Şaşkın Kerteriz
Direnişe devam!
Gençliğinde anarşistti. Sonra ulusalcı oldu bir bakıma. Bir ara tiyatroyla ilgilendi dediler. Bir de baktım Atatürkçü düşünme biçimiyle ilgili bir kitap bile yazmış o arada. Instagram'ı var, takipleşiyoruz. Nevada'ya gitmiş en son. Geçenlerde uzun bir Çin yolculuğu da yapmıştı. Yalnız en ilginci Nevada'dan paylaştığı fotoğraf; otoyol kenarında bir hamburgerci tabelasının altında çektirmiş ve altına da 'Direnişe devam' yazmış. Yok yok, bildiğin Nevada. Park falan da yok yakınında. Neye direniyor anlamadım bir türlü.
Çoluk çocuk Rock
O kitapçıya her uğradığımda aynı şey oluyor; hiç tanımadığım yazarların kitaplarını alıp çıkıyorum nedense. Patti Smith'i bilmez değildim. Horses albümünden bilirim çılgın rockçıyı… Bir de Gloria şarkısındaki çığlıklarından elbette. Oturdum baya baya okudum Çoluk Çocuk'u. Karşımda muhteşem bir yazar buldum. Tüm kitaplarını bir haftada bitirdim. Yaralı ve yaralarından memnun, dünyaya karşı rahatsız ruhları seviyoruz; din, dil, ırk ayırt etmeden. Patti de yaralı ve yaralarını bir kol saati gibi hep yanında taşıyor. Beat kuşağıyla sıkı bir bağı var. Rimabud'nun mezar bekçiliğini yapmak istiyor. İnanılmaz güzellikte şarkılar yazıyor, siz ona şiir diyebilirsiniz basbayağı. Kitaplarını okurken dikkatimi çekti; 70'li yıllarda Amerikan sanatçılarının kendi ilgilendikleri sanat dalı haricinde diğer alanlarla da ölmez bir ilgilerinin olması. Patti de öyle, bir şarkıcı ve şair ve guru. Chelsea Hotel var bir de. Leonard Cohen'in aynı adlı şarkısından öğrenip bir dönem ilgimi cezbeden mekân. 70'li yıllardaki şarkıcıların, şairlerin, delilerin ve sanatçıların evi. Patti de öyle bir üslupçu ki, Chelsea Hotel'i handiyse bir kişi gibi anlatmayı başarmış. Hele Jimi Hendrix'le olan ilk karşılaşması, uyuz bir mekânda Rimbaud şiirleri okuması, Harrar'a seyahat planları…
Uysal bir nehir gibi…
Gözüm en çok Afrika'dan gelen sufilere takıldı diyor. Hele o blues söyler gibi zikreden baba. Benimse görüş alanımda 70'lik ihtiyar var. Kendi uzletinde, o yaşlı köşedeki derviş. Kendini orada unutturmuş gibi yıllarca. Uysal bir nehir gibi sessizce zikrediyor. Herkes aşka, vecde gelip bağırırken o daha da susuyor, az sonra göremiyorum onu. Kaybolmuş, akmış gitmiş uysal bir nehir gibi kimseye ilişmeden.
Nedenlerini açıkla sayın konuşmacı
Konferansa çağırdıklarında tedirgindim, çünkü aynı soru etrafında konuşacaktık; neden yazıyorsun? Ah bir bilsem neden yazdığımı? Sanırım Melih Cevdet'ti, neden şiir yazdığı sorulduğunda, 'Neden yazdığımı anlayabilmek için yazıyorum' demişti. Kuşkusuz topu taca atan bir cevap; hatta cevaptan çok kafa karışıklığı hissi uyandırıyor insanda. Neden yazıyorum peki? Yaz göğündeki uzak bulutları anlatabilmek için mesela. Bir yaprağın açmasındaki kuvveti, siyasi bir cinayeti, ateşli bir aşkı, süregiden bir acıyı, yalnızca hatıralarıyla yaşayan bir adamı, bir çocuğun gürlevik neşesini, hatta gürlevik kelimesini sevme nedenlerini, sabaha karşı uykudan uyanıp akla gelen o apansız türküyü sessizce söyleyebilmeyi, uzun yıllardır akılda kalan bir gülümsemeyi, erken giden dostları, heyecanlarından hanedanlar kuran dava delilerini, küçük yerin mutlu delilerini, yoldan çok yola çıkma düşüncesini, karıncanın sabrını, acının imtihanını, ufarak mahalle kahvelerini, şehirlerarası otogarları, sahura kadar süren mutlu Ramazan akşamlarını ve o gürbüz bereketi, yenik adamları, sadece bir şarkısıyla hatırlanan şarkıcıları, bebeklerin anlık gülme nedenlerini, Afrika'yı sevme biçimlerini, geçmişten alacaklı hayata dargın ihtiyarları… anlatmak için yazıyorum, bunlar sağlam nedenler sayılırsa demiştim o konuşmada.
Bir deste gül
Rivayet işte. Her rivayet gibi gerçeğe çok yakın, her rivayet gibi gerçeklerden çok uzak. Hz. Ali ölmesine yakın Selman-ı Farisi'den bir deste gül getirmesini istemiş. Gülleri koklamış ve öyle sırlanmış.
İsmi lazım değil
Kendisi 'büyük' köşe yazarı. Yazısındaki 'Yanlız' kelimesinin yazım hatası olmadığını hararetle savunuyor bana. Utanmasın diye TDK'nın sözlüğünü açıp göstermiyorum. Dublin'den yeni döndü. Ahmet Hamdi Tanpınar konulu bir panelde konuşmacıydı. İsmi lazım değil. Dokunmuyorum tashihine. Bir gün sonra şimdi 'büyük' bir gazetenin koordinatörü olan yazı işleri müdürü beni odasına çağırıyor ve tashihi nasıl görmediğimi soruyor. Anlatsan nafile. O sıra 'büyük' yazar giriyor içeriye. 'İroni yaptım yazımda' diyor. 'Gazetede ironimi 'yanlız' bu şaşkın kerteriz anladığı için düzeltmedi kelimeyi.'