kuran kursuna gitmek durumunda kalmış olsa da okul hayatını bırakmayı hiç düşünmemiş, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirmiş. Edebiyata olan ilgisini o yıllarda keşfeden Ellidokuzoğlu, bir şeyler yazmaya ve okumaya hep devam ettiğini ve bunun için çok mücadele verdiğini söylüyor. "Aslında ben edebiyata yatkın olduğumu biliyordum, ailemin pek inanmadığı, inanmak istemediği bir yetenekti bu. Yazdıklarımı yatılı okulda hocalar, eve geldiğimde annem yırtıyordu. Ama teşekkür ediyorum hepsine tabii, içimdeki yazma istediğini daha da arttırdıkları için."
Okul eğitiminin etkisinde kalmadan, bir hocanın yönlendirmesi veya ailesinin desteği olmadan, kendi başına bir şeyler yapmaya çalışmış yıllarca. Bunun bir meslek olabileceğini, insanların, hatta yazarların onun yazılarını okuyabileceğini düşünmemiş hiç. "Sadece bunu yazayım ve kurtulayım diye bakıyordum. Çünkü o içimdeyken duramıyorum, yazıp kurtulmadan da yaşanmıyor. Devam etmek için yazmak zorundaydım."
Henüz 15-16 yaşlarındayken, yazdığı hikâyeleri okula giden kardeşlerine verirmiş genç yazar. "Hayatımın bittiğini düşünüp, hiç dışarı çıkmadan, arkadaşım olmadan uzun yıllar evde yaşadığım bir dönemden sonra kuzenim, bir yazarlık atölyesi açıldığını söyledi. Annemi de ikna ettikten sonra atölyeye gittim ve bu kurs benim gözümü açtı. Yazdıklarımı artık ortaokul çocukları değil, büyük yazarların okuduğunu görmek bana farklı dünyaların kapısını araladı."
2007 yılında İSMEK'te açılan yazı atölyesinde hoca olarak görevlendirilmiş. Aynı dönemde de gösteri sanatları merkezinde tiyatro yazarlığı eğitimi almaya ve Genç Akademi'de öğretmenlik yapmaya başlamış. Yaptığı işlerin sadece insanları değil, kendisini de eğittiğini söylüyor.
Ellidokuzoğlu'nun hayallerinden biri de ahlak temalı bir film yapabilmek. Bu yüzden senaryo dersleri de almaya başlamış sanat evinde. Burada biri uzun metrajlı, ikisi de kısa film olmak üzere üç senaryo yazmış. Kısa film senaryoları, 28 Şubat Filmleri projesi kapmasında kaleme alınmış. "Benim için yazı yazmak, gözümü açıp kapatmak gibi bir şey. Bir şeyi yazıyla ifade etmek konuşmaktan daha kolay. Ben yazı yazdığım için bedel de ödedim. Bu hapse girmek falan değildi. Benim dönemimde yaşayan, laf dinlemeyen, istenilen kalıplara girmeyen bir kız çocuğu olmanın bedelini ruhen ödedim."
Aysun Ellidokuzoğlu, o dönemde yaşayan birçok arkadaşı gibi başörtüsü yasağı yüzünden üniversiteye gidememiş fakat 28 Şubat'ın hem kendisi için hem de kendi döneminde okula gidemeyen kızlar için hayırlı sonuçlar da doğurduğunu söylüyor. "Ben buna 28 Şubat'ın ve yasakların hayırlı tarafı olarak bakıyorum. Evet, üniversiteye gitmedik ama umutsuz olmadık, alternatif şeyler bulduk." İnsanların sanatı ve edebiyatı o dönemde keşfettiğini söylüyor, "Mesela öldü denilen hat sanatı o dönemde yeniden doğdu" diye ekliyor. Aileler de üniversite okuyamayan kızlarının sanat kurslarına yönelmesini o zamandan sonra 'normal' kabul etmeye başlamış. "Bizim neslimizdeki kızlar, üniversitelerin alternatifi olabileceğini keşfettiler. Okumanın mecbur olmadığı bir dünya kurdular kendilerine."
Genç yazar eser üretirken halktan, sokağa çıktığımız andan itibaren gördüğümüz gerçeklerden ilham alıyor, çalışmalarında güncelliğini korumaya özen gösteriyor. Bu durumu ise şu sözlerle aktarıyor bize: "Otobüsteyken kulaklık takmam, insanları dinlerim çünkü dünyayla bağımı kopartmam. Her gün güneşin batışını seyrederim çünkü güneş her gün farklı şekilde batar. Ayın, çatıdaki antenin ardından batması benim için çok özel bir andır mesela."
Aysun Ellidokuzoğlu, senaryo, blog, tiyatro yazarlığı, fotoğraf ve video çekimleri, edebi tür yazarlığı gibi çok farklı alanlarla ilgilenen biri. Bir dönem tiyatroda sahne bile almış. Bunlardan hangisinin kendisinde daha çok yeri olduğunu sorduğumda ise, genel olarak yazmayı sevdiğini söylüyor. Şu sıralar Kulis Tiyatro dergisinin yayın kurulunda yer alıyor ve yazılar yazıyor.
Aysun Ellidokuzoğlu, aslında kültürümüzde tiyatronun hep var olduğunu ve bizim topraklarımızda tiyatronun sanattan da öte, hayatımızın bir parçası olduğunu söylüyor. Böyle olmakla birlikte "Günümüz tiyatrosu biraz mafyatik bir alana dönüştü, eğer o gruptan değilsen seni o alana sokmaz, seni göstermez, senden bahsedilmez. Aslında yerel olduğunuz kadar evrensel olursunuz, bu yüzden tiyatro için de diğer sanat dalları için de söylüyorum bunu; bunlar bir grubun, bir zümrenin tekelinde olmamalılar, yerellik olmalı ve halka göre şekillenmelidir. Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı'nda farklı bir şeyi söylemedi, bizi söyledi. Bizim yerli ve milli yazarlara ihtiyacımız var" şeklinde konuşan Ellidokuzoğlu tiyatro hakkında da fikirlerini belirtiyor.
Yazmaya başladığı dönemlerden itibaren tek hayali var; Hicreti konu alan bir film yapmak. "O topraklarda yaşanan ahlaki dönüşümün, çok evrensel bir şey olduğunu ve bu değişimin dinamiklerini herkese sunmak istediğini" belirtiyor. "İlk inen ayetlere muhatap olan bir putperestin hikâyesi, neden yazılmasın?" diyor Aysun Ellidokuzoğlu. Şu an için bir dergi projesi üzerinde çalışan Ellidokuzoğlu'nun aynı zamanda film olmasını çok istediği bir hikâyesi ve biten bir kitabı bulunuyor.
"Benim tek duam şudur; eğer insanlar benim yazdığımdan, benim ürettiğimden mutsuz olacaksa ben hiçbir şey üretemeyeyim. İnsanların zamanını çalmamalıyım. Yazdıklarımla herhangi birinde bir duygu uyandırabiliyorsam, derdine ortak olabiliyorsam bu bana yetiyor."