En büyük rüyam Tutunamayanlar’ı filme çekmekti
İster kurmaca bir kişilik, ister hayattan seçilmiş biri olsun, karakter yaratmak; sözcükler aracılığıyla bir figüre beden ve ruh vermek, ona bir yaşam kazandırmaktır. Yazar, bir karakter yaratırken onu bedenleştirerek ona ruh kazandırarak okurla "birlikte deneyimleme" peşindedir. Yazar bu süreçte, zihnindeki bildik, tamamlanmış bir kişiliğin özetini, imgesini metne yansıtır. Yaratılmış kahramanı temsil edecek özelliklerin, onun özsel öneminin altını çizmeye çalışır, onu seslendirir.
Pek çok yazar için karakter yaratımı, sadece bir hayatın aktarımı değil aynı zamanda yeni bir hayat teklifi, hayatın atlanan bir yanına dikkat çekme girişimidir. Zira nitelikli bir yazarın yazma gerekçesi her durumda bir duyuş hissediş olarak hayata dair bir tavır almak, ona müdahale etmek olmuştur. Değilse Gregor Samsa bir sabah korkulu bir rüyadan uyanınca kendini niçin bir hamam böceği olarak bulsun ki? Bizde iz bırakan eserlere baktığımızda bu gerçekliği net bir şekilde görebiliriz. Edebiyatın en büyük karakterlerinden olan Werther'in aşk acısı karşısındaki çıkışsızlığı, Raskolnikov'un başkaldırısı, bir duruş olarak hayatın yeniden sorgulanmasına imkân verdiği için okur onunla özdeşleşir. Tüm iz bırakıcı karakterler, benzer bir işlev görürler. Suç ve Ceza'yı yazmayı tasarlayan Dostoyevski, bir mektubunda Raskolnikov'un doğuşunu şöyle duyurur: "Kitabın konusu gerçekten çok güzel. Kahramanına gelince bugüne kadar hiç denenmemiş bir kişi." Dostoyevski mektubunda bu kahramanın "yeni fikir ve görüşlere" sahip olduğunu da ekler, çünkü o, romanda bir yazarın sırf kendisi tarafından yaratılan ve daha önce başkaları tarafından yaratılmamış kişileri önemser; eski nakaratlara yeni hava uydurmayı reddeder. Dostoyevski mektubunda Raskolnikov'un doğuşunu, yeni bir hayat teklifine dayandıracağını açıkça belirtir. Bu anlamda söylenegelen klişenin aksine, hayatta her ân karşımıza çıkabilecek karakterler değil hiçbir zaman karşılaşamayacağımız karakterler bizde iz bırakır, ama okurun bilincinde, yüreğinde bir kişilik olarak var olabilmesi koşuluyla.
Roman türünde karakter ve kahraman her zaman önemli olmuştur. Hatta ona kişilik yaratma sanatı bile diyebiliriz. Zaten çoğunlukla okuduğumuz bir romandan geriye karakterler kaldığını biliyoruz: Don Kişot, Don Juan, Robinson Crusoe, Madam Bovary, Werther, Raskolnikov… Her ne kadar Kafka, Joyce, Faulkner gibi yazarlarca kahraman yüceltimi terk edilip anti-kahramanlar öne çıksa da modern yaşamın parçalanmış kişilikleri olarak yine de bu eserler bir persona takdimidir. Felsefi ve psikolojik bir derinlik kazanmışlardır, o kadar.
Benim roman kahramanlarıma gelince… 18 yaşımda Kırıkkale'de "taşra sıkıntısı" yaşarken, Suç ve Ceza'yı okumuş, herkes gibi ben de sokak aralarında bir Raskolnikov olarak dolaşmıştım. Elias Cannetti'nin Körleşme'sinde Prof. Kien'in fildişi kulesinde körleşme serüveni karşısında sarsılmıştım. Bana göre, Körleşme, kitap üzerine yazılmış başyapıtlardan biriydi. Nikos Kazancakis'in El Greko'ya Mektuplar'daki şiirsel dile çok özenmiş, bir çeşit otobiyografi olan romanın kahramanı karşısında büyülenmiştim. Herman Melville'nin Moby Dick'ini sevgiyle anmalıyım. Kaptan Ahab'ın Moby Dick adlı balinanın peşine düşmesi ve onu hayatının tek gayesi, giderek saplantılı bir hâle getirmesi beni cezbetmişti. Rainer Maria Rilke'nin Malte Laurids Brigge'nin Notları'nın kahramanı Malte adlı genç şair bütün bir dünya kültürü ve edebiyatında gezinti yaparken, bu eşsiz metin de Malte de tüm yazarları etkilemiş olmalı. Boris Pasternak'ın Doktor Jivago'daki savaş ve en acımasız durumlarda bile aşkın, insanlığın, vefanın peşinde koşabilme erdemi Jivago'yu zihnimde ölümsüzleştirmişti.
Yerli romanlardan ise Mehmet Rauf'un Eylül'ünün incelikli kahramanı Necip'i sevmemin adaşı olmam ile ilgisi yoktu. İmkânsız aşkının peşinden yangına, ölüme koşan Necip benim kahramanlarımdan biriydi. Hastalığın, acının, bekleyişin ve ortak duyarlık olarak hastaların anlatıldığı Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanındaki başkahramanı hâlâ unutamam. Tarık Buğra Küçük Ağa'da Kurtuluş Savaşı'nı ilk kez sağlıklı bir şekilde romana aktaran bir yazar olmuştur. Romandaki Çolak Salih sevdiğim kahramanlardan biridir.
Beni istedikleri biçime sokamayacaklar
Bütün bunların yanında benim asıl kahramanım, Selim Işık'tı. Askerde okuduğum Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı beni çarpmıştı. Roman henüz bu denli kült olmamıştı. Yıllar sonra arkadaşlarım anlatıyor, en büyük rüyam bu romanı filme çekmekmiş. Umutsuzluktan olacak hayalini bile unutmuşum. Kitaplar yüzünden acı çeken, bütün kitapların kendisi için yazıldığını düşünen Selim Işık ile bakışlarımız aynileşmişti. Adaletten, vicdan azabından beni yakalamış olmalı. "Beni istedikleri biçime sokamayacaklar, vicdan azabından kahrolacaklar" diyerek topluma, iktidara başkaldırması güzeldi. Odasına mağara diyen Selim'in yalnızlığı genç kuşağın yalnızlığıydı: "Hayatım, hayatımın romanıdır." Muzdarip bir ruhtu, düşünce acısı çeken, bir tutunamamış. İnsanlar için ne yapmalı diye çırpınan, daha sonra kıyıya vuran Selim Işık anlayışsızlığın kurbanı olacaktır.
Tutunamayanlar, belli bir bilince ulaşmış, toplumsal projesi olan Selim Işık'ın, bunu paylaşacak, anlatacak ve uygulayacak ortam bulamaması üzerine intihar etmesini anlatır. Romanın kahramanı Selim Işık, sadece bilinçli bir birey değil, aynı zamanda toplumsal olarak da ülkeyi değiştirmeyi amaçlayan biridir ancak ne kendini değiştirebilir ne de toplumu. Bu da onda derin bir hayal kırıklığı doğurur.
Kitap bu tema merkezinde, pek çok sorunu gündeme getirir. Öncelikle ülkemizdeki aydınların konumunu tartışır. Romana göre ülkemizdeki aydınlar toplumdan kopuk onları değiştirmeyi düşünen, seçkinci bir tutum içerisindedir. Oysa bırakın toplumu değiştirmeyi, kendilerine bile dürüst değildirler ve kendi kendileriyle çatışırlar.
Aydın tartışmasının odağında Doğu-Batı çatışması yatar. Cumhuriyet henüz kurulmuş ama tarihsel derinlikte, toplum hafızasında Osmanlı'nın izleri sürmektedir. Devrimler yapılırken, yerleşik değerlerle nasıl uzlaşılacağı, modernleşirken gelenekten nasıl kopulacağı aydınların temel çatışma alanları olur. Batı'yı çok iyi tanıyan anlatıcı, çağdaş, modernist bütün büyük düşünce adamlarının, sanat adamlarının düşüncelerinin izlerini sürer, onların görüşlerini anlamaya, yorumlamaya bir senteze ulaşmaya çalışır. İnsanları etkileyen bu çığır açıcıların düşüncelerine bakar. Roman boyunca Engels, Freud, Fichte, Jung gibi düşünürlerin; Dostoyevski, Çehov, Gorki, Kafka gibi edebiyatçıların izlerini sürer. Zaten kitabın en büyük özelliği sayısız düşünce adamı ve edebiyatçıyı, sanatçıyı anarak onları yorumlamasıdır. Ancak anlatıcı bunları yorumlayıp kendine bir doğru edinemez. Bu yüzden de tutunamaz.
Hayata tutunamamış kahramanlar
Evet, Tutunamayanlar bir anlamda bir kültür romanıdır. Romanın anlaşılabilmesi, göndermelerini yerli yerinde değerlendirebilmek, çözümleyebilmek için bu yazarları, eserleri iyi bilmek gerekir. Roman çok bilindik bir olaya, entrikaya yaslanmadığı için belli bir kültür birikimine ulaşmamış okur için sıkıcı gelebilir ancak belli bir okuma alışkanlığı olan, birikimi olan okur için ise adeta bir kültür şölenidir. Roman ülkemizde tartışılmakta olan çok temel meseleleri tartışır. Doğu-Batı çatışması, yenilik gelenek, kadın-erkek ilişkileri gibi kavramları gündeme getirir. Kitap boyunca edebiyat ve bilimi karşılaştırarak edebiyatın bilimin temellerine göre var edilip edilemeyeceğini gündeme getirir. Kitap tümüyle, toplumsal yapı, bürokratik işleyiş ve zihniyet eleştirisine dayanır. Bir yandan bürokrasinin hantallığını gülünç bir şekilde anlatırken, bir yandan halkı sömüren müteahhitleri anlatır.
Kahramanları ezilmiş, hayata tutunamamış, dışarıda kalmışlardır. Bu yüzden sürekli Dostoyevski anılır çünkü bu kahramanlar Dostoyevski'nin romanlarından fırlamış gibidir. Selim'in tutunamamışlığının arkasında, sürüden biri olmamak, herkes gibi olmamak, olamamak yatar. Selim, toplumun onu kendisine benzetmesine, onu biçimlendirmesine izin vermez, karşı çıkar. Aksine Selim toplumu biçimlendirmek istemektedir. Roman boyunca sürü hâline gelmiş insanları eleştirir. Bir yandan da toplumun edebiyat anlayışını sorgular. Çok satan romanları, ucuz duyguları kullanan kitapları yazanları, okuyanları eleştirir.
Tutunamayanlar aslında 20'nci yüzyıl düşünce dünyası ile edebiyat dünyasının bir arada okunması serüvenidir. Kitapların, yazarların izini sürerek, anlayışları, düşünceleri, zihniyetleri irdeler. Bir başka deyişle Tutunamayanlar kişiler üzerine değil, kitaplar ve düşünceler üzerine bir kitaptır.
Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'daki otobiyografik izdüşümü olan Selim Işık benim roman kahramanlarımdan biridir: "Gerçekten öldün mü Selim? Bu yalnızlık dolu koca dünyada bütün tutunamayanları öksüz bırakıp gittin mi? Bat dünya bat!"