Despot Bir Paşanın Hikâyesi: Tepedenlenli Ali Paşa
1768-1774 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşı, imparatorluğun her bölgesinin aynı anda ciddi sarsıntılar geçirdiği bir dönemde oldu. Bu dönemde sarsıntıya maruz kalan alanlardan bir tanesinin de Osmanlı İmparatorluğu'nun deyim yerindeyse kalbi olan Balkanlar bölgesi olduğunu söyleyebiliriz. Savaş halinde olan ve cepheye asker yetiştiremeyen imparatorluk, bölgede asayişi sağlamakta da zorlanıyordu. İçeride asilerle ve cephede düşmanla mücadele halinde olan yerel idareciler ise nüfuzunu gitgide kaybetmekteydi. Bu kaotik ortam, bölgede yeni güçlerin ortaya çıkmasına adeta çanak tutuyordu. Söz konusu bu güç merkezlerinin birinin başında da Tepedelenli namıyla bilinen Ali Paşa bulunuyordu. Hem yaşadığı ve hüküm sürdüğü coğrafyanın Avrupa'ya yakın olmasından hem de şahsi yeteneklerinden ötürü büyük devletler tarafından ilgi gören Ali Paşa, Napolyon ve İngiltere kraliçesiyle hediyeleşip mektuplaşabilen bir kişilikti. Avrupa'da Napolyon karşıtı koalisyonlarda daima güçlüden yana tavır alması onun ne denli faydacı bir insan olduğunu göstermektedir.
Bu ve benzeri özelliklerine bağlı olarak bölgeyle alakalı strateji üretenler onu asla göz ardı edemiyordu. Hatta öyle ki dönemin önemli yazar ve şairleri bile Ali Paşa'ya dair görüşlerde bulunuyordu. Kendini Epir Kralı Pyros'a benzeten Ali'yi merak edip Avrupa'dan kalkıp görmeye gelenler dahi oluyordu. Bu misafirlerini kendi sarayında ağırlayan Ali Paşa'nın ziyaretçileri arasında ünlü şair Lord Byron dahi vardı. Victor Hugo ise onun portresini şu sözlerle çiziyordu: "Napolyon'la kıyas edilebilecek döneminin tek dâhisi. Aslanın yanında kaplan, kartalın yanında akbaba neyse Ali Paşa da Napolyon'un yanında odur."
Eşkıyalıktan paşalığa giden yol
Kayseri kökenli Mevlevi bir ailenin oğlu olarak Tepedelen'de dünyaya gelir Ali. Babasının düşmanlarından ötürü küçük yaşlarda Arnavutluk'un güneyinde bulunan Kumanov'a kaçarlar. İlerleyen yıllarda Kumanov halkının Ali'nin babasını düşmanlarına ihbar etmesi ve sonucunda öldürülmesi üzerine Ali, annesi ve kardeşi ile birlikte doğduğu topraklar olan Tepedelen'e dönmek zorunda kalır. Annesi olan Hanko, Kumanov halkının bu davranışını hiçbir zaman unutmayacak hatta oğluna ölüm döşeğinde kasaba ahalisinin hepsini katletmesini vasiyet edecekti.
Böyle bir psikolojik ortamda büyüyen Ali'nin hayatının ilk yılları sıradan eşkıyalardan çok da farklı değildi. 10 yaşına geldiğinde ele avuca sığmaz bir çocuk olan Ali'nin en büyük eğlencesi, babasından kalan tüfekle oynamaktı. Dağlardaki eşkıyaya özenmek, mektebe gitmekten daha ilgi çekiciydi onun için. Bundan dolayı da hiç mektebe gitmedi. İlerleyen yıllarda Eğriboz'da devlete bağlı kolluk kuvvetlerine katıldı. Burada ilerleyen yıllarda kuracağı tiranlığın komutanları olacak, eli silah tutan Arnavut gençleri etrafına toplamaya başladı ve kısa süre sonra da Teselya tarafında kendine ait çetesini kurdu ancak bir süre sonra Teselya kolluk kuvvetleri komutanı Kurt Paşa tarafından yakalandı. Kurt Paşa, çetenin çoğunu idam ederken Ali'yi ise zekâsı ve kurnazlığından faydalanmak için yanında tuttu. İkili çok iyi dost oldular. Ali, çetecilikten ziyade devlet görevinde bulunmanın daha önemli olduğunu burada kavradı. Ali, Kurt Paşa ile kurduğu bu yakınlığı daha da ilerletmek ve paşanın nüfuzundan faydalanmak için kızıyla evlenmek istedi fakat paşa, Ali'den daha soylu olan ve gelecek vaat eden Avlonyalı İbrahim Paşa'yı kendisine damat seçti. Bu olay, Ali'nin İbrahim Paşa'ya kinlenmesine sebep oldu. İstediğini alamayan Ali, düğünden sonra dilenci kılığına girip şehirden firar etti ve dağlarda haydutluk etmeye başladı. Kurt Paşa'nın, onu öldürene ödül vaat etmesi üzerine yanındaki iki adamına; bir koça kendi kıyafetini sarmalarını ve birkaç el ateş ettikten sonra da kanlı kıyafeti paşaya götürüp kendisinin öldüğünün kanıtı olarak göstermelerini istedi. Kendi infazı için alınacak parayı adamları aracılığıyla elde eden Ali, bu parayı da Kurt Paşa'yı hayli uğraştıracak güçte bir çete oluşturmak amacıyla kullandı. Sonrasında da Kurt Paşa'nın can düşmanı Delvinyeli Kaplan Paşa'ya yanaşıp onun güvenini kazandı ve annesi Hanko'nun girişimiyle Kaplan Paşa'nın kızı Emine ile evlendi. Bu evlilikten Muhtar ve Veli adında iki oğlu oldu. İkbali için gereken aile bağlantısını kurmayı başaran Ali, daha sonra kayınpederinden kurtulmak için kolları sıvadı. Çevirdiği entrikalar ve dağıttığı rüşvetlerle adım adım yükselmeye başladı. İstanbul'da edindiği nüfuzlu dostları vasıtasıyla Derbentler Nazırı oldu. Görevi kaçakçılığı bitirmek olan Ali, etraftaki bütün haydutları kısa zamanda yakalamayı başardı ve bunların bütün paralarına el koyarak kendi hazinesine aktardı. Şehir ahalisini, çetin şartları olan bölgede güvenliği bir tek kendisinin sağlayabileceğine inandıran Tepedelenli, bu sayede destekçisi olan fedai sayısını da artırmayı başardı.
1768-1774 yılları arasında cereyan eden Osmanlı-Rus Savaşı'nda gösterdiği yararlılık sayesinde hayalindeki şehir Yanya'nın valisi olan Ali, uzun bir süredir devlet güçleriyle savaşıp sınırlarını genişleten Hıristiyan Suliyotlarla da mücadele etmek durumunda kaldı bu süreçte. Bunlar sayıları fazla olmamakla beraber adlarıyla anılan dağda yarı yaban hayatı süren vahşi bir halktı. Kısa sürede bunlara karşı tüm hiddetini gösterdi Tepedelenli. Babıali nezdinde göze girmek ve yaptığı insanlık dışı uygulamaları gölgelemek için ele geçirdiği yerlere cami inşa etmeyi de ihmal etmedi. Bölgede asayişi sağlama noktasında gösterdiği başarılar ve buna bağlı olarak artan nüfuzuyla beraber bir süre sonra Rumeli Beylerbeyi yani Osmanlı Balkanlarının en güçlü adamı oldu.
İngilizleri bile kullanabilecek zekâya sahip bir despot
Rumeli Beylerbeyi olduktan sonra düşmanlarını bir bir ortadan kaldırmaya başlayan Tepedelenli döneminde Yanya şehrinin her yönüyle geliştiğini ve merkez haline geldiğini belirtelim. İstanbul'a vergisini düzenli bir şekilde ödemesi ve padişaha karşı koşulsuz bağlı bir görüntü vermesi makamını korumasına yardımcı oldu. Bu sıralarda Tunuslu bir korsanın gemisinde esir olarak tuttuğu Fransız topçu ve istihkamcı subaylarını satın aldı. Alışveriş sırasında iletişimi ise, kritik noktalardaki adamları zehirlemek için kullandığı İtalyan kökenli doktoru Tozzoni vasıtasıyla gerçekleştirdi. Tepedelenli'nin satın aldığı bu topçu subaylarından Albay Charbonnel'e kurdurduğu askeri okul, İstanbul'daki Nizamı Cedit okullarının seviyesindeydi. Burada yetişen asker ve topçuları kendine rakip saydığı şehirleri ve başındaki paşaları ortadan kaldırmak için kullandı. Zamanında Kurt Paşa'nın kızıyla evlenen Avlonyalı İbrahim Paşa ve Delvinyeli Mustafa'yı ortadan kaldırmayı kafaya koyan Tepedelenli İngilizlerden, Fransızlara karşı kullanmak sözüyle aldığı havan topları ve Congreve fişeklerini kendi düşmanlarına karşı kullandı. Yıllar sonra Yanya'nın Fransız konsolosu, Tepedelenli Ali Paşa'dan; "O, İngilizleri bile kullanabilecek zekâya sahip bir despot" şeklinde bahsedecekti.
Darağacında bir zorba
Tepedelenli'nin oğullarından Veli, Mora valisi olduğu sırada Yunan isyanının ilk safhası başlamıştı. Yunanlar evvela Tepedelenli'den sonra da Osmanlı'dan kurtulup bağımsız olmak istiyorlardı. Yunanların Niko Çaras ve Eftim Vlaharas önderliğinde kalkıştıkları isyan, Tepedelenli'nin erken istihbaratı sayesinde fark edildi. Yakalanan isyancı liderler ağır işkenceler sonucu feci şekilde öldürülürler. Tepedelenli isyanı bastırmakla İstanbul'un gözüne iyice girdiğini sandıysa da yaptığı eziyet ve uyguladığı zulümlerden artık herkes haberdar olmuştu. Zaten bir dönemdir merkezin emirlerine uyma konusunda Tepedelenli'nin esneklik gösterdiği de gözlerden kaçmıyordu. Örneğin, ordusunun başında Rus cephesine katılması istendiğinde bu emre hasta olduğunu gerekçe göstererek uymamıştı. İstanbul'dan gönderilen müfettiş Tepedelenli'nin sarayına geldiğinde Ali Paşa'nın koca bir yatakta kalın gözlükleriyle hasta bir şekilde yattığını gördü. Müfettiş gelmeden bir süre önce Tepedelenli'nin kendisine hasta görüntüsü vermek için bir kap merhemi karnına boca etmiş olduğu devrin kaynaklarında geçer. Müfettiş, Tepedelenli'nin sağlığının kötü ve yaşının ilerlemiş olduğunu bildirdiği raporu İstanbul'a sunması üzerine merkez, paşaya istifa etmesini tavsiye etti. Tepedelenli ise bunu, bölgedeki isyancılara yarayacağı ve bölgede huzuru bozacağını iddia ederek reddetti. Sahtekârlıkları gün yüzüne çıkan Tepedelenli'nin, aleyhtarları kuyusunu çoktan kazmaya başlamıştı bile. Bütün bu yaşananlar üzerine Tepedelenli, kendisini beylerbeyliğinden, oğlunu da Yunanistan valiliğinden azleden İstanbul'a karşı 20 bini aşkın kolluk kuvvetiyle tetikte beklemekteydi. Hurşit Paşa önderliğinde İstanbul'dan hareket eden ordu Yanya'ya doğru ilerlemeye başladığında İngilizler Tepedelenli'ye kendilerine sığınması için teklifte bulunmakla beraber vatandaşlık teklif ettiler. Teklifleri reddeden Tepedelenli, Osmanlı ordusuna karşı savaşmayı kafasına koymuştu. Ağır bir mağlubiyete uğrayan Tepedelenli için padişahtan af kâğıdını almak, ailesinin ve kendisinin can güvenliğini sağlamak kaydıyla teslim olmaktan başka bir yol kalmamıştı. Tepedelenli, şehrin teslim şartlarını Hurşit Paşa ile görüşmeden evvel, sarayının altına dinamit döşemeyi, hazinelerinin üçte ikisini saklamayı ve geri kalan kısmını ise Yunan bağımsızlığı adına savaşan asilere vermeyi ihmal etmemiştir.
Hurşit Paşa önce Tepedelenli'nin az evvel bahsettiğimiz önerisini kabul eder gözükse de gerçekte bu zorbadan bütünüyle kurtulmak niyetindeydi. Zaman kazanmak için Tepedelenli'yi oyalamaya koyuldu. Hurşit Paşa'nın kendisini oyaladığını fark eden Tepedelenli, yeni bir kıyam hareketine girişmek üzereyken yakalandı ve oğullarıyla birlikte idam edildi.
Kaşıkçı elmasının sahibi
Tepedelenli'yi diğer ayanlardan farklı kılan, kendine has yöntemlere sahip olmasıydı. Eğer birinin evine göz dikerse; o kişi ölünce onun adına görkemli bir cenaze töreni düzenler sonra da elinde bir kâğıtla merhumun çocuklarının yanına giderdi ve babalarının, evi kendisine verdiğini vasiyet ettiğini söyleyerek aileyi mirastan vazgeçmeye zorlardı. Zenginlere verdiği ucuz hediyeler karşılığında onlardan değerli şeyler beklerdi. İstediği bir şey olmadığında kendini odasına kilitler sinir nöbetleri geçirirdi. Paraya ve mala fazlasıyla düşkün olan Tepedelenli'nin bugün Topkapı Sarayı'nda sergilenen meşhur Kaşıkçı Elması'nın da ilk sahiplerinden olduğunu hatta bu elması Napolyon'un annesinden bir açık artırma esnasında satın aldığını da belirtelim.
Tepedelenli'nin hayatta gerçekten sevdiği tek insan belki de eşi Emine'ydi ancak onun da sonunu bizzat kendisi getirdi. Bir gün karısıyla tartışırken karısı Tepelenli'ye, insanlara çok zulüm ettiğini söyledi. Çılgına dönen Tepedelenli'nin gazabından korkan Emine, odaya kaçtı. Duyduğu hakaretlere çok içerlendiğinden hastalanmıştı Emine. Bir süre sonra eşini ziyarete giden Tepedelenli, oda kapısının kilitli olduğunu fark edince kapıyı zorla açmaya çalıştı. Tepedelenli'nin düşmanlarına yaptığı gibi görüşme bahanesiyle kendisini de öldüreceğini düşünen Emine o esnada ödü koparak can verdi.