Ayvazovski’yi nasıl bilirdiniz?
Bir ay öncesine kadar Ayvazovski bilgim, kendisinin Rusya doğumlu meşhur bir deniz ressamı olduğu ve İstanbul'u çok sevdiği ile sınırlı idi.
Sonra ne mi oldu? Prof. Gül İrepoğlu, Aşk-ı Derya - Ayvazovski'nin Gizli İstanbul Güncesi kitabını yayınladı. Aslında bu kitabı sadece okumak istemiştim ama dediler ki; hayır, otur, oku ve incele. Ayvazovski kimmiş, biz kendisini neden severiz öğren, bir de yaz. 'Susadım çeşmeye varmaz olaydım' diyerek başladım araştırmaya.
Kitabı bitirdikten sonra, Ayvazovski hakkında bilgi sahibi olacağımı, ressamın denize ve İstanbul'a nasıl baktığını anlayacağımı ve 19'uncu yüzyıl İstanbul'unu öğrenecek yeterli bilgiye ulaşacağımı düşünerek çeşmeye vardım.
Varmaz mı olaydım acaba?
Üç dilde yayınlanmış bu kitapta anlatılanlar gerçek değil, sadece kurgu. Yani aslında Ayvazovski'nin gizli güncesi gerçekte yok. İrepoğlu kolayca okunan bir novella havasında, 19'uncu yüzyıl İstanbul'unu ressamın gözlerinden anlatmış. Kitap, giriş dâhil altı bölümden oluşuyor. Hikâye çok uzun olmasa da içinde seyahatten gizeme; aşktan sanata her şeyi barındırıyor.
Bölümler boyunca Ayvazovski'nin denize ve İstanbul'a olan hayranlığı, İstanbul'a bakışı, şehri nasıl algıladığı ve sevdiği, şehrin sakinleri ve onların günlük pratikleri ustaca işlenmiş. Ama 'deniz' ve 'dalgalar' hep başrolde; hatta bazı durumlarda, Ayvazovski'den rol bile çalmışlar.
"Okuduğum onca İstanbul seyahatnamesi bir araya gelse bile, bu eşsiz yeri betimlemekte yetersiz kalacağını anlamak zor değildi. Bakışımın değdiği her yer bir başka renk ve ışık motifi sunuyor. Paletimde karıştırdığım boyalar benzeri renkliliğe hayran oluyordum."
Kitaptaki hikâye, eski bir yalının restore edilmesi ile başlıyor. Restorasyonda çalışan ustalar, duvarlardan birinin içinde eskimiş bir defter buluyorlar. Defteri, yalının sahibi olan Ayşegül Hanım'a veriyorlar. Sadece veriyorlar ama. Okur o noktadan sonra hemen hatıra defterinin kendisiyle muhatap olmaya başlıyor. Sonra da bu Ayşegül Hanım'dan ne bir ses ne bir haber alıyoruz. Nihayete ermemiş hikâyelerden hazzetmeyenlerin uzak durmasında büyük fayda var.
Girişi takip eden beş bölüm boyunca, hatıra defterinin sayfalarından Ayvazovski'nin hayatını ve İstanbul sevgisini takip etmeye, ressamla birlikte seyahat etmeye, görmeye ve düşünmeye başlıyoruz.
Sayfalar ilerledikçe bir garip halet-i ruhiye nüksediyor okuyana; arafta kalma, beyin yanması hali... Her sayfada bir yandan "sanatçılar, ressamlar dünyayı ne kadar da farklı görüyor işte" diyor okur. Bir yandan da "ama bu sadece kurmaca, şimdi bu anlatılan ressamın değil de Gül Hanım'ın İstanbul'u ve Boğaz'ı mı acaba?" diye sormaktan kendini alamıyor. En sonunda her cümle, her güzelleme sonrasında kendine bu soruyu sorar halde buluyor insan ve kısır döngü başlıyor. Bu sebeple kitabı okurken öncelikle kabullenmek gerek. Okuyacak olduğunuz aslında Ayvazovski ile ilgili bir kitap değil. Asırlardır bin türlü şekilde öykülenen İstanbul, bu sefer de Ayvazovski vasıtasıyla anlatılsın diye başlanmış işe. Ancak kitabı okuduktan sonra en çok akılda kalan ressamın değil, Gül Hanım'ın İstanbul ile olan gönül bağı ve Boğaz'ı ne kadar güzel tasvir ettiği.
Anlatılan hikâyeyi, bir yandan tarihsel kronoloji de takip ediyor. Ayvazovski'nin mükerrer İstanbul ziyaretleri, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz'in, ressamı saraylarına davet etmeleri, kendisine resim siparişi verip nişan takdim etmeleri hikâyenin içine yedirilmiş ama bu tarihi bilgilerin kurgu içine yedirilmesi bile yazarın sesinin, hikâyedeki baskınlığını giderememiş.
Çok açık etmemek gerek ama günce içerisinde anlatılan Ayvazovski'nin İstanbul ziyaretiyle başlayan gizemli hikâyesini özetlemek için Ferdi Tayfur'dan bir minik alıntı sanırım kâfi olur.
"Gönülden gönüle gözler yol olur
Âşıkların yüreğinde ateş kor olur
Bir garibim bu yerlerde halim nice olur
Gelmez olaydım güzel yüzüne bakmaz olaydım."
Kitap bittikten sonra Ayvazovski kim diye sorarlar ise verilecek cevap çok net değil. En büyük eksiklik ise ressamın resimlerinin kitapta olmaması. Olan birkaç tane de o kadar belirsiz ki, insanın Ayvazovski'nin büyük bir ressam olduğuna inanası gelmiyor doğal olarak.
Tavsiyem en azından internetin nimetinden yararlanarak, Ayvazovski'nin muhteşem tasvirlerini, kullandığı renklerin canlılığını, ne kadar titiz çalıştığını ve kendisine neden deniz ressamı dendiğini anlayın.
Gerçek ile kurguyu birbirine karıştıran eserler bende olduğu gibi okurda da bir karmaşaya yol açabiliyor. Keşke yazar ya kurguyu ya da gerçeği tercih etseydi. Bu eser sayesinde en azından Ayvazovski'nin kim olduğunu daha çok merak ettim. Peki ya siz Ayvazovski'yi nasıl bilirsiniz?