3 Sütun
Zeliha Çelik
Seta/Araştırmacı
Yolculuk
Ne yapıyorsun diye sorsalar; gidiyorum derdim. Yürüyorum, geçiyorum bu dünyadan. Bir ayağı yerde sabit ve diğer ayağı 72 milleti gezen pergel gibi bizim ilim geleneğimizde de bir şeyin peşine düşmek vardır. Benim yolculuklarım da böyle bir şeyin peşinden gitmek şeklindeydi. İlk defa talebe olarak düştüm yola. Varmaktan çok buluşmalar gizliydi benim için yollarda. Bu, her anı planlanmış yolculuklar değildi ama niyetleri belliydi. Yol gizemliydi, her yolun üzerinde merhaba demek isteyen insanlar ve içeri buyrulduğum evler gizliydi.
Gezdiğim yerlere ve insanlara merakım antropolojik bir obje gibi değil, sadece insan insana nazar etmekti. Belki sokakta hasbelkader gülümsediğim bir insanla muhabbet etmek, evine misafir olduğum insanların hatıralarına ilişmek ve onları dünyama almaktı. İnsanı renk renk ve gelenek gelenek tanımak, herkeste O'nun aksini izlemek ve renklerini batıda ve doğuda temaşa etmekti. Giderken, tutkuyla peşinden gittiğim o şeyin de bana doğru geldiğini hissettim; yürürken onun da bana aynıyla mukabele ettiğini tecrübe ettim.
Benim için yol ve yolculuğun hakikatin üzerinden kaldırdığı örtülerden biri de dünyanın benim dünyamdan ve kültürümden ibaret olmadığıydı. Allah'ın "Tanışasınız diye yarattım" dediği ötekine ve benden gayri olana karşı merakım arttı. Gezilerim beni merkezden aldı ve onun yerine Avrupalıda, Yemenlide ve Filistinlide ortak olanı, insanın özünü, Hz. İnsan'ı merkeze koydu. Yolda çeşitli insanlarla karşılaştım ama benim için en müthişi kendimle karşılaşmak, hiç ummadığım bir anda, bir olayda gündüzlerimi ve gecelerimi görmekti.
Almancada "fernweh" diye bir kelime var; uzaklara, uzak ülkelere, bana benzemeyene duyulan özlem. İşte beni yollara düşüren de o uzaktakine olan özlem, uzaktan verilen alınan selamlardı.
Sinan Yormaz
Yönetmen
Belgesel fotoğraf
Fotoğraf, genel seyrinde devam eden hayatı yalnızca dikdörtgen bir kesitle dondurmak mıdır yoksa hayatın rutin akışını estetik kaygılara kurban ederek onu bir çerçevenin içinde tasvir etme sanatı mıdır? Şayet konu belgesel fotoğraf ise bu ikilemde tek bir doğru çıkıyor karşımıza zira belgesel fotoğrafta estetik kaygı ciddi sorunlara yol açabiliyor. Belgesel fotoğrafın değiştirmemek, dönüştürmemek ve farklılaştırmamak olmak üzere üç sacayağı olduğunu düşünenlerdenim.
Yıllar önce bir Fransız sanat profesörü olan Jean-François Chevrier'nin "Salgado ya da Acının Sömürüsü" başlıklı makalesini okuduğumda yerlere göklere sığdıramadığım Salgado'ya ve o efsanevi fotoğraf ajansı Magnum'un fotoğrafçılarına bakışım değişmişti. Chavier, Salgado'nun Göç (Exodus) kitabını eleştirdiği makalesinde özetle şu soruları soruyordu; "Sefaleti güzel göstermek, acı çeken insanları konu alan bir fotoğrafı şaheser olarak isimlendirmek doğru mudur? İzleyicisinin merhamet duygusunu sömüren bir nesne sanat yapıtı olarak değerlendirilebilir mi?"
Kadraj ve kadrajın içerdiği kompozisyon fotoğrafçıyı yoğuran, büyüten, yetiştiren ve şekillendiren ortamın şartlarına göre değişiklik gösterebilir lakin işi belgelemek olan bir fotoğrafçı belirlediği kompozisyonla acının üstünü örtemez ve fotoğrafın algısını kendi fantezilerine kurban edemez. Belgesel fotoğrafta estetik mükemmellik, fotoğrafın esas değerini oluşturan gerçeklik ve içerisinde taşıdığı anlamın önüne geçmemelidir.
Ayşe Karaköse
Senarist/Eğitimci
Sinema
Hayatımıza gireli 120 yılı henüz geçmiş bir sanat dalı olan sinema, hâlâ yeni olma özelliğini koruyor. Hâlihazırda gelişiyor ve değişiyor olsa da hepimizin hayatında neredeyse vazgeçilmez bir yer edindi; tabii benim hayatımda da. 1977'de evimize televizyon geldiğinde tanıştım sinemayla ve çocuk ruhumla girdim bu büyülü dünyaya.
Çocukken masal okumayı ve dinlemeyi de çok severdim; okurken de dinlerken de zihnimde masalın filmini çekerdim herkes gibi. Dolayısı ile herkes aynı masalı okusa da insan sayısı kadar farklı görüntüler canlanırdı gözlerimizde. Şimdi bu filmleri bizim için yönetmenler çekiyor. Biz kendi bilinçli ve bilinç-dışı beğenilerimizle, gözümüzde canlandırdıklarımızla ne kadar örtüşüyorsa, belki o kadar seviyoruz o filmi. Sadece masalları ve romanları değil, tamamen yönetmenin bakış açısını ve deneyimlerini yansıtan filmlerde, tarihsel veya psikolojik filmlerde de öyle… Ne kadar ruhumuza ve duygumuza hitap ediyorsa o kadar seviyoruz. Sinema benim için masal âlemine girmek, rüya içinde rüya görmek gibi…
Artık sözlerden ziyade görüntünün diliyle konuşuyoruz. Yeni nesil ile iletişim kurmak bugün aynı şekilde ekranlardan mümkün. İletişim mecraları artık telefon, tablet, televizyon ekranı veya sinema perdesi. Başka dünyalara açılmak, kendi dünyamızı başkalarına açmak artık sinema ve 'sinemanın diliyle üretilen sanatlarla' daha mümkün diye düşünüyorum. Tabii sinemanın göründüğü kadar masum olmayan ve manipüle edici tarafları da var. Kendi açımdan, bu tarafıyla da mücadele ederek ama hoş, eğitici ve sağaltıcı yanlarını da ihmal etmeyerek bağ kuruyorum sinemayla.